17 Aralık 2014 Çarşamba

Sınav Günlükleri

Bir dönüş bu kadar mı gerekli olabilirdi? Bir insan bir oluşumu bu kadar mı özler, bu kadar mı ihtiyaç duyabilirdi?
Fonda spotifydan focus moodu, kafamda yine tonla düşünce, ve nedenini bilmiyorum ama moralim bozuk. Kendimi blogumun kollarına bırakmakta hiçbir sakınca görmedim yani.
Son sınıf bir lise öğrencisi.
Üniversiteye hazırlanmakta.
Çantası soru bankası dolu,
Aklı gelecek kaygıları.
İçinde bir sıkıntı var ki ne ala
Elleri üşüyor
Uzaklarda
Akşam olmakta.
"Sen dilcisin ya, kasma bu kadar. Oh ne rahat!"
Hayaller Hacettepe olunca.
Motivasyon eksikliği belki
güdümlenememek.
Merminin hedefi bulamama sorunsalı,
etraf dağınık dikkat kadar.
Diyor ki, ne gerek var çalışmaya
kazanabilmiş mi isteyen istediğini?
Bu mudur üzen, bilinmez.
Piyano sesi, hep hayranlık.
İmreniyordu, istiyordu hep bir yeteneği olmasını.
Elinden bir şey gelmez, bir baltaya sap olamazdı belki.
Boş yaşardı, iz bırakmazdı, sadece geçip gitmiş olurdu belki.
Son sınıf bir lise öğrencisi.
Üniversiteye hazırlanmakta.
Bilgisayarını kapatıp test çözmek istiyor bir yandan.
Bir yandan aklı bugün yaşanmışlarda.
Özlem duyuyor.
Şu ana.
Olabilirdiler bitirdi onu.
"Moralim düştü."

5 Haziran 2014 Perşembe

nihai son

aklımdan çıkarıp atamadığım nihai son geldi işte. 5 haziran. antalya lisesi 2014 mezunları. ani bir kararla bugün gittim mezuniyete. çekeceğim acıyı bile bile gittim. ve okuldan içeri adımımı attığım anda dönmek istedim. yapamazdım, katlanamazdım. ecem ve ceren bırakmadı. uzunca bir süre göğsümün tam ortasına oturan yumruyla savaştım. ağlamamalıydım. ağlayamazdım. o an, orada olmazdı. yılmazı gördüm ve başımı kaldırıp yüzüne bile bakamadım. öyle bir an oldu ki nefes alamıyordum artık okulda, ecem ile dışarı çıktık. yumruyla savaşmaya devam ettim tüm gücümle ama yenilen taraf yine ben oldum. olmaktan en korktuğum durumdaydım. bir ara sokakta kaldırıma oturmuş gidişine, aptallıklarıma ağlıyordum. ağladım. sonra yeter bu kadar dedim, katlanabilirim. ve okula geri döndüm. tam o sırada isimleri okunuyor, sınıf sınıf geçiyorlardı. yılmazın ismini duyduğum anda gözlerimden akan yaşlarını durduramadım. ali, konuralp... bu yıl mutlu olmamı sağlayan herkes gelecek yıl yoktu artık. gittiler. bitti.
artık eve döneyim dedim, daha fazla kalmam mantıksız dedim. son bir kez veda için konuralpi aradım; ali ile hala konuşmuyorduk. aliyi gördüğümde bu saçma vedanın böyle olmasını istemedim ve sonuç olarak barıştık. onunla küs ayrılsaydım şu an daha kötü bir durumda olabilirdim, tabii böyle bir şey mümkünse. konuralpe aylar önce söylediğim ve bunun için pişmanlık duyduğum sözler. lütfen unut artık onları. sarıldık, vedalaştık. kendimi okulun dışına attım, daha fazla dayanamadım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. bana sarılan ceren ve eceme rağmen hıçkırarak ağladım. gelip beni teselli etmeye çalışan ilhami hocaya rağmen ağladım. sonra gidemedim. ben bir türlü gidemedim. geri döndüm. ali ve konuralpe. mehmet, berkcan, ayda. tekrar tekrar vedalaştık. ayaklarım bir türlü gitmiyordu çünkü ben hala yılmazı görmemiştim. ve nihayetinde onu da gördüm. nihai sonumuza dair gördüğüm tüm rüyalar ve hissettiğim o sarılma ihtiyacı. ama yaptığım tek şey yüzüne bile bakamadan tebrikler hoşça kal demek oldu. sarılamadım bile. sürekli rüyamda gördüğüm anı gerçekleştiremedim. yapamadım. nasıl yapabilirdim ki? bana gelme demişti. beni asla sevmedi. beni asla kabullenmedi. bir de tutup ona zorla sarılacak mıydım? kendim için yaptıklarım bu kadar işte. onu belki de son bir kez görmek. sonrasında söylememe gerek var mı, hıçkırarak ağladım, ağladım, ağladım. artık kimse umurumda değildi. insanların arasından onları görmeden geçtim. sadece ağlayabildim. sarılmadığım için pişman mıyım? elbette. belki de bu son fırsatımdı. üzgünüm. en yakın arkadaşlarımı kaybettim. okulu benim için katlanılabilir kılan, okula mutlu gelmemi sağlayan, bir insanın hayatında sahip olabileceği en iyi dostluklardı. kaybettim yanlış bir ifade. öyle sevdim ki, öyle seviyorum ki aliyi, konuralpi, bugün görmedim ama kaanı. peşlerini bırakmam. süloları olarak kalacağım. sülo olmayı asla unutmayacağım. çilekli sütleri, cici bebeleri, padawanlığı, mala vurmayı asla unutmayacağım. bana hayatımın en iyi yılını yaşattınız. sizi asla unutmayacağım. teşekkür ederim. ali, konuralp, kaan, mehmet, berkcan, umay, gökay, berkay, can...
ve yılmaz.
bu blog sana yazdığım, bana ne kadar acı verdiğini, beni ne kadar mutlu ettiğini anlatan yazılarla dolu. bu blog bir nevi aşkımın güncesi. bu kadar acı çekmeme rağmen emin ol asla ne seni sevmekten vazgeçtim ne de bu acılar için seni suçladım. hata hep benim. biliyorum bu satırlar aramızda yeni başlayan arkadaşlığın sonunu getirecek. senin bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu biliyorum. lütfen, beni affet. özür dilerim. başını ağrıttığım için, seni sinirlendirdiğim için özür dilerim. seni sevdiğim için de özür dilerim. ben asla gerçekleşmeyecek bir hayali kovaladım durdum. bana karşı bu kadar iyi ve anlayışlı olduğun için çok teşekkür ederim. umarım hayatında sevdiğin yerde, sevdiğin kişilerle olursun. beni unut ya da unutma seni asla unutmayacağım. ve seni hala bana o ilk "hadi nen var anlat" dediğin zamanki kadar çok seviyorum.
bana hatırlanmaya değer anılar bıraktınız. hepiniz. umarım sizi kırmamışımdır. hepinizi o kadar çok seviyorum ki. yaptığım bütün aptallıklar için özür dilerim. sülonuzu asla unutmayın dokuzbuçuk halkı.
ve yılmaz; sen de bu takıntılı salak kızı unutma olur mu?

28 Nisan 2014 Pazartesi

Dökülmeceli

Bu covera hasta oldum.
Ben dengesiz bir insanım. 
Garibim de.
Ama şimdi sen bana böyle soğuk ve umursamaz davranırsan sana karşı soğuk ve umursamaz olsam da ben üzülürüm ki.
Ne güzel her şey yolunda, herkes iyi.
Ne güzel her şey bitmişti, yeniden başlattın.
Şimdi de soğuk davranıyorsun, oluyor mu?
Sığıyor mu racona?
Amaan çok da sikimde de diyemiyorum, takıyorum ben böyle şeyleri.
Mesela biri çıkıyor ona neredeyse her gün seni çok seviyorum dememe rağmen sevdiğime inanmıyor. 
Biliyor da inanmıyor.
Hayda. Arkadaşım ben niye sevmediğim adama seni çok seviyorum diyeyim?
Seviyoruz ki söylüyoruz. Seviyoruz ki sürekli yanındayız. Seviyoruz ki best kanka eversın.
Alla alla.
Dün bir garip kafadaydım, her şeyi salladım, kendim için birazcık umursamaz olayım dedim bugün hatta akşamına götümde patladı.
Eftal hep taksın. Eftal hep üzülsün. Hep beraber yıkalım Eftal'i.
Ama bugün eğlendim okulda. Yalan yok.
Da IT'S LYS TIME BITCHES.
Bu yılın bana en büyük hediyesi olan dostlarım gidiyor.
Yarın son gün çoğuna.
Seneye de hiç yoklar.
Neden bu kadar sevdirdiniz allahsızlar?!
Üzülüyorum be.
Özleyeceğim bu yılı, arkadaşlarımı.
3 yıldır bu lisedeyim ve hiçbir yıl bu kadar iyi geçmemişti.
Bu kadar mutlu ve kendim gibi olmamıştım.
Bu kadar sosyal de olmamıştım aslında.
Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın güzel bir yıldı.
Benim için daha bitmedi evet, ama buddyler gidince pek de bir tadı kalmayacak.
Çünkü alıştım.
Teneffüse çıktığımda bir grup genç irisi tarafından allahımın şaşırılmasını özleyeceğim.
Saçma sapan, sapıklı esprileri, o geçilen dalgaları falan.
Küçük sinirlenmeleri, küçük tripleri, küçük yaralanmaları, küçük küsmeleri de özleyeceğim.
Bu yıl açık ara farkla lise hayatımın en iyi yılıydı.
Ve bunun mimarı olan (isimleri sayıyorum sorry)
Başta Ali olmak üzere, Kaan, Konuralp, Mehmet, Berkcan, Berkay ve Yılmaz'a...
Küçük etkilerini üzerimden esirgemeyen Umay'a çok büyük minnettarım.
Gidici/Geçici kankilerim.
Geçicilik konusunda pek emin değilim çünkü bazılarının peşini bırakmayı aklımdan beri geçirmiyorum.
Mesela Ali Çin'e bile gitse benden kurtulamaz.
Sorry bro.
Teker teker hepsi hakkında neler hissettiğimi yazmak isterdim ama bu yazı bitmez o zaman.
Seviyorum işte.
Az da olsa çok da olsa herkes benim hayatıma bir şey kattı.
Eğlendim, manyak eğlendim.
Üzüldüm.
Kötü başlayan ilişkiler oldu.
Yine Ali benden nefret ettiğini söylemişti bir defasında....
Orsp coco.
Benim de patavatsızlıklarım, saçmalıklarım, hatalarım, üzmelerim oldu.
Pişmanım, affedin nolor.
Acısıyla tatlısıyla hayatımın en güzel, en canlı renklerin oldunuz.
Saygı, sevgi ve selamlarla efenim.


6 Nisan 2014 Pazar

Midnight riddiculus!

Haykıracak nefesim kalmamış bile.
Canım sıkıldı yahu.
Bir iyi geceler demeden yatan allahsızlar gördüm.
Denemenin sınavı mı olurmuş?
Uyumalıyım ben.
Zira can sıkıntısı başka türlü geçmez.
Zaman geçmiş ama.
İyi ki  az da olsa değişmişim.
Ulan kese kağıdına layık insanım;
hala laga luga yapıyorum burada.
Atın lan beni dışarı.
Bannlayın olum beni.

30 Mart 2014 Pazar

Varış Noktası

Parsaparlak güneşli bir gündü. Avuçlarından akan ay ışığına aldırmadan yürüdü Köroğlu. Kierkegaard'ın evinin önünden gelen köpek havlamaları yırttı geçti kulak zarını. Olsundu.
Demezlerdi ki bir zaman varmış ve de yokmuş. Zaman var mıymış? Özden önce gelen zaman mıymış, yoksa öz mü geliyormuş önce zamandan?
Ali Baba'nın bir çiftliği varmış. İçinde tapirden tutun da koala yavrusuna değin her türlü hayvan varmış. Bir gün demişler ki kıyamet kopacak. Nuh gelmiş, Ali Baba'nın çiftliğindeki her hayvandan bir dişi bir erkek olmak üzere birer çift almış ve bir gemiye koymuş. Ali Baba'nın çiftliği bomboş kalmış. Issız çiftlikte yalnızmış Ali Baba. Gün olmuş, devran dönmüş, feveran hiç kopmamış. Kırk Haramiler bile ıssız çiftliğe hiç uğramamış. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler de bir şey olmamış. Ne yollarına bir canlı çıkmış ne de altın. O kadar yalnızlarmış ki; bir o kadar da kalabalık. Ergenliğe girmiş bizim şu Haramiler. Onları toplamış Sister Jude, bir manastıra kapatmış. Kapıyı kapatırken de Open yazısını Close'a çevirmeyi unutmamış. İçeride çok gizli işler dönüyormuş, o kadar gizliymiş ki şeytanın bile aklına gelmemiş bu işler. Şeytan normal hayatına devam ediyormuş içeride. Tavla oynuyor, torunlarına kazak örüyor, su dokuyormuş. Sister Jude toplamış etrafına müdavimleri, salsa yapmışlar. Derken pikap kırılmış, plak bozulmuş, pilavın dibi tutmuş. Üzülmüşler.
Heh işte, varmak istenilen nokta.
Üzülmek.
Yalnız kalmak.
Yok canım.
Ahmet Cemil henüz küçücük bir çocuktu babası vefat ettiğinde. En büyük hayali bir kitap yazmaktı. Bu hayalinin peşinde koşarken yolu nerelere düşmedi ki? Zonguldak'ta bir madendeydi. Veremdi. Büyükada'ya yolladılar tedavi için. Aşkı uğruna bıraktı tedaviyi, kaçtı oradan. Aşkıyla evlendi, aşkı öldü. Sonra en yakın dostu öldü. Mai başlayan gece siyah bitmişti, değil mi? Behçet Necati neredeydi o zaman?
Çok sıkı dostlardı Tezer ve Nilgün. Hayata bakışları aynıydı, aşkları, kavgaları. Sevmezdi Tezer bir yerde konaklamayı, hep kaçmak isterdi, en çok da trenleri severdi. Hayatı bekleme salonu olarak gören Nilgün ise bir gün atıverdi kendini evinin balkonundan, terk etti bekleme salonunu. Ardından yazılar bıraktı bu güzel insanlar. Şiirler, anlatılar.
Ölüm vardı sonra.
Ölüm varılan noktaydı.
Son demekti nokta.
Ayrı bedenlerde aynı ruhu taşıyan iki insan. Aşktı bu. Kavuşulamayan aşka yazılan onlarca şiir vardı bir de. Geceler boyu okunuyordu bu şiirler, en çok da gecelerde. Yalnızlıktı geceler, karanlıktı, bir başınalıktı, boynu büküklüktü. En çok da gecelerde acırdı insanlar kendine, en çok da gecelerde ağlanırdı. Sabaha karşı 2 ile 3 arası kıyılırdı canlara. İntihar sabaha karşı 2 ile 3 arasıydı.
Bekleme salonu pat diye terk edilirdi. Sylvia Plath vardı, büyük bir yazarla evlenmişti. Çocukları vardı, sonra boşandı. Londra'ya taşındı. Bir gece çocuklarının yataklarının baş ucuna süt ve kurabiye bıraktı, kapılarını kilitledi, açık kalan kısımları bantladı; gazdan etkilenmesinler diye. Sonra da gazı açtı ve kafasını fırının içine sokarak gerçekleştirdi intiharını. Ruhsal sorunları vardı.
Her akşam işten çıkıp şıp diye eve damlıyordu Cemal. Bir gün Tomris ona "Sen erkek değil misin a canım, dışarıda biraz gez, dolaş. Hep erkenden eve geliyorsun." dedi. Sonraki gün altıyı çeyrek geçe geldi Cemal, sonraki gün altı buçukta. Altıydı önceden eve geliş saati. Bir gün Tomris balkona çıktı örtü silkelemeye. Aşağı baktı ki ne görsün, Cemal apartmanın girişinde merdivenlere oturmuş saatine bakıyor, zamanının dolmasını bekliyordu. Şahsiyet Rötarı dedi Tomris Uyar buna.
Milena vardı sonra, Kafka'nın büyük aşkı. Kafka'nın yazılarını çevirmesi ricasıyla başlayan mektuplarda yaşanan aşk.
Aşk buydu, kavuşamamaktı.
Kavuşmamaktı.
Kavuşulmamaktı.
Birçok erkekle birlikte oldu Tezer Özlü. Bir erkeğin elini tutmadan kendini güvende hissedemezdi. İçindeki boşluk dolmazdı. Tamam olmazdı. Muhtaçtı.
Cezmi Ersöz vardı, çok aşıktı Nilgün Marmara'ya.
Tomris Uyar sonunda Turgut Uyar ile evlendi.
Nazım'ın da Vera'sı vardı.
Mecnun'un da Leyla'sı.
Aşk, ulaşma çabasıydı.
Aşk bu yazıda konu dışıydı.
Hayırdır?
Ölüm varılan noktaydı.
Üzülmek varmak istenilen nokta.
Ölümlü, üzünçlüydü her şey.
Her şeyde az çok melankoli vardı.
Hazan dediğin gamlı olurdu.
Herkesçe anlaşılmasa da olurdu.
Olsundu.
Ben yazacağımın en iyisini yazmıştım.
Yaşam güzergahtı;
Ölüm varış noktası.

23 Mart 2014 Pazar

Dönüşüm

Bir Gregor Samsa değilim dostlar amma ve lakin döndüm.
Nasıl özledim burayı.
Yazmak bir tutku olmuş bende, bırakamıyorum.
Yokluğumda da bıraktım sanmayın, aman ha.
Açıklamakta bir sakınca görmüyorum;
yazmıyordum çünkü YGS çok yakındı.
Ve bilinen üzere sevdiceğim son sınıf, sınava girecekti.
Girdi bitti.
Ben yine burada ucu kötüye dokunan bir şey yazarım diye korktum.
Bana/buna sinir olur diye korktum.
Olacağından değil ya, bir şekilde etki eder diye korktum.
Sonra suçlusu olmayı kaldıramazdım çünkü.
Ben de bu süre için bıraktım yazmayı.
Burada.
Ama Eftal bu, dayanabilir mi?
Dayanamaz tabii ki.
Nitekim dayanamadım da.
Kara gün dostu şu defterler.
Ve gizlili blog.
Ehehehehe.
Ha bir de;
http://www.wattpad.com/story/10869387-bütün
Bu şapşirikko da benim hikaye demeye dilimin varmadığı yazılarım.
Öyle piyasa tarzı, satan şeylerden değil.
Ama ileride bir gün kitap çıkaracak olursam bunlar preview olabilir.
Fikir olsun.
Wattpadde idim.
Tumblrda idim.
Defterimde idim.
Orada idim, burada idim.
Şimdi buradayım.
Twitterın engellenmesi küçük zorluklar çıkarıyor tabii.
DNS bulan üzerime fırlatsın, ciğerim soldu aramaktan.
Tam "Ahha buldum yipii!" dediğim anda bannlandım arkadaşlar.
Çok onur kırıcı bir durumdu.
Üzerine de başka numara bulamadım zaten.
Twitter bağımlısı falan değilim, yani öyleydim sonra kontrol altına aldım.
Hatta sıkıldım bile.
Ama azıcık sosyalliğim vardı, o da gitti yasakla.
Neyse;
Deli saçması tabirinin hiç de sırıtmadığı yazılarımı wattpadde görebilirsiniz.
Ne anlatmak istediğimi ben bile bilmiyorum.
Sadece yazmayı seviyorum işte.
Frekansım değişik.
Blogum daha samimi; bu şekil yazıları burada yazasım gelmiyor.
Fikriyatım üzerine daha çok.
Günlük gibi bir şey.
Şu engelleme kalksa da normal hayata dönsek be.
Yüce rabbım heç gimseyi gısıtlanmış hissettirmesin.
Şakası bir yana bu özgürlüğe açılan bir ateş, bir saldırıdır.
Azıcık mantıklı ve duyarlı olmak gerekir.
Uyanmak gerekir.
Şunun şurasında seçimlere 1 hafta kaldı.
Görelim bakalım eşeğin boku mor mu turuncu mu.
Hadi, au revoir!

17 Mart 2014 Pazartesi

Tahribat nedeniyle kapalıyız.

12 Mart 2014 Çarşamba

*

Güzel ülkemde demokrasi uygulanıyor!
Karşıt fikirler çarpışıyor!
mu demeli?
Hükümetin tekelindeki ağız dalaşı halka da bulaştı!
mı demeli?
Kendimi onca ayıplamama karşın türbandan, dinden kaçar oldum.
Neydi, biz laik bir ülkeydik, demokratik idik.
Genci, yaşlısı, başı açığı, türbanlısı, teisti, ateisti bir idi.
Öyle miydik?
Geçmiş zaman bile sırıtıyor, hiç öyle olduk mu?
Aman kimse bilmesin, aman kimse görmesin diye kuytu köşede namaz kılan var.
İbadetin gizli yapılma durumu bu muydu?
Bir diğer cephede de Allahuekber Vuhuu! nidaları var.
Kandil diye başını kapatıp program yapan bir transseksüel var.
Biraz önce mi ibadet gizli yapılmalı demiştim?
Cihad uğruna can verenlere mi deniliyordu şehit diye?
Peki özgürlük uğruna can verenlere ne deniyor?
Tahmin edeyim, kelle mi?
Bir yanda "köpek ekmek yediği kaba pislemez" mantığıyla hareket edenler,
bir yanda göt kılları,
bir yanda namı diğer bölücüler, çapulcular, anarşikler...
Ulan, ne çapsız adamlarsınız be!
İnsanın içi acıyor fotoğrafları gördükçe.
Hiç mi vicdanınız yok, hiç mi sızlamıyor?
Birazcık empati be.
Koy kendini o biricik evladını kaybeden annenin babanın yerine.
Oğlunun canının o paralar gibi sıfırlandığını düşün bir.
İnsanlık diyorum.
Yok ki insanlık.
Belli bir etikete bürünmeden önce insan olduğunuzu hatırlayın diyorum bir de.
Bu benden değil deyip öteleyeceğinize temelde insan olduğunuzda birleşin.
A kısmı B kısmına, B kısmı A kısmına bağırıyor!
Bu mudur?
Bölücü olduğunu kabullenmiyorsun ama.
Ayrık otlarını yolun bir.
Seçim yakın.
Sonuç ortada.
Gaz kapsüllerinden kör olanlar bir yana;
kumanyalardan kör olanlar var!
Tam isabet!
Kömürüydü, pirinciydi, elektriği olmayan köye çamaşır makinesiydi derken belediye çalışıyor yahu.
Tonla para döküyorsun tabii çalışır.
Hatta öyle çok çalışıyor ki artan parayı da cep harçlığı yapıyor.
Hani bakkala gidersin de üstüne sana kalır ya; o hesap.
Gerçi ekmek almaya gitmek bile ölüm sebebi olmuşken neyin hesabı, o ayrı.
Başbakan olmak da zor lan.
Paraları koyacak yer bulamıyorsun falan.
Yaz erken gelecek bu yıl;
baksanıza şimdiden Mayıs-Haziran havası eser olmuş.
Eee, ben lafa değil icraata bakarım.
Ne demişler; aynası iştir kişinin lafa bakılmaz.
Şah ve mat.

4 Mart 2014 Salı

Karışık

Kötü başlayan bir gün güzelli geçti, güzelli bitti.
Moral bozukluğuna kesin çözüm diyorum; sevilmek.
Sevildiğini hissetmek.
İnsanız, hepimiz kırılırız.
Evet, boktan bir lise hayatım oldu amma ve lakin güzel dostluklar kurmuşum.
Hele ki dil sınıfı.
Uzunca bir vadede unutmayacağım kesin.
Pınar'ı ele alalım; okula kayıt için geldiğim gün görmüşüz birbirimizi.
Daha doğrusu o beni görmüş, ben hatırlamıyorum.
9. sınıftan itibaren bitmedi birliktelik.
Beraber başladık beraber bitireceğiz liseyi.
Gece kevaşesi işte.
My favourite.
Ecem, Ceren, Sıla, Sude, Gizem, Nil...
Pınar'ı açmışsın bizi kesmişsin olmasın; o kerişgen başı.
Işıl ve Dilara pek tabii.
Sevilen insanlar onlar.
Benim için yaptıklarını çok iyi biliyorum.
Beni sevdiklerini de çok iyi biliyorum.
Diyorum ya, güzel dostluklar kurmuşum en azından.
Hatta Kaan, Ali belki Konuralp bile sayılabilir.
Lise be.
Çocuk başlayıp ergin bitiriyorsun.
Sanki mezuniyet yazımmış gibi oldu.
Ne yazık ki daha var.
Olsundu.
Kötü başladım diyordum; kötü başlamadım aslında.
Bir yere kadar gayet güzeldi de, bir yerde ibre dibe vurdu.
Durakta yakalandım.
Her ne kadar kendimi zorlasam da o ilk darbeyle bir iki damla yaş dökmüş olabilirim.
Ezkaza.
Moral bu, bozuluyor.
Eve döneyim dedim.
Hiç uğraşmayayım.
Keyfi kaçtı bugünün.
Meğersem kaçmamış.
Ben orada beni çağıran melankoliyi dinlemedim de okula geldim ya;
iyi ki gelmişim.
Peh.
Deli eğlendim ama bugün.
Sözün özü;
Ne benim ona ihtiyacım var ne de onun bana.
Neither nor yani.
Milyonuncu kez bıktım diyorum da bırakamıyorum.
Öfkeleniyorum da duruluyorum.
Ama çok üzülüyorum be.
Hak ettiğimden daha çok üzülüyorum.
Ben bile kendime üzülüyorum.
Bu kadar muhtaç mıyım sanki?
Değilmişim.
Neyin hayalinde, neyin umudundaymışım?
Ne bir hayalim var ne de bir umudum, bir beklentim.
Boş yaşıyor idim.
Boşuna yaşıyor idim.
Bir dalgaya kapılmış gidiyor idim.
Ama yetti.
19 gün sonra YGS ve ardından benim maraton başlıyor.
Bu yılı boş geçirdiğimi itiraf ediyorum.
Silkinip kendime gelmenin tam sırası.
Aman ha, azami kararlılık.

3 Mart 2014 Pazartesi

Gök gürültüsünden korkuyorum.

Dinlenilen şarkıların insan üzerinde garip etkiler bıraktığı gri günlerden biri.
Gri.
Şarkıda da söylendiği gibi "ice blue silver sky fades into grey"
Fight Club nam filmi izledikten/tamamladıktan sonra Hayri'nin soyadının Durden olduğundan kuşkulandım.
İrdal mıydı? Kim bilir?
Yağmurun sesine karışan melodiler.
Gök gürültüsünden korkmak zayıflara mahsus mu?
Gök gürültüsü hiç mi korkunç değil?
Hiç mi?
Tasavvur ediniz efenim; loştan karanlık karanlıktan aydınlık bir odada bir başınıza oturuyorsunuz.
Size en yakın canlı formu buzdolabındaki salatalıklar.
Ufaktan melankolik şarkılar dinliyor ve yağmurun sesini duyuyorsunuz.
Çok yemekten mütevellit üzerinize ve karnınıza bir ağırlık çöreklenmiş.
Bam!
Bir anda gök gürlüyor.
Küçükken masanın altına saklanırdım, gece ise annem ve babamın yatağında ortalarına girer uyurdum.
Bunlar beni gök gürültüsünden, şimşeklerden korur sanırdım.
Şimdi af buyrunuz eşşek gibi kız olmamdan mütevellit ne yatağa sığabiliyorum ne de masanın altına.
Bobi'ye sarılıyorum yalnızca :(
Bir de kış uykusundaki kurbağalar gibi uyuduğumdan sesleri duymuyorum çoğu zaman.
Ama gündüz, nasıl korkunç.
Sokakta yürürken yalnız olmayı severim.
Islanmayı da.
Amma velakin gök gürültüsü beni en çok o zaman korkutuyor.
Öncesinde gelişen şimşek çakması olayını söylemiyorum bile.
Ben korkak bir insanım belki ama bunlar da korkulası şeyler.
Şu an burada yazıyor isem bu yalnızlığımı kırmak içindir.
Güzelim sessizlikte kitap okuyamıyor isem bu sessizlik her an bozulabileceği içindir.
Blogger bir arkadaş demeyelim de bir tanıdığım var.
Sürekli melankolikli, yalnızlı yazılar yazıyor.
Şu an onu okuyamıyor isem, tumblrda değil isem overdose melankolya aldığım içindir.
Ama bu benzersiz lezzete asla hayır diyemiyorum.
Bu yazıda ufaktan, silik bir ifşa/itiraf gizlidir.
Yoldan sapmadan.

27 Şubat 2014 Perşembe

Büyülü Bir An

Otobüsten yine yanlış durakta inip eve kadar daha fazla yürümek zorunda olduğum bir gün daha.
Büyülü bir an bu.
Tek lambayla aydınlatılmış ıssız sokakta yürürken bir anda Another Day in Paradise kulaklarıma doluyor.
Bir an önce eve ulaşma isteğiyle hızlanan adımlarım yavaşlıyor önce,
yavaşlıyorum.
Bir anda bu ıssız ve loş sokak gözüme daha iyi görünüyor.
Ayrılmak istemiyorum.
Sokak bitsin istemiyorum.
Eve gitmek istemiyorum.
Müziğin, sokağın, ıssızlığın keyfini çıkarıyorum.
Büyülü bir an bu.
Mutlu oluyorum, keyifleniyorum yok yere.
Eşlik ediyorum.
Nefes alıyorum ve bir derin nefes daha.
Okulun stresi ve yorgunluğu, sonrasında dershane, insanlar, yüzler...
Siliyorum hepsini bir an için.
Bir an için her şeyi bir sandığa kapatıyorum.
O anı yaşıyorum; şu anı yaşıyorum.
Yalnızlığımı yaşıyorum.
Büyülü bir an bu.
Şarkı bitene kadar dolanıyorum sokakta; bir türlü evime çıkan yola sapmıyorum.
Derken şarkı sona eriyor.
Yeniden düşünmeye başlıyorum.
Büyülü bir andır bu.

16 Şubat 2014 Pazar

Her an değişebilir.

En sevmediğim durum; önümde bomboş bir sayfa var ve ben yazamıyorum. Yazacak yığınla şey var ama ben çekiniyorum. Cümlelere başlayıp bir türlü sonunu getiremiyorum. Depresif yazmak istemiyorum ama oluyor işte. Hem ne demiş İlhan Berk "Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz." Değil mi ama? İstiyorum ki şöyle bir denize açılayım, bir yalnız kalayım. Biraz okuyayım, biraz yazayım. Ben kıyı insanıyım. Güzel günler geçiriyorum, güneşli günler. Mecazen tabii, ama güneş yakınmış. Geliyormuş, yoldaymış. Daha önce olanın tekrar olmasıdır korkum. Yazdım, uzaklaştı. Bu yüzden yazamıyorum. Çok matah biri değilim, hayatımda ya da kafamın içinde çok bir şey dönmüyor. Dün sabahı hatırlıyorum da; bambaşka bir modda idim. Ev ile durak arasındaki o mesafe ve o yolda geçen mini minicik o güzelim dakikalar günümün en güzel yanı. Sabah pusuyla yeni uyanan yolda yürümek, ıssızlıktan faydalanıp çaktırmadan çalan şarkıya eşlik etmek, bazen deli kaptırıp dans etmek... İnsanların hep tek bir şeye odaklanıp çevrelerinden akıp giden hayatı fark etmediklerini, çok şey kaçırdıklarını düşünürüm. Ben de bilhassa sabahları kendime ya da günüme değil de sadece etrafıma odaklanırım. Durağa giden yolda sürekli karşılaştığım insanlara "Merhaba" demenin ne zararı olabilir ki? İlk zamanlarda korksam da şimdi başını okşayabildiğim köpeklerin de. İnsanların sabah yüzleri hele, en büyük eğlencem. Göz göze geldiğin birine gülümsemekten daha doğal ne olabilir ki? Kabul, bazen tam bir polyanna oluyorum. Her neyse, sapıtmadan. Dün durakta beklerken görme engelli bir kadın geldi. Sopasıyla yoklayarak buldu, geldi, çantasından otobüs kartını çıkarttı beklemeye koyuldu. Bu kadın durakta yanında duran kişiye "Günaydın" dedi. Gülümsedi. Yabani gibi gözüken adam da kadına döndü, hafif şaşırdı o da "Günaydın" dedi. Bu kadardı. Sonra o adam otobüse binerken kadına yardım etti. O anda aklımdan tek şey geçiyordu; ben de o kadının yerinde olabilirdim. Olabilirim de. Hepimiz olabiliriz. Hayatımda gördüğüm ilk görme engelli kişiydi, hatırladığım kadarıyla. O ana dek böyle bir engelin varlığı hep hayali gelmişti. Bir şeyin olabileceğini bilmek katlanılabilir lakin olduğunu bilmek. Bu durum biraz sarsar. Düşündüm de, gördüm de, o kadın mutluydu. Bunu tanımadığını birine gülümseyişinden anlayabiliyordunuz. Kendiyle barışıktı, belli ki engeliyle de. Bunun dünyasının sonu olmadığının farkındaydı. Görme engelli olmanın nasıl bir şey olduğunu düşündüm; hiç kurtuluşu olmayan karanlığı. Şuan bile ne kadar ürpertici geliyor. Sonra şükür faslı geldi. Ben ki, dindar biri değilim. Kimliğimin aksine müslüman da değilim. Ateist, belki. Ben kendimi bu konuda etiketlemek istemiyorum. Ummak her insanın lüksü. Ama şükür faslı diyordum; o an mutlu oldum. Gerçek anlamda. Aslında düşündüğümden daha fazlasına sahibim. Sağlıklıyım, herhangi bir engelim yok, ailem ve arkadaşlarım var, istediklerimi gerçekleştirebileceğim imkanlarım var... İnsan ciddi bir sorunla karşılaştığında o güne kadar dert ettiklerinin aslında ne kadar önemsiz, ne kadar küçük şeyler olduğunu anlıyor; bu da öyle bir andı. Yarınımın garantisi yokken bugünümü mahvetme lüksüne nasıl sahip olabilirim ki? Bencilliklerimle asla geri gelmeyecek zamanlarımı yok ettim, zevk almak varken acı çekmeyi tercih ettim zaten. Bencillik diyorum, her kötülüğün anası bence. Sonra hayattan tat almaya karar verdim, çünkü bugünlerim dün olduğunda onları geri getirme olanağım yok. Karar verdim ve uymadım. İnsan bencil bir varlıktır. Bugün başımdan bir sürü olay geçti. Yanlış durakta inip sağanak yağmurun altında küfrede küfrede yürüdüm örneğin. Şemsiye kullanmam ben. Sonra neden şemsiye kullanmadığımı hatırladım; ıslanmayı seviyorum. Derken adımlarım yavaşladı, saçaklardan kaçtım ve yağmurun, ıslanmanın, ferahlığın tadını çıkardım. Özgür hissediyordum, mutlu hissediyordum. Bu kadar işte. Bu kadar kolay aslında mutlu olmak, canlı hissetmek.
Ne diyordum nerelere geldim. Mutlaka yaşanan her olayın, her durumun birbiriyle bağlantısı olduğuna inanıyorum. Her şerde bir hayır vardır misali, eğer başıma bu geldiyse mutlaka bir nedeni vardır diyorum. Kaderci bir yaklaşım mı? Belki. Bu yazıya nasıl başlayacağımı bile bilmiyordum ama bakın aldı yürüdü.

14 Şubat 2014 Cuma

A Dream Within A Dream

Take this kiss upon the brow!
And, in parting from you know,
Thus much let me avow-
You are not wrong, who deem
That my days have been a dream;
Yet if hope has flown away
In a night, or in a day,
In a vision, or in none,
Is it therefore the less gone?
All that we see or seem
Is but a dream within a dream.
I stand amid the roar

Of a surf-tormanted shore,
And i hold within my hand
Grains of the golden sand-
How few! Yet how they creep
Through my fingers to the deep,
While i weep- while i weep!
Oh God! Can i  not grasp
Them with a tighter clasp?
Oh God! Can i not save
One from the pitiless wave?
Is all that we see or seem
But a dream within a dream?
Üstte görülen bu şiir Edgar Allan Poe'nun en bilinen şiiri. Yani bildiğim kadarıyla. You're So Dark'ı dinlerken aklıma takıldı, ufaktan bir araştırdım ettim falan. Beğendim de. Şimdi anlaşılmayı azami düzeye yükseltmek için Türkçe'sini de bırakıyorum buraya, hayırlı olsun.
Alnına konsun bu öpüş!
Ve, şimdi senden ayrılırken,
İtiraf edeyim ki-
Günlerimi bir düş
Sayarken yanılmıyorsun;
Ama, umut gitmişse uzaklara
Bir gece ya da bir gün

Bir görüntüde ya da bir şeyde olmaksızın
Fark eder mi bu yüzden?
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz
Yalnızca bir düşün içinde bir düş.
Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının
Haykırışları içinde duruyorum-
Ve altın kum taneleri tutuyorum avucumda-
Ne kadar az! Ama nasıl da
Süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlere
Ben ağlarken- ben ağlarken!
Ah tanrım! Daha sıkı
Tutamaz mıyım onları?
Ah tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız dalgadan?
Bir düşün içinde bir düş mü
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?
Bu da böyle bir renk oldu; güzel oldu.
Şimdi gönül rahatlığıyla kitap okumaya dönebilirim.


8 Şubat 2014 Cumartesi

Pişmanlık

Bir yer var biliyorum
Her şeyi söylemek mümkün
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum
Anlatamıyorum.

Sabahtan beri aynı şeyi düşünüyorum; pişmanlıklarımı. Çünkü pişmanlıkların insanı yönlendirdiğine ve kişiliğinde büyük yaralara ve/veya yararlara neden olduğuna inanmak gibi çılgınca bir duyguya kapıldım. Eğer öyle bir şey varsa, ki pek muhtemel, o zaman şöyle bir soru oluşuyor; pişmanlıklar unutulmaz mı? Karşılaştığımız her durumda pişmanlıklarımızın bir etkisi olabilir mi? Karşılaşılan her engel üzerine seçilmeyen o ikinci yol pişmanlık mıdır? 
Bilmiyorum, kafam karışık. Sanırım yemeği fazla kaçırdım, sıkıldım, yine yalnızım, deli yalnızım.
Böyle saçma sapan şeyler düşünüyorum; tutuyorum aşk diyorum, bırakıyorum anılar diyorum, pişmanlık diyorum, yalnızlık diyorum. Birkaç gündür yazmadığımı fark ettim en sonunda yazayım dedim. Belki de sadece yazmaya ihtiyacım vardır. Sanırım Tezer Özlü'nün bu konuda bir kitabı olacaktı.
Ben öyle belli bir konu üzerine mükemmel makale yazabilen biri değilim. Aslında benim yazmak gibi bir yeteneğim de yok. Hep resim çizebilmeyi istemişimdir, en imrendiğim yetenek. Sesim güzel olsun, dans edebileyim, çok zeki olayım, dramatik olayım, yazı yazabileyim, şiir yazabileyim; ne bileyim? Ben hep herkesin imreneceği bir yeteneğim, bana özgü bir şeyim olsun istemişimdir. Ki bu şeyi edinebilmek için de az uğraştım diyemem. Akla erkana sahip olduğum dönemden beri insanlarla tanıştım ve her zaman üzerlerinde iyi bir izlenim bırakmak istedim. Ama zaman ilerledikçe ve insanlardan duyduğum "tanıştığımızda sana çok gıcık olmuştum" yorumu arttıkça şu "tanısan seversin" insanlarından olduğumu anladım ve artık ilk izlenim için kendimi kasmamaya başladım. Bugün bir konuşma esnasında da fark ettiğim üzere yeni arkadaşlar edinme konusunda da kendimi kapattım. Zaman ilerledikçe insanların hakkımda ne düşündüklerinin önemi artmaya başladı ve ben bu yüzden arkadaş eklemeye değil arkadaş eksiltmeye başladım. İnsanları hayatımdan teker teker çıkarttıkça nasıl rahatladığıma şaşırıp buna devam etmek istiyordum. Evet, o hayallerimdeki yalnız kız olmasına olmuştum ama hayallerimdeki gibi mutlu değildim. Aslında, yalnız olmak boktan bir şeydi. Ve çevremde hiç arkadaşım kalmamıştı. Hep böyledir, bir sabah uyanırsınız ve günaydın diyecek kimseniz olmadığını fark edersiniz. Yalnızdım ve bu duruma üzülüyordum üzülmesine de hem yeni insanlar tanıyamayacak kadar korkak hem de eskileriyle tekrar arkadaş olamayacak kadar bilgiliydim. Tekrar arkadaş olmak diye bir deyim yoktur zaten. Arkadaşsındır ya da değilsindir. Eski bir dost geçmişten bir dosttur geçmişte bıraktığın değil. Yetenek diyorduk, her neyse kendi dream girlüm bile olamadım. Gitar çalmayı öğrenmek istedim 6 ders sonra bıraktım, yaratıcı drama derslerine başladım ve sadece 2 defa katıldım. Sorumluluk sahibi ya da hevesli biri değilim. Şu yaşıma kadar birçok kitap okudum ve hep o kitapların yazarı olmak istedim ama yazma denemelerimin hiçbirinde dikiş tutturamadım. Elimden geldiği kadarıyla her şeyi denedim, müzik, spor vs ama hiçbir şeye yeteneğim olmadığını fark ettim. Ben de oluruna bıraktım.
Pişmanlık diyorduk, işte bu benim pişmanlığım. Başka biri olarak doğmamak.
Evet pişmanlıklarım karakterimi geliştirdi, kötü yönde. Eminim bunun için kullanılan bir deyim vardır ama bilmiyorum, yeteri kadar okumuyorum bile. Kendi problemlerimden dolayı insanları itelediğimin farkındayım. Ani çıkışlarda bulunabiliyorum çoğu zaman. Aynı evin içinde 3 kişi birbirini görmeden yaşayabilir mi? Bizim evde yaşayabiliyor. Kalabalıkta da yapamıyorum yalnızlıkta da. Daha iyi bir insan olamadığım için pişmanım. Daha zeki, daha entel, daha havalı, daha yetenekli... Evet sahip olduklarım beni ben yapan şeyler, peki neye sahibim?
Biraz iç karartıcı biraz da tutarsız oldu sanırım. Ama dedim ya, yazmak gibi bir yeteneğim de yok.

5 Şubat 2014 Çarşamba

Eftalking

Bazen yazmak kaçınılmaz bir gereksinim haline geliyor. Anlatmam gereken, içimde tutmak istemediğim şeyler oluyor ve kimseyle konuşamıyorum. Konuşacak kimse olmadığından değil, yani tamamen benim saçmalığım, anlatamıyorum bir türlü. Şuan da o anlardan biri. Galiba 20 yaş dişim çıkıyor, canım acıyor. Her şeyi içimden geldiği gibi burada da anlatamıyorum, yani çoğu zaman. Yılmaz'ın okuduğunu bilmem yetiyor. Ya da Umay'ın ya da liseden başka başka kişilerin. Zaten anlattıklarımsa sorun değil. Bunları yazmak bile çok kolay değil, şubat ayı gece soğuğuna rağmen tişörtleyim ve çok tatlış çoraplarımın sarmaladığı ayaklarım terliyor. Ellerim Snape'in Harry'e bakışı kadar soğuk. Yarım saat kadar önce ne sikim düşündüysem Yılmaz'a dm attım ve her an beni unfollowlamasını bekliyorum. Ki komik tarafı; mesajı atmaya karar verdiğim anda midem kıpraşmaya, böbreklerim titremeye, karaciğerim Jüpiter ulusal karşılamasını yapmaya, ellerim uyuşmaya başladı. Böyle saç diplerimden ayak parmaklarımın üzerindeki o küçük tüycüklere kadar ürperdim falan. Garip bir his. Neyse sakin olayım çünkü terslemeden cevap verdi. O kadar paranoyaklaştım ki... Ne zaman biri takip etmeyi bıraksa kesin Yılmaz diyorum. Ufaktan sıyırdım galiba. Ya da tamamen dişimin canımı acıtması kaynaklı, bilemedim. Ehehehehhe. Nihayet kitap danışmak istediğim yegane kişilerden birine kitap danışabildim. Ne bileyim tüm o beni uzaklaştırma, itme ve soğuk davranma durumlarından sonra normal konuştuğunda aşırı seviniyorum. Ve şaşırıyorum. Gelen mesajı açmaya korkuyorum tersleyecek diye, parmaklarımın arasından bakıyorum. Sonra terslemediğini görünce sevincimi dışarı yansıtıp kafamı vuruyorum. Seriously woman, boynum kopup gidecek galiba.
Yazma konusuna gelirsek. Burada rahat olamıyorsam acaba kimsenin bilmediği yeni bir blog mu açmalıyım? Bunu gerçekten düşündüm. Ama ben bu blogu da öncekinden kaçmak için açmıştım. Hatta blogta yazmaya başlama amacım da içimi olduğu gibi dökmekti. Yani zaman içinde amacımdan sapıp kendimle çelişmeye başladım. Olmamalı. Ve burada gelişine yazma kararı aldım. Görünen o ki burası daha çok sıkıcı bir hal alacak, yani hala okuyorsanız; okumayın. Gerçekten.
Tamam, cidden Yılmaz'dan kitap istediğime inanamıyorum. Seriously girl what's wrong with you?! Cevaba bakmaya korkuyoruum. Çok fazla AHS izledim galiba, sürekli bir nigga ağzı dönüyor beynimde. Tam bir zenci yelloz zihnine sahibim şuan. Çok korkuyorum. Uzattıkça uzatıyorum ama her an bunun da öncekiler gibi "Amacın ne Eftal?" e bağlanmasını bekliyorum. Ve bundan korkuyorum. 2 gün önce günlüğüme sakın kapılma, sakın abartma, AYNI HATALARI YAPMA!!! yazdım ve aynı hataları yapıyorum. Tam da benden beklendiği şekilde, değil mi? Üff şuan Ecem, Ceren veya Aslı yanımda olsa ne biçim döverlerdi beni. Stop yelling me!!! Mantıklı düşünüp mantıksız davranmama ne demeli? Yapmamam gerektiğini bile bile yapıyorum işte. Sonuçlarını da biliyorum ama engel olamıyorum. Sanırım şeytan ruhumu ele geçirdi arkadaşlar siz gidip kendinizi kurtarın. Hemen!!
Bir de şu geçen gün peşime takılan tekerlekli sandalyeli adamdan sonra şansım mı açıldı nedir, ehehehehe. Geçen gün de durağa giderken çocuğun teki yapıştı, abim sana hasta olmuş bi selam verir misin aha da şurda bak bakıyo, diye. Egoist mi olsam? Ya da yok okulda bu konuda benden bin kat üstün kişiler var aşık atamam. Neyse, Yılmaz'la konuşmayı suyunu çıkarmadan bırakmalıyım. Her an saçmalamaya başlayabilirim yoksa. Ona da yazık. 5 güne okul açılıyor, uyanamayacağım gibi bir gerçek var. Bir de servisi bıraktım. Azıcık pişman olmaya başlamış olabilirim, en azından benim yerime okula yetişmeyi Aydoğan amca düşünüyordu çünkü. Hala evden kaçta çıkacağıma karar vermedim tabii. Ayrıca kalabalık otobüslere binememe şeklinde über saçma bir korkum da var. Aynı şeyi asansörde de gösteriyorum. Tek başıma asansöre binemiyorum da ben. Ya da kıyafet kabinleri ama şu butiklerde olanlardan. Sonradan eklenmiş, şantiye tuvaleti gibi olanlar. Klostrofobik değilimdir de 29 varım. Neyse, kesin sürekli geç kalacağım. Ceren haklı, olduğu gibi yazmak çok daha rahatlatıcı. Keyfim yerine geldi be. Yılmaz'la konuştum falan. Bir de elimi bilgisayarımın köşesine pis vurdum. Bu geceden sağ çıkabilecek miyim tanrım? Nys sn mşglsn glb.
Artık susmalıyım. Mutlu da oldum. Gidip biraz Tezer Özlü araştırması yapayım.
Ammaaa. Keşke geçmişe dönüp şu vodkayla su bardağı shot yapmaya çalışan Eftal'e her şeyin daha iyi olacağını söyleyebilsem. Tanrım, sabaha kadar o kadar çok ağlamıştım ki bir ara kendi sümüğümde boğulacağımdan korkmuştum. Bir de 10 Kasım var tabii. Dün Ali'yle konuştuk, Yılmaz yanımda dururken neler yaşadığımı, aynı anda 564891568 duygunun birden bünyeme hücum ettiğini anlattım. O da kendini kötü hissettiğini söyledi. Neden diye sorunca da; "Sen Yılmaz'ın yanında bunları hissederken ben ona milyon tane 9buçuk gösterdim." dedi. Umarım çok fazla needy görünmüyorumdur. Aslında Ali'yle Yılmaz hakkında konuşmak çok rahatlatıcı. Hem ben onun ne düşündüğünü, neden öyle davrandığını anlıyorum; hem de onlara kendi bakış açımı sunabiliyorum. Böylece en azından hakkımda kötü düşünmediklerini düşünüp içimi rahatlatıyorum.
Gidemedim.
Hala okuyorsanız ve bundan banane ya deyip gitmediyseniz çok sağ olun!
Seviyorum ulen herkesi!
Pıtırcık Eftal.

"İnsan sevdikçe iyileşiyor anladım."

İyi haber; sinir olmuyormuş.
Çok çok iyi haber.
Kötü haber ise açıklayamadığım ve anlamlandıramadığım sebeplerden ötürü mumla arıyorum Yılmaz'ı.
Daha bi çok özlüyorum sanki.
Geçemiyorum.
Bırakıp devam edemiyorum.
Kalakalıyorum.
İnsanların başını şişirmeye devam ediyorum.
İnsanlardan kaçmaya da.
Çoğu zaman kendimi zor tutuyorum bir şey yazmamak için.
Korkuyorum da
yine bırakırsa diye.
Sakın ha, bir şey düşünmüyorum, bir şey beklemiyorum.
Seviyorum be.
Sürekli ondan bahsetmeyi seviyorum.
Herkese onu anlatmayı seviyorum.
Hayal kurmayı seviyorum.
Okuduğum her satırın, dizenin, dinlediğim her şarkının onu anımsatmasını seviyorum.
"Acaba o ne derdi?" "Acaba o ne düşünürdü?" diye kafa yormayı seviyorum.
Onun yazdıklarını okumayı seviyorum.
An geliyor, aynı şeylerden zevk aldığımızı, aynı şeyleri sevdiğimizi seviyorum.
Seviyorum işte.
Onun hakkında en rahat konuştuğum kişi de en yakın arkadaşı.
Sanırım bunalıyor o da ama ben içimi döküyorum.
Bilmem söylemeli mi?
En fenası da, herkeste ama herkeste ondan izler arıyorum.
Ona benzesinler istiyorum.
Eğer benzemiyorlarsa soğuyorum, uzaklaşıyorum.
Bendeki tüm yaraları o açıyor,
ben sevdikçe kapatıyorum.
"İnsan sevdikçe iyileşiyor artık anladım."

4 Şubat 2014 Salı

37

uyumamı engelleyen bir şey var,
kafamın içinde dönüp duran tek bir cümle;
"sana sinir oluyor"
tüm gün ve gecenin büyük kısmının ardından sadece bu cümle.
ben bu duyguyu daha önce de yaşamıştım,
yılmaz bana
"gökay senden nefret ediyor" dediğinde.
ama bu kadar acıtmamıştı.
hem ben gökay'a hiç aşık olmadım ki.
selamlaşıyoruz, adam akıllı konuştuk bile.
ama her şey geride kaldıktan sonra.
vakit yok.
biz asla normal olamayacağız.
benden nefret ettiğini
ya da bana sinir olduğunu
zaten biliyordum, yalnızca
bunu duymak, kesin olduğunu görmek
fazlasıyla acıttı.
içimi dökebileceğim kimse yok,
ben de buraya geldim işte.
midemde bir burukluk.
ben kötü biri değilim.
kötü bir şey de yapmadım.
sevmenin neresi kötü?
hiç anlamadım.
anlamıyorum da.
beni sevmeyeceğini, sevmediğini biliyorum ama
kötü ayrılmak istemeyen de oydu.
neden konu yılmaz olunca bu kadar kötü hissediyorum ki?
aşkın pozitif bir duygu olması gerekmiyor muydu?
midede kelebekler uçuşuyor, meksika biberi bile tatlı gelmiyor muydu?
bu aşksa benimki başka bir şey.
içten içe kemiriyor işte.
kanser gibi bir şey.

3 Şubat 2014 Pazartesi

Oluyor 2 Mevsim

Bin bir parçalık ruh tanelerimi getiriyorum
Bin ikinciyi sen alıyorsun.
Bir anda tüm özneler sen oluyorsun.
Sen, bir anda dünyanın merkezini elliyorsun
Nasıl oluyor, şehrime bahar geliyor.
Kuşlar sevgi tozu üflüyor solmuş kalplere
ve sen bir çiçekte açıyorsun.
Nasıl oluyor, şehrime bahar geliyor.
Aylardan Mayıs oluyor gül tadında her yer
ne günah kalıyor ne şer
bu bahçe biraz sen kokuyor;
nasıl oluyor, şehrime bahar geliyor.
Her boşluk, her hiçlik, her yangın yeri
umut uğruna dökülen her alın teri
her çocuk kahkahası sevinçle kucaklayan geleceği;
Ve sen bir anda benliğimin merkezini elliyorsun
Nasıl oluyor, şehrime bahar geliyor.
Küçük parmakları soğuğun
buz tutan her soluğun
ardı arkası kesiliyor.
Nasıl oluyor, şehrime bahar geliyor;
Ve sen bir anda sevdamın merkezinde beliriyorsun.
Hakaret yağdıran  fırtınalar
cümlelerinden oluşan kasırgalar
olmazlar saçan lavlar, hayırlar yüklü hortumlar.
Gidişin felaketi çağırıyor,
varsızlığın kıyamet.
Güzelim çiçekleri hapsediyor hiçliğin.
Güneşi söndüren de kinlerin.
Ve nasıl oluyor, sen bir anda başını çevirip gidiyorsun;
Yerinden ettiğin onca yıldız parlaklığında her küfrün
Acıttığın masum hayallerin suçlusu yok senden başka,
nasıl oluyor, özneler yüklemleri terk ediyor.
Yorgun ellerimde geçmişin tozu yüklü, ağır zaman, ağırlaşmış
Bildiğim tüm kitaplar, sahip olduğum tüm ayraçlar tükenmiş
Ölü bir kuşun ötüşünde gizli yarım kalmışlığım.
Baktığım tüm aynalar can kırıklarıyla bezenmiş,
civayla bilenmiş.
Acıyan canım mı ağırlığım mı?
Soğukluğu geceye hiç yakıştıramıyor ayak parmaklarım.
Sensizliği hiç yakıştıramıyor geceye soluk alışlarım.
Gözlerim, seslerim, nefeslerim, daha nelerim?
Ve bin bir parçaya ayrılıyor bir anda ruh tanelerim.
Nasıl oluyor, şehrime gelen bahar
seninle birlikte
bizi
terk ediyor.

30 Ocak 2014 Perşembe

Selam

Garip ama güzel de bir gün yaşadım, anlatayım efenim.
Kapalı, yağmurlu hatta ve hatta fırtınalı birkaç Antalya gününün ardından güzel şehrim özüne döndü ve deyim yerindeyse yazdan kalma bir gün yaşadık. Tabii Eftal bu durur mu, geçirir mi hiç böyle güzel bir günü evde. Bir iki kişiye sordum işleri varmış ben de yalnız takılmaya karar verdim. Yalnızken n'apılır? Evvet, yürüyüş yapılır. Olmadı çay bahçesine gidilir ve denize karşı çayı yudumlarken kitap okunur. Veyahut ikisi birlikte yapılır. Nitekim ben de onu seçtim. Çıktım evden, tam yürüyüş modundayım. Ama öncesinde kuaförde 5 dakikalık bir işim vardı, yani ben öyle düşünmüşüm. O 5 dakikalık iş oldu mu sana yarım saat. Kadın bekletti de bekletti ama olsun ben de pedikür yapılışını görmüş oldum. Neyse efenim, işim bitince atladım otobüse Işıklar'a geldim. Benim yalnız takılma planım Kaan'la takılma planına dönüştü, ama beklemem gereken bir saat dilimi vardı. Çay bahçesine gidemeyecek kadar küçük bir dilimdi o ben de Işıl'ı basayım dedim. Reflex'te yer bildirimi yapmıştı, kesin Just Dance'tedir dedim daldım içeri. Tövbe. İçeridekiler Işıl değil bir çiftti ve tam öpüşürken içeri dalmıştım. Onların toparlanışı, benim dalışım ve özürlerim ve kaçışım. Arkama bakmadan çıktım tabii oradan. Işıl'a da mesaj atıyordum ki Işıklar'da olanlarınız görmüşsünüzdür belki bugün, tekerlekli sandalyede bir genç vardı. Sanırım mendil satıyordu. Ben yürüyorum, önümde. Arkasını dönüp dönüp bana şarkı söylemeye başladı, üzerime alınmadım bile. Laf atarak geliştirdi, adımlarımı hızlandırdım o da hızlandı, bildiğin peşime takıldı bırakmıyor. Bana laf attıkça etraftakiler de bakmaya başladı, baya rezillik. Her neyse, baya sözlü tacize uğradıktan sonra dayanamadım artık "Müsaade eder misin lütfen?" dedim. Bak bak nasıl da kibarım. Ama karşı taraf pek de kibar değildi, "sana seve seve müsaade ederim güzelim." dedi. O an güzelim nidasından soğudum be. "İsmini söyler misin ;))) Numaranı versene ;))) Konuşalım mı ;)))))" Ondan kaçtım, Reflex'e geri döneceğim diye ara sokağa girdim. Daha fenaydı. Arkadaşlar Antalya'da yokluk yok. Çıkın gezin yahu. Reflex'e sağ salim ulaşıp Işıl ve yanındakilerle biraz vakit geçirdim ve ardından morali bozuk bir Kaan'la buluştum. Sanırım salaklıklarımla morali biraz düzeldi. Bütün gün kapalı ve havasız alanlarda olduğumdan attım kendimi parka. Kaan'ı da yanımda sürükledim tabii. Zavallı kederli Kaan bir de benimle uğraşmak zorunda kaldı. Acınası. Bir de bir haftalığına abilere gidecekmiş o daha da acı vericiydi bence. Konu ya da kişi ne olursa olsun can sıkmaya değmez be Kaan, efkara bağlama, sil o göz yaşlarını my child. Mesajımı da verdim. Ciddili ciddili konuşurken nasıl bağlandıysa komikli bir muhabbet başladı. Baya da eğlendim. Sonra da Ali geldi, o gelince de eğlendim. Hatta aynı gün içinde 2 kez kız olarak addedildim, ne mutlu bana. Kaş şeklimi de güzel buldu, hoş bi şey. Aslında ufaktan da rezildim. Dedim ya, yürüyüş yapacağım diye çıktım spontane gelişti her şey, üzerimde tayt vardı ulan. Tayt kim ben kim. Saçlarım ev topuzu, parfüm sıktığıma şükrettim o derece. Gram özenmemişim, eh biraz öz güven kırıklığı vardı tabii. Ayrıca çişim de vardı ve karnım ağrıyordu. Biraz daha otursaydık çok gıcık bir insana dönüşebilirdim, iyi kurtuldular. Hiç hak etmediğim bir unvanla bilindiğimi öğrendim, o da iyi olmadı yani. Tanımadığım insanların beni Yılmazınki diye tanıması boktan bir durum. Kaancığımın depresifliğine depresiflik kattığım "beni tanımadan önce hakkımda ne düşünüyordun?" konusu benim için de geçerli. Şimdi Yılmaz'dan duyulduğu kadarıyla hakkımda kötü şeyler düşünülmesi muhtemel. Obsesif, yüzsüz vs. Gerçi tanıyınca da bir şey değişmiyor şimdi de saf diyorlar bana, peh. Her neyse. Güzeldi efenim. Çişime, karın ağrıma ve taytımdan fırlayan devasa bacaklarıma rağmen güzeldi. Eğlendim yani. Pamuk şekere nasıl hayır dedim bilemiyorum. Kazançlı bir iddiadan kaçtığıma yanıyorum. Çişim olmadığı bir ara ise seve seve zıplarım. Heykele de çıkarım. Suya atlamam. Sanırım Ali çocukluğunu pek yaşayamamış.
Bilmem okur musunuz, sevgili Ali ve sevgili Kaan,
Garip olan, benim bir türlü konduramadığım Yılmaz'a rağmen benimle arkadaş olmanız.

Evet, sizinle arkadaş olmam benim arkadaşlarım tarafından da pek kabul görmüyor.
Hala kesin bir çıkarları var, kesin kullanacaklar şeklinde fikirleri.
Buna rağmen sizinle konuşuyorum hatta bir adım ileri gidip dertleşiyorum bile.
Bence moral bozmaya, üzülmeye gerek yok.
En azından benim yüzümden.
Biraz salak, belki de küçük bir parça saf ve patavatsız olabilirim.
Ama sizinle arkadaş olmaktan memnunum.
BB.
Çiş torbam patlamadan eve ulaştım ve mutlu son. Şimdi de deli açım. Yemeeeek.

29 Ocak 2014 Çarşamba


27 Ocak 2014 Pazartesi

"Sevmek ne uzun kelime."

Hiç sarılmadığın bir bedeni özleyebilir misin?
Hiç tutmadığın elleri, sesini, kokusunu, nabzını hissetmeyi peki?
Özleyebilirmişsin.
Bakışlarını üzerinde hissetmeyi, kötü de olsa en azından senden bahsettiğini, seni düşündüğünü bilmeyi, hiç beklemediğin bir anda karşına çıkmasını da özleyebilirmişsin.
Sonun yaklaştığını bildiğinde artık bu nihai sondan başkasını düşünemez oluyormuşsun.
Bilincin de bilinçaltın da yalnızca bu sona yöneliyormuş.
En olmadık anda aklına geliyor, üzülüyormuşsun.
Tecrübeyle sabit.
Kim bilir kaçıncı rüyaydı bu gidişini gördüğüm.
Ona ilk ve son defa sarılmak şeklinde ucuz istekler duyduğum.
Ağlayarak uyandığım.
Ben ne ara böylesine zayıf biri oldum, bilemiyorum.
Geçmiş yazılarıma bakıyorum, defterime bakıyorum hepi topu 40 sayfa civarı bir şey yazmışım,
27si onun hakkında, kalanı şiir.
Onun hakkında olanlarda da bir "vazgeçeceğim" demişim hemen ertesi "yok abi seviyorum" demişim.
Böyle de iradesiz olmuşum ben.
Korkuyorum da.
Kaybetmekten korkuyorum.
Aslında hiç sahip olmadığımı bile bile kaybetmekten korkuyorum.
Ben kendimi öyle bir alıştırmışım ki, kopamıyorum.
Kopmaktan, boşluğa düşmekten korkuyorum.
Öyle bir düğüm ki bu yalnızca o gidince çözülecek.
Atalara güvenmekten başka çare kalmadı.
Bakalım gerçekten göz görmeyince gönül katlanacak mı?

25 Ocak 2014 Cumartesi

Birdenbire her şeyi hoşuma gitmişti. Ama ben onun birdenbire hoşuna gitmemiştim. Ağır ağır hoşuna gider miyim acaba? Buralarını düşünmedim. Düşünmedim, hemen o gece ona aşık oldum.

23 Ocak 2014 Perşembe

derdimi söyledim hadi derman bulun

abiler ablalar
benim bir derdim var.
dediydim, bırakıyorum artık bu işleri
yılmaz da kimmiş pehey dediydim.
saatler öncesine defterime
insanın istedi mi her şeyi başarabileceğini öğretti bana yazdıydım.
annem hep şey der ben onu kızdırdığımda
"ben ölünce sıçtığım boku mumla ararsın"
al işte, öyle oldu şuan.
tabii ölüm, bok, mum falan yok.
bakıyorum etrafıma, insanlarla konuşuyorum
anlaşılamıyorum.
kitap diyorum, şiir diyorum, müzik diyorum
olmuyor, ortaklaşamıyorum.
sonra da gayri ihtiyari
yılmaz olsa anlardı diyorum
o kesin bilir diyorum
o severdi diyorum
töbe bismillah bir şey oluyor bana böyle.
aynı dili konuşmak istiyorum ben.
şükür ki oğuzhan var.
yeni tanışmamıza rağmen birbirimizi telefon rehberine "ruh ikizim" diye kaydedecek kadar
şiir, müzik, kişilik hatta harflere kadar aynılık gösterdiğimiz
aynı fularlara sahip olduğumuz
aynı tarz konuştuğumuz
benim neden bahsettiğimi bilen biri.
yoksa sıyırırdım bizim 45liği alimallah.
ama dert şu;
ben böyle kimse beni anlamıyor
neden kimse beni anlamıyor
anlayın ulen
triplerine girersem
maazallah bir de küller yeniden alevleniverirse
sıçıp sıvarsam en argolusundan
ne yaparım?
ama, ne bileyim.
gönül muhabbet ister çay bahane.
yılmaz gibi biri olsun ama yılmaz olmasın.
ya da oğuzhan antalya'ya taşınsın.
aslı da kapılıp gelsin rüzgarıma.
yok arkadaş.
best friendin gitti miydi olmuyo
uzak mesafe ilişkileri bokumu yesin.
biiiiiiiiiir deeeeeeeeeeerdiiiiiiiiiim vaaaaaaaaaaaaar aaaaaartıııııııııııııııııık
tutuveremiyorum içimde.

21 Ocak 2014 Salı

dönüm noktası

"kitap okumanın değerini bilenlere en yüce sevgilerimle"
bir değişiklik yapıp sizlere üzerimde etki bırakan, kim bilir belki bir gün ben de tarzı cümlelere başlatan, "iyi okuyor" iltifatlarına nail olmamı sağlayan, tabiri caizse dönüm noktası değerindeki kitaplardan bahsedeyim. velev ki bu yazım okunuyorsa bir umut kitap okumayı da seviyorsunuzdur, öneri olur. bir taşla çift kuşu yerinden ederiz.
Sol baştaki, yanlış hatırlamıyorsam daha önce de önermiştim, Ahmet Hamdi Tanpınar'dan yeisle kendimi kınayarak belirttiğim ve tek okuduğum kitap; Saatleri Ayarlama Enstitüsü.
Üzerimde güzel etkiler bırakmakla birlikte, itiraf edeyim, kitabın kapağını kapattığım andan şuana dek süregelen zaman zarfında sahip olduğum en sahici hayali arkadaşı bana bağışlamıştır. Uzun uzadıya tafsilata lüzum yok, Hayri İrdal'a sonsuz sevgiler.
1984 çoğunlukça bilinen ve bilinmesi gereken bir kitap, George Orwell'dan. Maamafih, Hayvan Çiftliği de okunmalı. Anlatımdı, konuydu, karakterlerdi; hepsi iyi hepsi sürükleyici. Akıcı bir anlatıma sahip. Favori unvanına layık.
Reşat Nuri Güntekin küçüklüğümden beri bildiğim, sevdiğim bir yazar. Kitaplarından uyarlanmış dizileri izlemekten esefle kaçındığım lakin arada bir rüzgarına kapıldığım bir yazar. Zamanının dilinin tüm bilinmezliğine ve ağırlığına rağmen üslubuyla okuyucuyu hemen yakalayabilen bir yazar. Ruhu şad olsun. Ata'mın başucu kitabı Çalıkuşu ilk okuduğum romandır. Çok etkilenip Acımak'ı da okumuştum. Ve bana bu yazıyı yazma ilhamını veren Bir Kadın Düşmanı da %100 başarının timsalidir.
Sol Ayağım'ın manevi değeri anlatmakla bitmez. Ben henüz minimini bir ilköğretim öğrencisi iken abim Ölü Ozanlar Derneği'yle beraber vermişti bana onu. İlklerimden. Birçok kez dönüp okumuşumdur. Maneviyatı bir yana edebiyatı da dilime destandır. Ölü Ozanlar Derneği'nin filmi de görülmeli.
Hüseyin Rahmi'nin burada ne işi var diyebilirsiniz. İlk genç kızlık dönemim pek çok ergen gibi İpek Ongun okuyarak geçti. Bir Genç Kızın Gizli Defteri serisi malumunuz. Orada bahsi geçen bir kitaptı, alıp okumuştum. Okuduğum ilk ağırbaşlı romanlardan olarak bu listeye girmeye hak kazandı.
İhsan Oktay Anar-Puslu Kıtalar Atlası. Dilimden düşürmediğim. Beslediğim hayranlığın da tesiriyle üslubumda yer verdiğim yazarlardan. Suskunlar ve Efresiyab'ın Hikayeleri, ki ikinciyi yeni aldım henüz okumak nasip olmadı ama şüphem yoktur ki çirkin olsun, okunmaya değer. Bilhassa Puslu Kıtalar Atlası'nın çarpıcı sonu sizi de benim gibi İhsan Oktay'ın o muazzam, o dehşetengiz zekasına hayran bırakacak. Belki, minicik bir ihtimal başında sıkılabilirsiniz, o vakit sesli okumayı deneyin bende çok işe yaramıştı.
Evet, bu güzellikler şimdilik böyle. Okunursa, yayılırsa, edebiyat sevgisi artarsa ne mutlu bana. Ben arada bir naçizane zevklerimi sunarım yine.
Hoş kalınız efendim, hoşça kalınız.


gece yarısı

kendim olmak için hiçbi vakit geç değil. olmaz da. ben ki tozlu dağları aştım geldim, nazlı yari geçtim geldim, elime geçirdiğim tüm fırsatları kaldırım kenarında unuttum geldim. geldim, gördüm, öğrendim. şarkılar dinledim sözleri güzeldi, şarkılar güzel melodili, şarkılar duygulu. ama hep de en ihtiyacın olan anda bulamıyorsun doğru şarkıyı ayrıca hep değişiyor en sevilen şarkı. bunu dinlesem yadırganır, bunu dinlesem eziksenir, bunu dinleyeyim belki havalı olurum. hayır, asla. ben, beni dinliyorum. beni okuyorum. beni izliyorum. beni yazıyorum. ondandır ben her bulduğumun altını çiziyorum. ben her izlediğimden, her okuduğumdan, her dinlediğimden hayal kuruyorum. ben ben değilim. ben ben olmayı sevmiyorum lakin elimden gelen kısıtlı. ben bir şekilde varım diyorum, buradayım diyorum, nefes alıyorum, yaşıyorum, canlıyım diyorum. ben yazıyorum, ben otobüse biniyorum, ben para ödüyorum, ben gülüyorum, ben konuşuyorum, ben anlıyorum. duraksıyorum. anlatamıyorum. kafamı karıştırıyor bir şeyler, dibim tutmuyor. temeli sağlam olmayan bir bina gibiyim, uygun bir sıfat arıyorum bulamıyorum. söylesenize, hangi karadenizli müteahhit satabilir beni? ben bir obje, bir mal, bir araç gereç miyim? ben neyim bu dünya üzerinde? ben gittiğimde bir şeyler kalacak mı benden geriye? bir iz miyim? iz. marit. çekiniyorum, çekincelerim var. bunu yapsam yadırganır, bunu yapsam eziksenir, bunu yapayım belki daha normal olurum. ben, insanlardan korkuyorum.

18 Ocak 2014 Cumartesi

Dream on Brooklyn


Güneşli bir Brooklyn sabahında küçük penceremden yatağıma sızan güneş ışınları elimin ve üzerimdeki örtüden fırlamış ayağımın üzerini döverken sokaktan gelen korna sesleriyle uyandım. Gözlerimi açıp güzelce bir gerindikten sonra istemeye istemeye yatağımdan dışarı çıkıp halihazırda bir kısmı açık olan perdemi tamamen açtım. Derin bir nefes aldım sabah serinliğinden, başımı hafifçe sola çevirip parmak ucumda yükselince anca görebildiğim Brooklyn Köprüsü'ne baktım yine. Küçük evimin küçük mutfağına doğru ilerledim sonra. Vakit henüz erken olduğundan canım yemek yemek istemiyordu ama yakışıklı bir çaya da hayır demedim. Cumartesileri seviyorum. Hafta içi koşuşturmalarından sıyrılıp evimde vakit geçirmeyi seviyorum. Küçük ama kullanışlı bir evim var, stüdyo tipi bir daire. İki pencereden biri yatağımın hemen yanında, diğerinin önünde ise bu hayatta vakit geçirmeyi en çok sevdiğim yer var. Hem çalışma hem de yemek masası olarak kullandığım ve teknolojinin tüm nimetlerine nispet edercesine en özendiğim yazılarımı yazdığım güzelim daktilom. Onu antikacıdan değerine göre oldukça düşük bir fiyata aldığımda ne kadar da şaşırmıştım. Hala iyi durumda oluşuna da bir o kadar şaşırmıştım tabii. Büyükçe bir kitaplık, kıyafet dolabı ve iki kişilik çoğu gece kitap okurken uyuyakaldığım emektar koltuğum da evimin demirbaşlarından. Birkaç gün önce artık emekliye ayrıldığı için yeri boş kalan elden düşme televizyonumun yerini şuan diz üstü bilgisayarım dolduruyor. Teknolojiden sonsuza dek kaçamıyorsun, daktiloda skype görüşmeleri yapılacak gelişme gösterilemedi. Küçük mutfağım, içinde hem keyiflik küvetimi hem de tuvaleti barındıran küçük banyom, küçük mutfağım ve sokak kapısı. Bir de yatağımın yanındaki pencerenin önündeki bilhassa akşamları güzelim New York ışıklarını seyredip hayaller kurduğum yangın merdiveni.
Çayımı alıp hafta boyu biriktirdiğim gazatelere bir göz gezdiriyorum. Beni ilgilendiren çok bir şey olmaması içimi rahatlatıyor, bir kriz ya da grev veyahut ülkemde gelişen ve dünya medyasına taşan bir olay yüzünden moralimin bozulmasını ve bu güzel sabahın mahvolmasını istemiyorum.

diye devam edebilirdim. Ama bunların gerçekle bir alakası yok tabii. Brooklyn'de yaşamak şeklinde bir hayalim olduğunu anlamışsınızdır herhalde. En büyüğünden bir hayal hem de. Geceleri kafamı epeyce meşgul eden bir hayal. Ülkemi seviyorum ama çok da yaşanılası bir mekan olmadığı da gerçek. Hayalim gerçekleşebilir mi? Çok küçük bir ihtimal, ama ben o küçük ihtimali seviyorum. Mukadderat.
Gideyim de Brooklyn Köprüsü baskılı yap-bozumu tamamlayayım.

15 Ocak 2014 Çarşamba

36

sessizlik yeminimi bozdum, yazıyorum.
bir süredir bir süreçten geçiyordum.
35-son başlıklı yazımı yazdığımdan beri.
dedim.
bitireceğim.
başardım da.
artık yeter dedim.
yeter.
ben bunaldım.
sıkıldım.
acı çekmekten bıktım.
benim için güneşli zamanlar değildi geçirdiğim.
hiç dökmediğim kadar gözyaşı döktüm.
insanları kırdım, üzdüm.
bildiğim ben olmaktan çıktım,
değiştim.
etrafımda sürekli gri bulutlar dönüyordu,
sürekli hüzünlüydüm,
melankoliktim.
tek hareketle sevinip
tek hareketle annem ölmüşçesine üzülebiliyordum.
salaktım.
aşıktım.
o kadar çok hata yaptım ki
pek çoğunu da telafi edemedim.
kendimi mutlu etmek için
saçma sapan nedenler buldum sürekli,
kendimi kandırdım.
çevremdekilerden sürekli ihtar alıyordum,
ama bence kimse beni anlamıyordu
beni sevmiyordu.
insanların bunu benim iyiliğim için yaptıklarını anlamamıştım.
kendimi bir bataklığa sürükledim.
ve nihayet,
benim hakkımda söylediklerini,
o kişiliksizliğini,
ne kadar nefret dolu olduğunu gördükten sonra,
onun gerçek anlamda nasıl biri olduğunu gördükten sonra,
kendi pembe hayal balonumdan çıktım ve
gerçekliğe gözlerimi açtım.
her an daha da dibine batmakta olduğum bataklığı gördüm.
beni sürekli bir kara delik gibi içine çektiğini gördüm.
ve, benim acı çekmemin ona zevk verdiğini de.
ben bir kukla değilim.
olmayacağım da.
aklım başıma geç de olsa geldi.
silkelenip, kendime gelmeye, toparlanmaya çalışıyorum.
yeni insanlarla yakınlaştım.
evet, onun çevresinden.
ama onun hakkında konuşmuyoruz bile.
beni, onun gözüyle görmüyorlar.
arkadaşız.
benim hakkımda tüm o söylediklerine rağmen
hala birlikte zaman geçiriyoruz ve
çok da eğleniyorum.
makus talihimi yendiğim gün oldu.
kabuğumu yırttım sonunda.
artık beni havalara uçuran şeylere sadece sinirleniyorum.
5 gündür profiline bile bakmadım.
arkadaş olamadık.
ama gariptir yabancı da olamadık.
biz hiçbir sıfata birlikte sığamadık.
uymadık.
biz bile yavan geliyor.
geçmiş yok, gelecek yok.
aslında hiçbir şey yok bize dair.
sadece benim kendimi kandırmalarım var.
pişmanlıklarım var.
hangi birine yansam pişmanlıklarım var.
ne yöne dönsem pişmanlıklarım var.
aşık değilim,
pişmanım.

13 Ocak 2014 Pazartesi

başlık bulamadım idare edin zaten okumazsınız da bşvr

bir garip yolcuyum hayat yolunda
ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında
arındırıcı duş kadar sevimli bi şey var mı ya
böyle çok sıcağa yakın ılıktan bi tık ötede güzelim suyun altında
dakikalar boyu hiieeeğğğ diye durmaktan güzel bi şey var mı ya
o su böyle duş jelinle beraber bütün yorgunluğunu, stresini, negatif enerjini alıp götürüyor ya
sonra şarkı söylüyorsun hani
dans ediyorsun
sonra da ayağın kayıyor lap diye düşüyorsun.
abi çok dengesizim ben ya.
lanet bana.
ama olsun, duş jelim çok güzel kokuyor üff
deli gibi kolumu bacağımı kokluyorum xdxdxd
saçımı kurutmaya üşenmesem günde 3-4 kere duşa girerim herhalde
temiss kıssss
ay neyse,
bugün çok boktan bi gündü
bokum gibiydi
ciddili
bi depresifim
bi moralim bozuk
bi malım
bi garipti ya
duş aldım geçti sonra ama
sevmedim bugünü
bi daha o kazağı falan giymem ben
göbeğim var benim
banane zayıflamıyorum ya
takıntılı olcam töbe bismilla
tişörtlerle mutluyum ben
tişört seviyom
bb

12 Ocak 2014 Pazar

pazar raporu

sevda sözleri haftası.
bin hüzünlü haz okunmakta.
(bugün bitecek)
ustam ve ben'e başlandı.
(okumam ben bunu)
(ya da okurum ya bi ara)
ben hep on yedi yaşındayım nil tarafından verildi.
(inceye cevap olarak)
the spectacular now izlenmeye çalışıldı.
(yine yarım kalan bir film daha)
trainspotting izlendi.
(anlamadım ama sevdim ehe)
uğursuz bir şey geliyor bu yana alınacak.
(meraklandım okuyacağım)
grateful dead ve chuck berry dinlemeyin şu ara
ruhunuzu yaralar.
felsefe ödevi bitti bitecek.
(diss to yaseminyatür)
sınav haftası bitmiyor.......
(3 sınav?!!)
12 gün sonra okul kapanıyor
(artık chuck berry dinleyebilirsiniz)

11 Ocak 2014 Cumartesi

otobüs çilesi

arkadaş nedir benim bu otobüslerden çektiğim?
yetti artık be.
uzaklara gideceğim, bırakacağım bu şehri.
eve gelme yolunda 1 saatimi sadece ve sadece otobüs bekleyerek kaybettiğime mi yanayım,
aç gözlü şoförün parayı alıp beni arkaya göndermesi ve ardından kapıyı üzerime kapatmasına mı?
resmen, legallen, gerçek olarak kapıya sıkıştım arkadaşlar.
o yavşak, o şerefsiz, o allahsız adam kapıyı üzerime kapattı
ve tüm çığlıklarıma rağmen açmadı.
iyi ki yardımsever abiler, teyzeler, amcalar var.
yediği bütün küfürleri hak ediyor öküzün evladı.
şaka gibi ya.
hala inanamıyorum.
bildiğin, ciddi ciddi kapıyı üzerime kapattı herif.
kapıyı açtığı gibi dışarı atladım, tabii.
ama dizlerim ne biçim titriyorsa ayakta duramadım bile.
korkudan ağladım lan sokak ortasında.
orospu çocuğu.
4 otobüs kaçırdım, binemedim hiçbirine.
bu ne kalabalıktır arkadaş.
tüm antalya dışarı çıkmış bugün.
bi ölmediğim kaldı.
bugünün hatırası da sol tarafımdaki morluklar,
bilhassa kaburgalarımda.
büyük şehir belediyesine 2. şikayet mailimi attım,
vermeyin kardeşim oy falan.
bitsin artık bu çile.
otobüs kapılarında can vermek istemiyorum.

10 Ocak 2014 Cuma

bir kitap okudum;

sanki cezmi ersöz tutmuş benim bu naçizane aklımdan geçenleri okumuş ve hissettiklerimi en iyi şekilde kağıda dökmüş gibi. tek solukluk kitaplardan, kırk yılda bir gibisin. hele içinde bir nilgün marmara esintisi var ki değmeyin keyfime. ne kadın, tanrım. dünyadaki böyle bir kör aşkla seven tek insan değilmişimmiş. insanlar ne satırlar yazmışlar aşkları uğruna, ah benim de şu kıçı kırık blogum olmasa neylerdim? epeydir kitap önerisinde bulunmuyordum alın sizi öneri. öyle güzel bir anlatım ki bu pişen yazar neymiş daha bir anladım. çıraklığımın haddini bildim, ustama saygımdan sustum okuyorum.
düşünüyorum da benim en büyük yalnızlığım; edebiyatdaş arkadaşlarımın olmaması. ben ki, romana, şiire, öyküye, her türlü edebiyata elimden geldiğince değer vermeye çalışan biriyim, çevremde bir yeni eksikliği var. örneğin, biri benim o büyük heyecanla ve mutlulukla elime aldığım, sayfalarını çevirmeye kıyamadığım, sanki zarar verecekmişim gibi kapağını tamamen açamadığım kitabı eline alıp yüzeysel bir göz gezdirip kenara fırlatınca ifrit oluyorum. delleniyorum, arkadaşım.
şiir konuşmak istiyorum. cemal süreya haftasındayız, şiirleşmek istiyorum. kitap alışverişimiz olsun istiyorum, düşünce alışverişimiz olsun istiyorum. ben bir nilgün marmara, bir turgut uyar, bir oğuz atay, bir edip cansever, bir cemal süreya, bir ilhan berk, bir sabahattin ali istiyorum, cezmi ersöz istiyorum. mesela cezmi ersöz'ün nilgün marmara'ya ithafen yazdığı "en solgun  mevsiminden geçiyor sevgi, unut beni unut, belki de terk ettiğin son cehennemdir bu" dizelerinden istiyorum. şair aşkı istiyorum ben be, şairimcesine istiyorum.
baktım bir iki ufak araştırma yaptım, cezmi ersöz'ün edebiyatına ergen edebiyatı demişler, bildiği birkaç kelimeyi değiştirip değiştirip kullanıyor, ergen genç kızların gözdesi demişler. desinler. her kalemden çıkmıyor böyle etkili sözler. böyle dank diye vuran, nefes alır gibi okunan kitaplar çoğunlukta değil maalesef.
"ve akşam... yoksul anıları aydınlatırken ansızın sesine vurulan kör bir kemancı kadar ince ve dokunaklı olan bu akşam, başka kıyılarda güneşlenen bir alacakaranlık olsam da, savruk yılların soldurduğu bedenime dokun, sesini bağışla bana, dağılan hayatıma bu akşamı bağışla."

9 Ocak 2014 Perşembe

"adresim oldun benim
biliyorsun bunu değil mi?
alın yazım oldun
korka korka çaldım kapını
ne yapayım sevdim seni
sensin artık ne varsa."
-cemal süreya

8 Ocak 2014 Çarşamba

35-son

belki kıskançlık, belki yanlış anlaşılma, belki de bambaşka bir şey. ne olursa olsun ortada bir yıpranma olduğu muhakkak. ben yıprandım, yıprattım. empati kurabiliyorum; neler düşündüğünü, nasıl hissettiğini anlayabiliyorum. kapana kısılmış gibi hissediyor olabilir, ben öyle hissederdim. sürekli izleniyorum hissi paranoyası. anlayabiliyorum gerçekten. belki de ben kafamın içinde yaşadığım kadar bedenimin dışında da yaşıyorumdur. belki de acı çektiğim kadar çektirmek istemişimdir. belki de bunaltmışımdır. ama bunların hiçbiri bana haksızlık yapılmasını gerektirmez. ve söylenecek hiçbir şey bana haksızlık yapıldığı gerçeğini değiştirmez. bir hipster için ne kırıcı cümleler. tüm o olumsuz yönlerime rağmen gururlandığım bir empatileşme özelliğim var şükür ki. bu özelliğin eksikliği de mantıksızlığı yaratıyor. mantıksızlık da, işte. bu durumun görünen sebepleri var, herkesçe farkına varılabilen sebepler ve bir de özel sebepleri var. bu konuda çok güçlü tahminlerim var. gerçek olabilitesi oldukça yüksek tahminlerim. hiç kimse mükemmel değildir tabii ama biraz daha az egoist olmak çok da fena bir fikir değil. ve mantıklı. benim de aklım bir karış havadadır çoğu zaman ve evet patavatsızım ama ağzımdan kırıcı sözler çıktığında özür dilemeyi bilirim ve kendimi affettirebilmek için elimden geleni yaparım. sevdiklerimden. bugün makus talihimi yendiğim gün olsun. biteyazan bir şeyin ardından çok bir şey söylemek münasip değilmiş. hak etmeyen kişiler hak etmediği şeyleri yaşıyor yalnızca. eh, onu bir daha kimsenin benim kadar sevmeyeceği de yadsınamaz bir gerçek. havamı da atayım. bu bir laf sokma yazısı değil. bu (umarım ki) bir veda yazısı. uğraştırmaya, bulandırmaya, uzatmaya hiç gerek yok. her şey olabilirdi, her şey söylenebilirdi; bunlar hariç. suçlanabilirdim, şikayet edilebilirdim, isyan edilebilirdim; bunlar hariç. terslemek? terslenebilirim, bunlar hariç değil. ben kendimi çok küçük, karşımdakini ise benden büyük gören biriyim. gözümün açılması ve zıtlıkları fark edebilmem zaman aldı ama oldu. iyi de oldu. güzel de oldu. pişmanlığım var mı? bilmukabele. allah'ın emri. lakin kötünün normali benmişim. iyi olan, saf olan taraf benmişim. haliyle haksız yere suçlanan taraf da ben olmuşum. olsun varsın, canı sağ olsun. değmezmiş dememek için çok uğraştım ama başka da bir söz gelmiyor aklıma. sonra mı? sonrası, iyilik güzellik.

5 Ocak 2014 Pazar

pas

burnum o kadar tıkalı ki nefes alamıyorum.
nefes alamadıkça uykum geliyor.
bunalıyorum.
sıkılıyorum.
boğuluyorum.
tüm aile üyelerim diğer aile üyelerimi ziyarete gitti.
ben evde "sınava çalışacağım" mottosuyla bir başıma kaldım.
lakin bir terslik var; çalışamıyorum.
çok yoruldum bugün.
güneşli bir pazar gezintisi oldu, alışveriş merkezi indeksli.
inan olsun, kahvaltıda içtiğim bir bardak çayımla yetindim gün boyu.
yiyemediğimden değil yemek istemediğimden.
artık akşama doğru ayakta duracak derman kalmadı.
açlıktı yorgunluktu sıkıntıydı sınavdı stresti derken tüm neşe kaçtı bende.
oldum mu sana huysuz.
yanlış anlaşıldım yine.
napalım?
çilemse çekerim kaderimse gülerim.
eve gelmemle pijamalarıma bürünmem bir oldu.
yemek yeyince de biraz insana yaklaştım.
ders çalışayım dedim, 2 test çözebildim.
hadi bunu yapamıyorum madem başka bir şeye çalışayım dedim,
konunun özünü kavradım o da bitti.
tiroid bezlerim ağrıyor.
odaklanamıyorum.
nefes alamıyorum yahu.
daha ne?
üzerime 100 inçlik bir ağırlık çökelti oldu.
töbe allah kalkmıyor.
uykum da var mı sana.
sevemedim ben bu olayı
sevemedim başından.
yapacak bir şey bulamıyorum.
bu na lı yo rum
az ötede öleyim ben.

4 Ocak 2014 Cumartesi

34

elektronik günlük fikrini kim çıkardı bilmem ama gün be gün bu işe bulaşıyormuşum gibime geliyor.
sözde ben sadece düşündüklerimi yazacaktım.
olum ben düşüncelerimin hızına yetişemezken zavallı klavyem nasıl yetişsin?
değil mi ama?
bugün hasta uyandım.
daha doğrusu uyanamadım.
bir ara babam geldi, dershane falan dedi.
sonra tipime bakmış olacak ki neyse sen devam et dedi.
kaderime terk edildim.
iyi de oldu.
utanarak belirtmeliyim ki bir aydan fazla olmasına karşın hala tehlikeli oyunlar bitmedi.
bitmez tabii, okuma şevki bırakmadı ki.
ne olurdu laf sokmasaydı sanki?
elime aldıkça aklıma geliyor kaçıyorum kitaptan.
boş koltuk bulursam otobüste, derse girmezsem dershanede okuyorum bi.
ilerlemez tabii.
lakin bugün bu makus talihimi yenmiş olabilirim.
300lü sayıları gördüm.
iyi okudum.
okurum da.
hastayım çünkü.
beynime oksijen gitmiyor.
sümük borum tıkandı.
düşünmüyorum genel olarak.
baktım, nihayet başka bir kitap önerisi buldum.
dedim onu okumayayım, başkasını okuyayım da boku çıkmasın.
sonra devam ettim okumaya, benim okumaya karar verdiğim kitaptan alıntı yapmasın mı?
içim acıdı.
d&r'ın soğuk web sitesine geri döndüm.
döndüm dönmesine de o bana dönmüyor.
ilgimi çekmiyor vesselam.
izleyecek film?
yok.
okuyacak kitap?
(tehlikeli oyunlar hariç) yok.
müzik konusunda bir sıkıntım yok şükür ki.
o tarzda uyuşmazlıklar gırla.
bir de dün can sıkıntım tavan yapmış olacak ki
lol indirdim, başladım oynamaya.
konunun müptelası arkadaşlar da yardımıma koştu tabii hemen.
arkadaş, öldürmek ne zevkli işmiş meğer.
yıllardır yakınımdaki çüklü arkadaşlara boşuna kızıyor, trip atıyormuşum ben.
tabii bırakılmaz bu oyun.
oynarken kendimi kaptırıp nasıl bağırıyorsam uyuyan devleri uyandırıp başıma üşüştürmüşüm.
baktım ben iyi kapılıyorum bu dalgaya
sınav haftası sonrası grşrz ttlm dedim.
malum, yumurta götte.
gerçi bendeki bu sülalem raad durumundan  mütevellit pek bir çalışma azmi yok.
derslerini son sınavlarda eftal'in azim ve kararlılığı kurtaracaktır.
hani yok ya.
hafta boyu dershaneye uğramadım da zaten.
benden lapacısı az bulunur dostlar.
sarın sarmalayın çeyiz sandığında muhafaza edin beni.
antikalanırım belki bir gün, kim bilir?
nys bn ktp okmya dnyrm.
bu arada babama yazdığım saçma hikayeleri okudum.
adam merak ediyor tabii saatlerce ne bok yediğimi.
durdu, dinledi. sonra yüzüme baktı.
arada bir güldü.
heee iyi güzel dedi gitti.
ailem yaptığım her işte beni destekliyor, eleştirilerini eksik etmiyor azizim.
albayım diyeceğim olmayacak.
velev ki dillere pelesenk olma yolunda.
içimdeki hikmet'i durduramıyorum bazen.
ama ben daha çok salim'im galiba.
muhabbetle ve öksürüklerle!

3 Ocak 2014 Cuma

33

gripli, hastalı, bol öksürüklü, bol sümüklü bir cumadan selamlar.
hepinize hayırlı cumalar.
uzun uğraşların sonunda hasta oldum, başardım.
başardım başarmasına da sınav haftasına denk geldim.
annem verem olup yatak döşek yatmadıkça sınavlara girmememe izin vermez :(
lanet olsun :(
belki ateşim falan çıkar kendimi acındırırım diye dondurma yedim şu hasta halimle.
bana mısın demiyorum arkadaş.
ne kuvvetli bünyem varmış.
anca sümük.
sesim kulaklarımdan çıkıyor.
öyle hasta olmalıyım ki sesim çıkacak yer bulamamalı.
sürüneyim böyle.
sümüğümün ortasında can vereyim.
parmaklarımı oynattığımda eklemlerim kopsun.
burnum düşsün.
hapşurduğumda camlar insin.
mendil yerine çarşaf kullanayım.
üzerimde yumurta pişirilsin.
o derece.
ben böyle gribe sümüğümü bile atmam.
yani anca sümük atarım.
hasta olunca çekilmiyormuşum.
ba ba ba lafa ba.
tüm huysuzluğumla karşınızdayım.
on air!

1 Ocak 2014 Çarşamba

32

selam ben zıplayınca çok eğlenen kız
şuan tam bir klişeyim var ya.
kahveydi falan.
oturuşum bile bir eftal klişesi
oturmak yerine koltuğa çömeliyorum yani xdxdxd
çöküyorum böyle.
depresyoniksem de kollarımı doluyorum dizlerime
ilginçtir, birleşiyorlar.
valla bak.
o değil de, hayatım çakma aq.
nescafe içiyorum ya
kahve mi olom o?
bugün ufak bi stres oldum ama geçirdim inş
sınav stresi
durum şu;
5 ocak deneme sınavıyla başlayıp
13 ocakta sonlanan bir sınav haftası.
aslında yarın başlıyor,
almanca sınavı...........
pazartesi de yanılmıyorsam 3 sınavım var........
dil anlatım, ingilizce, alman edebiyatı...........
şşşşşşşşt.
ben buraya stresi yok etmek için geldim yea.
test edildi onaylandı,
stresliyken ben ben değilim arkadaşlar.
dünyanın en gıcık, en sinir bozucu, en öldürülesi insanı oluyorum.
ters bakışlar mı dersin, atarlar, giderler mi dersin
nefret dolu oluyorum böyle.
o yüzdeen, relax takılmak en iyisi.
hem daha iyi sonuçlar verdiği aşikar.
bkz: felsefe notuma.
bkz: edebiyat notuma.
felsefe sınavına daha önce de hömkürdüğüm gibi allah ne verdiyse çalıştım
o gün o boktan ruh halime büründüm falan
ve sonuç
66.
edebiyat sınavına zırnık çalışmadım.
o gün doğum günümdü
aşırının aşırısı mutluydum
çok eğlenmiştim falan
ve sonuç
96.
sözün bittiği yer arkadaşlar.
zaten felsefe zor.
edebiyat da zordu ama
öncekinden 70 mi ne almıştım öyle bişi.
son sınavlar olduğundan ötürü acıcık fazla stres kapasitesi var tabii.
lan biz ne ara dönem sonuna geldik
vay aq
yaşları, yılları hep okula indeksli çözüyorum ben.
mesela 13 yaşındayken değil de
8. sınıftayken diyorum.
ayy şimdi ben 17 yaşında mı olduuum
ay ben 17 mi olduuuuuuuuuuuuum
olley be
17 olduuuuuuuuuuuum
ooooooooon yeeediiiiiiiii ooooolduuuuuuuuuuuum
çıkıdımpıs
tamam mutlu oldum xdxdxdxd
yşlndm yha .s.s.s.s.s
özgürlüğe bir adım daha yaklaştım fiyuuuuv
tamam, mutlu olduğuma göre günlerdir yüzüne bakmadığım siktiriboktan hikayeme bir bölüm ekleyeyim.
o değil de haftasonu abims gelor..........
lanet..............

2014 temalı

2014 sevgili dostlar.
gözüm alışamadı henüz.
bir garip.
çok büyük görünüyor bu sayı topluluğu gözüme.
çok mu büyüdük şimdi?
büyüdük mü?
yaşlandık mı?
olgunlaştık mı?
ne değişti?
ne değişecek?
neyin değişmesi gerekiyor?
neyin değişmesi isteniyor?
legal olarak 2. yılına giren platonik aşkım
onurlu mücadelesine devam ediyor.
neyse, hüzünlenmeden.
girdik be.
yeni yıla da girdik.
güzel de oldu bak böyle
01.01.2014.
yeni yıl tüm isteklilere isteklerini getirsin
diyor ve uzaklaşıyorum.
çok içtiyseniz barnahlayın arkadaşlar, rahatlarsınız.
hadi eyvallah.