16 Şubat 2014 Pazar

Her an değişebilir.

En sevmediğim durum; önümde bomboş bir sayfa var ve ben yazamıyorum. Yazacak yığınla şey var ama ben çekiniyorum. Cümlelere başlayıp bir türlü sonunu getiremiyorum. Depresif yazmak istemiyorum ama oluyor işte. Hem ne demiş İlhan Berk "Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz." Değil mi ama? İstiyorum ki şöyle bir denize açılayım, bir yalnız kalayım. Biraz okuyayım, biraz yazayım. Ben kıyı insanıyım. Güzel günler geçiriyorum, güneşli günler. Mecazen tabii, ama güneş yakınmış. Geliyormuş, yoldaymış. Daha önce olanın tekrar olmasıdır korkum. Yazdım, uzaklaştı. Bu yüzden yazamıyorum. Çok matah biri değilim, hayatımda ya da kafamın içinde çok bir şey dönmüyor. Dün sabahı hatırlıyorum da; bambaşka bir modda idim. Ev ile durak arasındaki o mesafe ve o yolda geçen mini minicik o güzelim dakikalar günümün en güzel yanı. Sabah pusuyla yeni uyanan yolda yürümek, ıssızlıktan faydalanıp çaktırmadan çalan şarkıya eşlik etmek, bazen deli kaptırıp dans etmek... İnsanların hep tek bir şeye odaklanıp çevrelerinden akıp giden hayatı fark etmediklerini, çok şey kaçırdıklarını düşünürüm. Ben de bilhassa sabahları kendime ya da günüme değil de sadece etrafıma odaklanırım. Durağa giden yolda sürekli karşılaştığım insanlara "Merhaba" demenin ne zararı olabilir ki? İlk zamanlarda korksam da şimdi başını okşayabildiğim köpeklerin de. İnsanların sabah yüzleri hele, en büyük eğlencem. Göz göze geldiğin birine gülümsemekten daha doğal ne olabilir ki? Kabul, bazen tam bir polyanna oluyorum. Her neyse, sapıtmadan. Dün durakta beklerken görme engelli bir kadın geldi. Sopasıyla yoklayarak buldu, geldi, çantasından otobüs kartını çıkarttı beklemeye koyuldu. Bu kadın durakta yanında duran kişiye "Günaydın" dedi. Gülümsedi. Yabani gibi gözüken adam da kadına döndü, hafif şaşırdı o da "Günaydın" dedi. Bu kadardı. Sonra o adam otobüse binerken kadına yardım etti. O anda aklımdan tek şey geçiyordu; ben de o kadının yerinde olabilirdim. Olabilirim de. Hepimiz olabiliriz. Hayatımda gördüğüm ilk görme engelli kişiydi, hatırladığım kadarıyla. O ana dek böyle bir engelin varlığı hep hayali gelmişti. Bir şeyin olabileceğini bilmek katlanılabilir lakin olduğunu bilmek. Bu durum biraz sarsar. Düşündüm de, gördüm de, o kadın mutluydu. Bunu tanımadığını birine gülümseyişinden anlayabiliyordunuz. Kendiyle barışıktı, belli ki engeliyle de. Bunun dünyasının sonu olmadığının farkındaydı. Görme engelli olmanın nasıl bir şey olduğunu düşündüm; hiç kurtuluşu olmayan karanlığı. Şuan bile ne kadar ürpertici geliyor. Sonra şükür faslı geldi. Ben ki, dindar biri değilim. Kimliğimin aksine müslüman da değilim. Ateist, belki. Ben kendimi bu konuda etiketlemek istemiyorum. Ummak her insanın lüksü. Ama şükür faslı diyordum; o an mutlu oldum. Gerçek anlamda. Aslında düşündüğümden daha fazlasına sahibim. Sağlıklıyım, herhangi bir engelim yok, ailem ve arkadaşlarım var, istediklerimi gerçekleştirebileceğim imkanlarım var... İnsan ciddi bir sorunla karşılaştığında o güne kadar dert ettiklerinin aslında ne kadar önemsiz, ne kadar küçük şeyler olduğunu anlıyor; bu da öyle bir andı. Yarınımın garantisi yokken bugünümü mahvetme lüksüne nasıl sahip olabilirim ki? Bencilliklerimle asla geri gelmeyecek zamanlarımı yok ettim, zevk almak varken acı çekmeyi tercih ettim zaten. Bencillik diyorum, her kötülüğün anası bence. Sonra hayattan tat almaya karar verdim, çünkü bugünlerim dün olduğunda onları geri getirme olanağım yok. Karar verdim ve uymadım. İnsan bencil bir varlıktır. Bugün başımdan bir sürü olay geçti. Yanlış durakta inip sağanak yağmurun altında küfrede küfrede yürüdüm örneğin. Şemsiye kullanmam ben. Sonra neden şemsiye kullanmadığımı hatırladım; ıslanmayı seviyorum. Derken adımlarım yavaşladı, saçaklardan kaçtım ve yağmurun, ıslanmanın, ferahlığın tadını çıkardım. Özgür hissediyordum, mutlu hissediyordum. Bu kadar işte. Bu kadar kolay aslında mutlu olmak, canlı hissetmek.
Ne diyordum nerelere geldim. Mutlaka yaşanan her olayın, her durumun birbiriyle bağlantısı olduğuna inanıyorum. Her şerde bir hayır vardır misali, eğer başıma bu geldiyse mutlaka bir nedeni vardır diyorum. Kaderci bir yaklaşım mı? Belki. Bu yazıya nasıl başlayacağımı bile bilmiyordum ama bakın aldı yürüdü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder