29 Mart 2013 Cuma

Eleştiriler falan filan

Dertleşmeye ihtiyacım var sanırım. Bak hala aynı konuda takılı kaldım. Abi hala bunun mantıklı bir açıklamasını bulmaya çalışıyorum. Ne boktan bir akşam. Annemin bir arkadaşına misafirliğe gittik bu akşam. Daha doğrusu annem zorla götürdü. İki kişi daha vardı orada. Biri bilmemne kolejinde sınıf öğretmeni diğeri de tam olarak bilmiyorum ama kpss'yi kazanmış sekreter gibi bi şey ha bi de toplantıları falan oluyormuş. Bana ne okuyosun dediler, dilciyim dedim, ne olacaksın dediler sinema tv düşünüyorum dedim. E madem sinema tv okuyacaksın neden dilcisin dediler, ben de uzun uzun tercihimi yaparken başka bir meslek düşündüğümü, ama pişman olmadığımı zaten okulda sözel bölüm olmadığını vs vs vs açıkladım. Sonra bunlar başladılar benim fikrimi değiştirmeye çalışmaya. Öğretmen olan tutturdu ingilizce öğretmeni ol diye, diğeri tutturdu kpss'yi kazan da ne olursan ol diye. Öğretmen olmayı kesinlikle istemiyorum. Bir kere bana uygun bir meslek değil. İş bulamazsın dediler, torpil gerek dediler, köle gibi çalışırsın dediler. Her meslekte torpil gerekiyor dedim, her mesleğin en alt basamağından başlıyorsun yeni mezun birini hemen genel müdür yapmıyorlar dedim, öğretmenler de atanamıyor dedim. Sustular. Sonra aile mevzusu işte. Ben kabullenmişsem ve üstüne üstlük bu konuda bu kadar istekliysem, kararımı vermişsem bu kadar üzerime gelinmesi neden? Fikrini söyle, saygı duyarım da sen de bana saygı duy biraz bence. Mesleğimdeki parlak dönemlerin değil de sönük dönemlerin hayalini kuruyorsam zaten bu konuda belli bir aşama kaydetmişimdir bence ben. Öf ya. Zaten bi milyon tane dert var başımda ne diye beynimi bulandırıyorlarsa. Sınav haftasından beynim bulandı. Şu aralar anı yaşamakla meşgulüm dostlar. Beni benimle bırakın harbiden artık ya.

Gelecek; Yalnız mı Beraber mi?

Aaaa, şuan biraz öfkeliyim ama bu anlaşılamamış olmaktan kaynaklanan bir öfke. Ve ne yazık ki sevgili ebeveynlerim de beni anlamamakta direniyor. Konu sinema tv okumak istememden çıktı. Neymiş efendim torpil yoksa iş bulamazmışım, bulsam da çok çalışmam gerekirmiş vs vs vs. Bunları ben de biliyorum, ne yazık ki hayatın gerçeklerinin ben de farkındayım. Ama olay bu değil, olay benim mezun olunca yalnız yaşayacak olmam. Meğer annemin ölene kadar benimle kalmak gibi bir arzusu varmış, onu yargılamıyorum ama benim böyle bir arzum yok. Benim mesleki açıdan da düşüncem en azından şuanki düşüncem yaşayabileceğim kadar para kazanmak. Zaten hep derim benim için önemli olan para değil diye. Bana yetecek kadar param olsun yeter. Fazlasında ne gözüm var ne de ihtiyacım. Geleceğe dair hayalim de şöyle kendime göre 1+1 ya da studio bir evim olsun -kirası en ucuz olanından- bir de maaşı bana yeten bir işim olsun. Öyle sigortalı bir meslek değil seçmek istediğim. Yani mutlaka hayatımda işsiz kalacağım dönemlerim de olacak. Abi, Yılmaz Özdil'in işsiz kaldığı bir dönem varsa........ Ben harcamalarımı mümkün olduğunca kısıtlı tutarım, zaten tek kişiyim hayatta kalırım herhalde diye düşünürken ailem benimle beraber yaşamayı planlıyor. Olmuyor. Olamaz ya. Ben istemiyorum öyle bir şey. Hain evlat muamelesi yapmayın demek istediğim şey o değil. Mesela diyelim İzmir'de bir işim var, kendimce iyi bir maaşı var ama Ankara'da benim çalışabileceğim daha iyi bir iş var. O zaman ben naparım, tabii ki gözümü bile kırpmadan Ankara'daki işe giderim. Yalnız yaşayan biri bunu ailesiyle yaşayan birine göre rahatça yapar. Hadi diyelim bir projede çalışıyorum, gül gibi geçinip giderken birdenbire proje battı işsiz kaldım. Haydiii. O zaman napacağım bulunduğum şehirde iş bulamazsam hooop başka şehre. Dedim ya garantisi yok. E garantisi olmayınca ailemi şehir şehir, bölge bölge götümde dolaştıracak değilim. Ben kendi hayatımı kendim kurarken sadece kendimi düşünerek kararlar almak istiyorum. Düşünmem gereken başkaları da olunca işler karmaşıklaşır. Belki de ömrümde bir kez çıkacak olan fırsatları kaçırırım. En önemlisi tecrübe edinemem. Ama ailem bu açıdan bakmıyor olaya ya beni dinlemiyor ya da anlamak istemiyor. İşte ben o noktada sinirleniyorum. Zaten öyle çok grup insanı değilim, olmuyor beni kasıyor. Ben öyle mezun olur olmaz iş bulacağım evim de olacak diye bir olay yok. İş bulana kadar sürüneceğim belki de en iyi ihtimalle beni evine alan bir arkadaşım olursa onunla yaşayacağım. Öyle bir durumda daha benim hayatım bir düzene girmemişken başkalarının hayatını kendiminkiyle birleştirip onları da mı dağıtayım? Bencillik. Biraz mantıklı olsalar anlayacaklar aslında. Ben bunlardan bahsediyorum annem tutmuş bana "Peki can güvenliğin?" diyor. Kendi hayatımı kendi ellerimle kurmak istiyorum diyorum, daha fazlasını kazanana kadar elimdekiyle yetineceğim, kendim için bana kadar kazanacağım diyorum "Peki çocuğun olmayacak mı, evlenmeyecek misin?" diyorlar. İşte ben o an soğuyorum. Dur abi önce ben bir üniversiteyi kazanayım, okuyayım, mezun olayım, iş bulayım, hayatım belli bir düzene girsin. Ama belki de evlilik ve çocuk konuları bana bu kadar uzak olduğu için garantisi olmayan bir meslek istiyorum. Kim bilir? Bazen içsel düşünce ve tavırlarımı ben bile anlamlandıramıyorum. Sözün özü; ailemle yaşayamam, olmaz. Daha kendime bakamazken onlara nasıl bakayım? Benim hayatta nereye geleceğim belli değilken nasıl peşimden sürükleyeyim? Kaldı ki işin bir de özgürlük tarafı var. Onların pişmanlık dedikleri şeye ben tecrübe diyorum. Hadi yaşlarına hürmetten, onlar deneyimli görmüş geçirmiş haklılar diyelim. Peki onlar nasıl deneyim kazandı? Annesinin dizinin dibinde mi? Hayır. Eeee, daha ne. Neyse ya, bunu zamanı gelince etraflıca konuşuruz artık. Her ne kadar insanlar benim hayallerimi boykot etmeye çalışsalar da ben hayal kurmaya devam edeceğim. Muhabbetle!

26 Mart 2013 Salı

Fullüm

http://www.youtube.com/watch?v=6U9_9EgUOfE Hey! Naber moruk? Beni sorarsan ben gayet sıradanım. Full değilim ne yazık ki. Öyle hep bi ekşın yetmezliği. Aylardır bünyeme bir sıkıntı illeti peydahlandı gitmiyor. Sınav haftası falan filan, moraller bozuk moruk. İlk sınava girdik, o da bize domuz gibi girdi amına koyayım. Dil ve anlatım. Bak bak bak ada bak. Özümde seviyorum bak dil ve anlatımı benim kıllığım coğrafyaya. Yarın da sırf coğrafya dersine girmemek için gitmiycem okula. Belki öğleden sonra giderim, sıkılırsam, bilemedim henüz. Perşembe de coğrafya sınavı var moruk. Benim bütün devamsızlıklar da coğrafyada. Oh, sınavdan kesin 100 alıcaaaam!!! İhihihihihimihihihihihi.
 Gündemimize bakalım. Diyet hala gündemde. Ama şunu fark ettim ki benim diyete alerjim var moruk. Ne zaman diyet diye başlasam olaya kilo vermeyi bırak kilo alıyorum yahu. Ben de malum 16 Mayıs yaklaşıyor, sevdiceğimin doğum günü. Ona hediye alma ayağına para biriktiriyorum eh durum böyle olunca okulda yemek yemiyorum. Evde de bugün mesela mantar yedim, öğğk. Ekmek zaten yemiyorum. Günde tek öğün beslenerek vericem herhalde ya. Bulacağız bir hal çaresini hadi bakalım. Haftalardır uğraşıyorum vermek için. Ama iyi haber kilo da almamışım, sabitim. Sabit Kanca sdhıgjkasdghjkfsgh.
 Şu aralar Toza Sor'u okuyorum darling. John Fante. Sahaflarda ararken bir sahafa "John Fante, Toza Sor var mı?" diye sorunca "Ooooo, yok canım ya." diye bir tepki vermişti bir sahaf ya da sahafçı. Ama you got the point, neyse çok havalı oldum bi anda. Bukowski'nin favori kitabını okuyorum şuan abisi, ama sen de oku bak. Güzel kitap. Sevdim ben yani.
 Müzik konusunda yeni keşiflerim yok, Can Bonomo ve others olarak devam ediyorum. Eğleniyorum yani kendi halimde. Okul mokul gırla, dersler full derda ha derda.
 Neyse moruk, uzatmadan. Gittim ben. İyi bak kendine, muhabbetle!
DELİRMEK BELİRMEKTİR.

24 Mart 2013 Pazar

Hiçkimseye Mektup

 Selam. Şuan Arturo Bandini'yim. Ve sen de -okuyan her kimsen- Bay Hackmuth'sun. Yazmam gerek. Yazmayı, kendimi anlatmayı, düşüncelerimi görmeyi özledim. Ama yazamıyorum. Tanrım. Bu çok can sıkıcı bir durum. Hayır hayır, ne sen Bay Hackmuth'sun ne de  ben Arturo Bandini'yim. Eğer sen Bay Hackmuth olsaydın bana cevap verirdin. Ama hemen ama sonra. Mutlaka cevap verirdin. Ve eğer ben Arturo Bandini olsaydım şuan yalnız odamda oturmak yerine penceremden dışarı çıkmış Angel's Flight'ın merdivenlerinden iniyor olurdum. Belki de yine Camilla'yı kızdırıyorumdur, kim bilir. Bünyemdeki melankoli düzeyi yükseliyor ve gerçekten bunu paylaşabileceğim kimsem yok. Cevapsız mektuplar koleksiyonuna taze kan. Dışarıdan sosyal, arkadaşı bol, eğlenceli, komik ve hafif salak görünüyorum sanırım. Ah, keşke içimde neler beslediğimi bilseler. Bazen kendimi bir karaktere o kadar kaptırıyorum ki onun dışındaki her şey tuzla buz oluyor. 16 yaşında olmanın nesi güzel tanrı aşkına? Yetişkin olmak için erken çocuk olmak için çok geç. Güzel bir gün olmasını bekliyorum yarından. Ama onu güzel yapacak gücüm yok. Aslında benim tuvalete bile gidecek gücüm yok. Sadece ve sadece karanlık odamda tek başıma oturup kendi kendime konuşmaya yetiyor gücüm. Deli miyim, deliriyor muyum? Kesinlikle saçmalıyorum. Evde kalmak istemiyorum. Okula gitmek de. Keşke başka seçeneklerim olsaydı. Sahile gitmek gibi mesela. Uzun bir yürüyüş. Ne güzel olurdu. Ama yok. Şuna bak, o kadar harf harcadım ama yazdığım tek şey aslında koca bir HİÇ. Neyse daha fazla yormaya gerek yok. Hoşça kal.

Plus plus

 Hey yo! Naber maniac pipıl who i know? Yine ne dediğimin farkında değilim ama neyse siktir et. Sen de kapıldın mı Survivor furyasına? Babam kapıldı. Annem içeride iki dünya arasında diye saçmalık ötesi bi dizi izlerken ben de babamla oturup Survivor izliyorum. Ne acınası bir durum god. Çok eziksedim kendimi moruk. Kekonun allahıyım yalnız. Moruk ne abi ya? Dilime dolandı kedi gibi, gitmiyiiiiiii. Biraz önce sütçü geldi ve dedi ki "Süt alacak mısınız?" ben de dedim ki "Yok abi almıyoz." ve o da dedi ki "Emin misin?" Lan. Annemler de evde yok ama bana öyle bir emir vermediler. Ne bileyim abi. Durup dururken ne strese sokuyor bu adam ya. Sütçü dedim de aklıma geçen ramazan bayramında şeker bulamadığım için kapıya gelen çocuklara pringles vermem geldi. Ne yüce gönüllü, cömert, über süper düper mükemmel bi insanım yahu. Soner Sarıkabadayı hala dans ediyo mu ya? Biri daha vardı, kimdi o ya? Hani Hadise'nin exi. Dur hatırladım. Sinan Akçıl reyiz. Moruk napıyo o ya? O şarkıları ben söylesem daha havalı olurdu bence. O sabit mikrofonla ne hareketler ne hareketler. Takım elbise, Pitbull sıtayla. Soner kankimden bahsediyorum şuan. Tabii bence Faruk K daha seksi. Yanaaar bu sevdaa duraklaaarıııı yanaar bu aşkııın sokaaaklaarııııı biterseee bitsiiiin günüüün birindee buluşuuur elbeeet dudaaaklarıııı seniii sevee seveee ayrıldıııım beeen senii öpee öpee ayrıldııım beeen (moruk sen önce bi ayıl ya) başkaa şansııım yoktuuu affeeeeet adıınıııı diyee diyeee öleceeeğiiiim beeen.http://sarki.alternatifim.com/data.asp?ID=8462&sarki=Sevda%20Duraklar%FD&sarkici=Faruk%20K. Sus sus çaktırma. Doğuş'a noldu acaba? Nihat Doğan kendi çapında takılıyo canım ya. Kıyamam. Bu arada süt alacakmışız. Tüh. Amaan neyse ben only kakaolu süt tüketiyorum moruk beni kasan bi konu değil. If Justin Bieber'la düet yapmamış olsaydı Far East Movement'ı daha çok sevebilirdim. Yazık oldu. Hadi ya yarın olsun da okula gidelim. Sıkılıyom ben. Bu arada şaka maka sınav haftası da geldi lan. Fuck. Salı, Perşembe, Cuma, Salı, Çarşamba. I'm done. Ya ben coğrafyadan nefret ediyorum ya üf. Aynı cümlede iki kere ya dedim. Düşün abi ne kadar nefret ediyorum. Tarih iyi güzel de çok konu var. Fuck. Ayh moralim bozuldu. Ben gidip bitki çayı içeyim. Ha, unutmadan. Link mink değişime girdim moruk. Biraz da böyle takılalım. Hadi muhabbetle!

22 Mart 2013 Cuma

Şizofrenik Partiiim

http://www.youtube.com/watch?v=C_YqRynq-dc
 Hey yo! Naber sevgili okucu! Napsak bu gece? Versek mi o şizofrenik partilerimizden acaba? Bilenler bilir, bilmeyenler için ufaktan spoiler vereyim. Ben kendim ve şahsım bu gece 4.sü düzenlenecek olan Şizofrenik Partimde yalnız yalnız eğleniyoruum. İlk Şizofrenik Partimde pizza pringles icetea yapmıştım ama Aslı gelip ortak olmuştu. Damn. İkincisinde hamburger söylemiştim. Ve kola. Ve dondurma. Üçüncüsünde yine bir gece yarısıydı. Sömestr tatili idi. Önce dibine kadar bir film ve ardından dibine kadar müzik ve dans. Aslında çoğunlukla böyle partiler için bir tema daha doğrusu bir yemek belirliyorum. En azından dışarıdan bi şey söylemem için bahanem oluyor, ha evet çok zekiyim :D Bu kez temam kahve olsun. Doyamıyorum içmeye. Hem belki sabahlarım. Nah sabahlarım. Dün sabahladım açlıktan zombi gibiyim. Kaldıır kapağıı baaak kimleer can çekişiyoor cennetteeeee. Telefonumun şarjı biterse ne bok yerim bilmiyorum. Son zamanlarda salondan odama taşınmış bulunmaktayım okuyucu. Reader. Viewer. Ay viewer dedim de bizim edebiyatçı nihayet proje ödevime bakmaya karar vermiş, geldi bana senin ödev açılmıyo virüs mü var diyo. Te allam. Nah. Yok tıbikiiii cınıms. Onun bilgisayarında power point viewer yokmuş aga. Bazı hocalar cidden teknoloji özürlüsü aq. Bunu akıllı tahta kullanma çabalarından gayet net görebiliyorsun zaten ehehehhehehe. Ama edbçıya laf yok. Cıs. O tiyatro oyunu şaaapcak beni de asistanı yapcak. Yuppi yuppiii. Millet oyunda rol almaya çalışıyo ben adama nolur beni sahne arkasında çalıştırın nolur teknik ekipte olayım diye yalvarıyorum. Farkımız tarzımız. E tabii benim gibi zeki birini kaçırır mı şıppadanak asistanı yaptı beni ehehehehhe. Oyun seneye ama olsun. Text bulalım da. Ay çok havalı şimdi! Bugün Ask the Dust'ı bulabilmek için Işıklar'da bir o yana bir bu yana 2 saat yürüyen bir Eftal gördüysen okuyucu, bil ki o benim. Öhem. Bütün sahafları gezdim en sonunda pahalı diye girmek istemediğim sahafta buldum. Gayet ucuzdu hatta adam bana indirim bile yaptı lan. Şanssızlığımı sikeyim aradığım hiçbi kitabı bulamıyorum. Bana acayip seksi kitaplar lazım ama hele bir Toza Sor'u bitireyim. Aşkın Cep Defterini okudum. Hikayem Paramparça'yı okudum. Uçan Spagetti Canavarının Kutsal Kitabı'nı okudum. Erkek Dedikodusu 1-2'yi okudum. Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü zaten okudum. Eğer sen bana dersen ki; "Ne okuyayım Eftal abla? Ne önerirsin bana?" Al bunları oku işte karşim derim ben de sana. Charles Bukowski oku bir de. Ben şiirlerini okudum ama daha nesirlerine geçemedim. Geçicem ama. Otobüste kitap okurken nasıl havalıysam, ayakta kaldım. Bi abla kalktı geç canım  sen otur dedi. Tabii perişan halime çok üzülmüş de olabilir. Ben de nazik bir hanfendi olarak teşekkür ettim yok efenim rica ederim buyrunuz oturunuz lütfen dedim. Tabii o ara boş yeri gören çakal teyzelerden biri atmaca misali kuruluverdi oraya. İkimiz de ayakta kaldık. Bu devirde kitap okumayı bırak kitap okuyana bi garip bakıyor insanlar. Cahil ayvaz kasap hep ayrı bi hesap. Bak ya. Ben şizofrenik partimden söz ediyordum.
 Bu kez sakin bişi yapıcam zira çok yorgunum. Kahveyle sarhoş olup kitap okuyarak ayılmayı düşünüyorum. Sabahlarsam sabahlarım belki. Arada da online olur sosyal medyanın nabzını dinlerim falan filan. Beyaz Show'u da izlerim. Umarım konuklar iyidir. Reklamlarda bir TV 8'deki amcayı bir TRT1'deki Kadir Çöpdemir Koptu Geliyor'u izlerim. Tabii hala hayattaysa. O ne biçim bişi lan öyle. Tam bir Beyaz özentisi. Kadir Çöpdemir sevenler heç gusra bakmayın ama abi o adamdan showman olmaz ya. Oyunculuğu gayet iyi bak ona lafım yok. Ara gaz da var Pascalla. O da iyi ama. Aşırı saçma bişi o program bence yea. Neyse. Umarım Beyaz'ın konukları iyidir. Yine Can gelse çok havalı olur tabii. Güntaç olur, Erdem olur, Mabel olur. Bizde adam çok. Lan benim saçım örülü şuan. Bu demek oluyor ki örülecek kadar uzamış. Fuck it. Neyse kardo ya, gidiyom ben. Muhabbetle!

21 Mart 2013 Perşembe

Regrets

 Şu hayatta yaptığıma pişman olduğum çok az şey var. Şuan aklımda da 2 tanesi var zaten. Ve ben neyden pişman olduysam hepsinde bu kararları vermem için beni etkileyen kişiler vardı. İlki hala içimde bir yara. Onun geri dönüşü yok. İkincisini ise biraz önce düzelttim uzun bir telefon konuşmasının ardından. İlkinden aldığım bir ders de denilebilir buna. Benim sorunum kendim gibi olmak isterken çevremdekilerden etkilenmem. Başka bir deyişle çok çabuk gaza gelmem. Kendim gibi davranırken tabiri caizse dışlanıp zorla onların bir yansıması gibi davranmaya dayatılmam. Sözgelimi yalnızken mutluyum modunda takılırken çevremdekilerden ay yavrucuğum ne oldu, neyin var, çok mutsuzsun tarzı tepkiler görüp lan demek ki mutsuzmuşum fuck me mutsuzum ben ühühühühühü modunda olmam. Ne yazık ki hayatımı çok kolay etkiliyorlar. Çünkü ben herkese pozitif yaklaşıp onlara güveniyorum. Bu demek değil ki bundan sonra kimseye güvenmiycem, zaten bu devirde babana bile güvenmiyceksin diyolar, hepsi aynı bokun laciverti falan filan. Ama daha fazla pişmanlık yaşamamam için kolay gaza gelmeyen biri olmalıyım demek oluyor bu. Ve bir de kendim olmayı bırakmamalıyım. Beni kendilerinin bir kopyası yapmaya çalışanların değil de olduğum gibi kabul edenlerin yanında mutluyum. Bu da benim sözüm olmuş. To be or not to be gibi bişi. Hoş. "Sen de potansiyel vardı, hala Eftal'le mi takılıyosun? O çocuk gibi davranıyor hala. Cık cık cık." Hala gülüyorum Betülcan. Iıııı evet barıştık. Yani bu da kendim olma operasyonlarımdan biriydi. For god's sake, oradan bakınca sürekli trip atmayı seven, fon müziğinde arabesk rap çalan, melankolik biri gibi mi görünüyorum? Emre Aydın mıyım ben yahu? Bir gün insanlar beni de kabullenecekler, Nihat Doğan'ı, Ajdar'ı, Tuğba Ekinci'yi, Hilal Cebeci'yi, Atilla Taş'ı kabullenmiş bir toplum beni pamuklara sarar valla. Hala umutla bekleyenlere duyrulur ; BEN ASLA O SEVDİĞİN OLGUN VE DE DOLGUN KIZLARDAN OLMIYCAM. BÜNYEME ZARARLI, KAŞINTI YAPIYO BİLİYON MU?

Alesta Rapsodi ve Kurgubilim Portakal


Binalar dikerken kelimelerle sabah erken,
Göz bebeklerim anason ve cebimde buruşuk hayaller taşıyorum,
Yaralı bir karanfile bastırırken dizlerim.
Diyorum ki: Bak bu hayatlar hep benimdi dün.
Bak diyorum bu kumlu taşlarda, dünde kalan sözlerim var benim.
Sen çakalları bilmezsin diyorum. Sen hiç çakal bilmedin.
Eriyen sakallarıyla kirli kirli sularda yanına sokulup ateş ister çakal.
Sen bir avuç şiir okursun belki.
Belki de son şiirin olur peçetede rujla yazılı bir hoşçakal.
Sonra reçetende kazılı siyanür olur iştirak ve intikal.
Sen hiç bilmezsin bilinen bir şeyleri. Bak mesela,
Anatomi de değişiyor. Rakı da. Raks da.
Belki de anlamını soramadığın o latince dövmede senin adın gizlidir.
“Alea jaxta maxta…” falan filan bilemedim de, yazıyordur kitapta.
Şimdi bu mürekkebi bu şişeye dolduran nereden baksan yine insan eli.
Hayat: “Selam! Selam! Ne var ne yok?
Tanısanız siz de çok seversiniz beni!”
Diyalektinde yürüyen az komikli bir şaka.
Şimdi nerede çarpışsak biz seninle, o kazanın raporu adli vaka.
Ve o küçük kadınlar bir şeyler düşünüyor sonra.
Büyük şeyler. Çok büyük şeyler ve daha büyük.
Mesela: Ne kadar potasyum lazım bize? Kim ne kadar manganez?
Hiçbir garezi yok bu kısır denizlerin.
Bu sudan ya ayakkabı çıkacak ya da birkaç gariban kelkenez.
Şehirler kurarken kelimelerle sabah erken,
Nedense bir kelebeği öpmek ister canın akşamüstü bir yaz.
O ocaklar, o madenler, o demokrasi senin varoluşunun var ettiği bir enkaz artık.
Bir kola kutusunun üzerindeki acınası içerik olur o zaman sorgu ve sual.
“Heykel, fırça, tüy, tual, adliye, belediye, o ne diye?, bu ne?” diye sormak hakkındır artık senin.
Tabi alacağın cevaba kimyasal bir reaksiyon vermeyecekse ellerin.
Hayaller kurarken kelimelerle sabah erken,
Sen, öyle güzel dur rüzgarımda ama çok süzülme.
Ben izinsiz katlar çıkarım kara sevdalara
Sen boşver üzülme…

Not: Can Bonomo çıkarsa artık şu şiir kitabını.

Biraz Daha

 Susmanın ibadet
 Olduğu yerde
 Ne çok
 Konuşuyordu

 Arada bir tek başına yaşayan
 Hasta yaşlı birini
 Yoklamaya gider gibi
 İç denetimden geçebilirdi

 Seslerin hele kof sığda
 Çiğ ve güncel
 Eriyeceğini havada
 Bile bilmiyordu

 Kınayan sessiz bakışlar
 Ancak bir akşam üstü
 Beklemiş çok beklemiş
 Birden sözünü kesti.
Behçet Necatigil. Bir Susma Eğrisi. Meraklısına.
Bir iddia sonucu soy adındaki ikinci y'yi kaybeden birinden.
 Şanssız mıydık? haksızlık olur şimdi
 Düşünsene nasıl geçmiştik hızla
 Birleşen iki güvercini arasından
 Hiç dokunmadan onlara

 Bende tarçın sende ıhlamur kokusu
 Az mı dolandık Başkentin sokaklarında
 Ama işte şölenin kaçınılmaz acısı
 Bizim payımıza düştü sonunda

 Aşkımız şimdi görklü bir hayatın
 Yabancıya berbat bir çevirisi
 Sen metinde üç beş satır atladın
 Ben geçmiş zamanda dondurdum fiilleri.

 Sen ki özenle katlanmış bir mendil gibiydin
 Düşünür müsün zaman zaman acaba
 Nelerle ödedik şu mevsimi
 Ve gün nasıl vuruyor topuklarımıza

 Şanssızım diyemem ben kendi payıma
 Olur böyle şeyler ara sıra
 Sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim
 Bütün çocuklar anlar da
 Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Nazım Hikmet, Can Yücel, Arif Nihat Asya, Özdemir Asaf, Necip Fazıl, Orhan Veli ve daha bir çoğunu okudum bütün gün. Devam da edeceğim. Seninle de paylaştım işte birkaçını. Güzel hissedebildiysek ne mutlu bize. Ne kadar iyi şairlerimiz var, değerini bilmediğimiz. Artık şiire ön yargıyla yaklaşmayı bırakıp onun enginliğinde kaybolmaya ne dersin? Dünya Şiir Günün Kutlu Olsun!

Bol şiirli olsun bugün

 Yıllarca en acımasız yangınlarda
 Mısra mısra yaktınız beni
 Şimdi sıra bende
 Hazır olun
 Birer birer
 Ateşe veriyorum sizi
 Ve kalbime gömüyorum küllerinizi
 Varsın dikenleriniz avucumu kanatsın fark etmez
 Yeter ki
 Sevenler yüreklerine taksın güllerinizi.
-Ahmet Selçuk İlkan, Yakılacak Şiirler. Ahmet Selçuk okuyun eğer aşıksanız. Okuyun ki aşkın azabını tadanlardan örnekler olsun size.
 Derdim yeter sakin ol dinlen biraz artık
 Akşam olsa diyordun işte oldu akşam
 Siyah örtülere sardı şehri karanlık
 Kimine huzur iner gökten kimine gam

 Bırak şehrin iğrenç kalabalığı gitsin
 Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte
 Toplasın acı meyvesini nedametin
 Sen gel derdim ver elini bana gel şöyle

 Bak göğün balkonlarından geçmiş seneler
 Eski zaman esvaplarıyla eğilmişler
 Hüzün yükseliyor güler yüzle sulardan

 Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi
 Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran
 Geceyi dinle yürüyen tatlı geceyi
-Charles Baudelaire. Ne zaman Baudelaire dizesi okusam aklıma "Gökyüzünü izliyorum yerin dibinden, aşağılık lazım bayağılık lazım, senin adam akıllı bir iki şiir okuman lazım, belki Baudelaire belki Nazım" dizeleri gelir Can'dan. Ama bekle. Ona da geleceğiz bugün. Duygu yüklü mısralarda kaybolalım sadece. Fonda Moonlight Sonata.
Yine ezberimden birkaç dize. Ahmet Hamdi'den.
 Ne içindeyim zamanın
 Ne de büsbütün dışında
 Yekpare geniş bir anın
 Parçalanmış akışında

 Bir garip rüya rengiyle
 Uyuşmuş gibi her şekil
 Rüzgarda uçuşan tüy bile
 Benim kadar hafif değil

 Başım sükutu öğüten
 Uçsuz bucaksız değirmen
 İçim muradına ermiş
 Abasız postsuz bir derviş

 Kökü bende bir sarmaşık
 Olmuş dünya sezmekteyim
 Mavi masmavi bir ışık
 Ortasında yüzmekteyim.
Ah ne güzel şairdir Özdemir Asaf. Ne dolu adamdır. Ve ne güzel şiirdir Lavinia.
 Sana gitme demeyeceğim
 Üşüyorsun ceketimi al
 Günün en güzel saatleri bunlar
 Yanımda kal

 Sana gitme demeyeceğim
 Gene de sen bilirsin
 Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
 İncinirsin

 Sana gitme demeyeceğim
 Ama gitme Lavinia
 Adını gizleyeceğim
 Sen de bilme Lavinia
Yine Özdemir Asaf'tan bir şiir okuyalım. Bu kez Ansızın olsun.
 Ben sensiz olanlara seni aratıyorum
 Ben sensiz kalanlara seni yaratıyorum
 Seni saklayacağım seni yazıp andıkça
 Kendimi çoğaltıyor seni kuşatıyorum

 Unutturmayacağım seni yaşatacağım
 Kendimi çoğalttıkça seni kuşatacağım
 Her zamanda her yerde sen bende yaşadıkça
 Sen evreninde sana seni aratacağım
Atilla İlhan'ı anmadan geçemeyeceğim. Ben Sana Mecburum pelesenktir aşıkların dilinde. Aysel Git Başımdan. Adım Sonbahar. Elde Var Hüzün. Jilet Yiyen Kız. Kim bilmez bu şiirleri? Hadi ama.
 Her şeyi terk ettim ne aşk ne şehvet
 Sarışın başladığım esmer bitiyor
 Anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
 Dudakları keskin kırmızı jilet
 Bir belaya çattık nasıl bitirmeli
 Gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
 Kimi sevsem sensin hayret
 Kapıların kapalı girilmiyor

 Kimi sevsem sensin senden ibaret
 Hepsini senin adınla çağırıyorum
 Arkamdan şımarık gülüşüyorlar
 Getirdikleri yağmur sende unuttuğum
 Hani o sımsıcak iri çekirdekli
 Senin gibi vahşi öpüşüyorlar
 Kimi sevsem sensin hayret
 İn misin cin misin anlamıyorum

Dünya Şiir Günü Kutlu Olsun!

 Ota boka özel gün düzenlediği şu dünyada en anlamlı günlerden biridir tabii ki bugün. Dünya Şiir Günü. Biraz buruk biraz mutlu. Aslında her günün şiirin değeri bilinerek geçmesi gerekirken bugün bile unutuldu eminim birçok yerde. Nevruz ayağına. Ona lafım yok ama ben bugün kendi adıma Nevruz'u değil Dünya Şiir Günü'nü kutluyorum. Ama Anneler Günü, Babalar Günü gibi en değerlilerimize bile hatırlamak için özel gün biçen bir anlayış bu. En azından bir gün için bile olsa şiiri hatırlayın. Sadece hoşlandığınız kızı tavlamak için kullanacağız bir araç olmasın şiir beyler. Öyle büyük şairlerimiz var ki bilinmeyen. Dizelerinde kendini kaybettiğin ama kalabalıklar içinde kaybolmuş. Şiir yazamayan biri olarak şairlerin değerini biliyorum ben de az veya çok. Seni meczuba çeviren o duyguları kelimelerle somutlaştırma, hissettirme türüdür şiir. Birçok türü vardır ama en çok bilinen, uğruna en çok şiir yazılan türü de aşktır, lirizmdir şüphesiz. Sevgiliye duyulan aşk, vatana duyulan aşk, tanrıya duyulan aşk... Yüzyıllardır söylenegelmiş birçok dize. Fuzuliler, Yunus Emreler, Mehmet Akifler, Nazımlar, Yahya Kemaller... Daha nice nice örnek. Bu yazı bol şiirli bir yazı olsun. Bugün bol şiirli bir gün olsun. Hayatınız bol şiirli olsun, şiir gibi özümseyerek yaşayın hayatı. Öylesine derin, öylesine tutkulu.
 Küçük İskender'den bir şiir olsun, belki de en bilineni;
 Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye;
 Zaman ki sana hasta oldu
 İncelikli haytasın.

 Nüksederken mahallenin maşallahı eyvallahı
 Güzelleş be oğlum.

 Şimdilik ölümüne kadar hayattasın.
 Şimdilik, ölümüne kadar hayattasın.
Pek çok severim bu şiiri. Tarif edemeyeceğin duygular verir, bi garip hissederim. Üzerinde düşünecek çok şey olduğunu anımsatır bana. Ama şiirler özneldir. Şiirler özeldir.
Nazım Hikmet'i anlatmaya kelimeler yetmez. Hatta kifayetsiz, işlevsiz kalır. Kelimeleri en güzel kullanan adamlardandır. Ne güzel adamdır. Piraye'sine duyduğu aşkı dillere destandır. Vatanına duygu aşk da. Hürriyet adamıdır. Hürriyet aşığıdır. Belki de bu yüzden aşkıyla kavuşamamıştır.
 Yumdum gözlerimi
 Karanlıkta sen varsın
 Karanlıkta sırt üstü yatıyorsun
 Karanlıkta bir altın üçgendir alnın ve bileklerin

 Yumulu göz kapaklarımın içindesin sevdiceğim
 Yumulu göz kapaklarımın içinde şarkılar
 Şimdi orada her şey seninle başlıyor
 Şimdi orada hiçbir şey yok senden önceme ait
 Ve sana ait olmayan
Ara vermeden devam ediyorum. Tam gaz. Kim bilmez ki Ahmed Arif'in Sevdan Beni şiirini. Yıllardır ezberimde. Bıkmadan, usanmadan okuyabilirim. Sözgelimi kısacık bir şiirleri nasıl bir destan etkisi uyandırmış.
 Terk etmedi sevdan beni
 Aç kaldım, susuz kaldım
 Hain karanlıktı gece
 Can garip can suskun
 Can paramparça
 Ve ellerim kelepçede
 Tütünsüz uykusuz kaldım
 Terk etmedi sevdan beni
Ve bir klasik daha. Yine Ahmed Arif'ten.
 Seni anlatabilmek seni
 İyi çocuklara, kahramanlara
 Seni anlatabilmek seni
 Namussuza halden bilmeze
 Kahpe yalana
 Art arda kaç zemheri
 Kurt uyur kuş uyur zindan uyurdu
 Dışarıda gürül gürül akan bir dünya
 Bir ben uyumadım
 Kaç leylim bahar
 Hasretinden prangalar eskittim
 Saçlarına kan gülleri takayım
 Bir o yana bir bu yana
 Seni bağırabilsem seni
 Dipsiz kuyulara akan yıldıza
 Bir kibrit çöpüne varana
 Okyanusun en ıssız dalgasına
 Düşmüş bir kibrit çöpüne
 Yitirmiş tılsımı ilk sevmelerin
 Yitirmiş öpücükleri
 Payı yok apansız inan akşamdan
 Bir kadeh bir cigara dalıp gidene
 Seni anlatabilsem seni
 Yokluğun cehennemin öbür adıdır
 Üşüyorum kapama gözlerini

Merhaba Rock'n Rolla ;

 Ben onu yerim yaaa. Nasıl seviyorum Can'ı nasıl seviyorum.  Rüyamda Antalya'da imza günü yapıyordu bir an gerçek sandım var ya, ama RÜYAYMIŞ AQ. Böyle rüyayla gerçeği ayırt edememe gibi mallıklarım var tabii. Bir de duvarıma astığım Can Bonomo posterleriyle konuştuğum olayı var. Ama bu aramızda kalsın. Özellikle sabahları ve yalnız kaldığımda kendi kendime konuştuğumu da kimsenin bilmesine gerek yok bence. Ya da en çok kendi kendime mallık yapıp, eğlendiğimi veyahut feci esprileri yaptığımı. SIR. Bugün okula gitmeyeceğim bir güne uyandım. Daha doğrusu öğleye. Çünkü uyandığımda bizim takım muhtemelen öğle arasındaydı. Olsun varsın. Kendime kahvaltı hazırlamak gibi ultra başarısız bir girişimde bulundum. Ben kiiiiim hadi hazırlamayı geçtim kahvaltı yapmak kiiiiim? Bir de öğle yemeği vaktinde. Açtım buzdolabı denilen o mucizevi aleti bakınıyorum. Ama sadece bakınıyorum çünkü kahvaltıda ne yenir, hiçbi fikrim yok. Domates+yağ+kekik üçlüsü baş tacım. Kaşarlı açma favorim. Kakaolu süt kraliçem. Nestle'nin kinder özentisi çikolatası fena değil. Haşlanmış yumurta ise tam bir hayal kırıklığı. Hayır zaten yumurtadan nefret eden bir insanım neyin kafasına gidip yumurta haşlamaya çalıştım ki ben. İlkti, eh beceremedim tabii. Sonra da ben yumurtamı çiğ severim diye bir güzel kendime kendimi savundum. Midem bulandı yemedim attım. Tam 6 tane portakal sıkma girişimimden bir çay bardağı portakal suyu çıkınca onu da bıraktım. Sözün özü ben kiiiim kahvaltı kiiiim? Ben yalnızca öğleden sonra yemeği ile yaşamaya devam edeyim. Dün okuldan gelince bi mantı yapmışım ki sorma. Sorma diyorum. Yapamadım aq. Onu da beceremedim. Bokum gibi bişi oldu. Ziyan oldu güzelim mantı. Aç kaldım, açıkta kaldım. Bugün de karnımı çikolatayla doyurdum. Sağlıklı yemek olayı bitti bende. Yemek bile yapamıyorum lan, tek becerdiğim şey salçalı makarna. Bu kadar da beceriksiz olunmaz ki abim ya. Neyse yarın okulda gün gibi bişi yapıcaz. Bak ondan umutluyum. Anneme kek yaptırcam. En azından yarın tokuz. Hadi muhabbetle!

20 Mart 2013 Çarşamba

Alkolik Hüzünler

 Başlığın yazıyla bi alakası yok, sadece çok havalı geldi. Bugün aslında şuan düşündüm de fena bir gün değildi be moruk. Her eylemin klişeye bağladığı şu zamanlar işsizlikten kudurduğum zamanlar işte. Derslerde uyumamak için göz kapaklarımla savaştığım, teneffüslerde sıkılmamak için kendimi müziğe verdiğim günlere bir çizik daha. Nasıl edebi şekilli şüküllü yazdım yahu. Bu öğle arası Aşkın Cep Defteri'ni okuyordum Murathan Mungan'dan. Bir yandan da kulağımda bir Mabel Matiz bir Erdem Yener bir Can Bonomo bir Güntaç Özdemir. Bugün Türkçe dinleyesim vardı 3 ders İngilizce'ye tepki maiyetinde. Double sıkılınca Nil ve Fatma arkadaşımlara yine benim cin fikir koleksiyonumdan birkaç uygulamada bulundurdum. Bak bak bak fikre bak; ayaklarla isim yazmak. Sırayla benim Nil'in ve Fatma'nın ismini yazdık. Harfleri yaptık yani ayaklara. Ayaklarımı geçtim götüm bile ağrıdı yahu. Hele o M harfi..... Ama eğlendim. Serviste daha çok eğlendim. Adını bile bilmediğim bir ÇOK İYİ SÜPER ÜBER MÜKEMMEL çocuk bana, dikkat buyrun efenim, i-phone'unda oyun oynattı. Hem de 5. Ehehehehehe. Çok eğlendim lan, çok güzel bi oyundu. Keşke Google Play Store'da olsa ama yokmuş, fuck. Öyle Mel'le barıştık sanırım. Betül'e de tweet attım neden yaptım bilmiyorum ama bu tripli depresif ergenik hallerden feci sıkıldım. Bünyeme ters bi kere. Mutlu olsam, eğlensem neden eğleniyorsun gibisinden bakışlı tepkiler alıyorum, eğlenmesem tribe girmesem noldu kardo iyi misin hiç gülmüyosun falan filan. Sıkıldım yani. Bi de böyle hiç konuşulmadı ya, o çok sıkıcı işte. Can sıkıcı. Aklıma yazacak bi şey gelmiyor. Yarın okula gitmiyorum, oleey!

19 Mart 2013 Salı

Bu Yağmurlar Bu Yüzdeeen

Thank God! Coğrafya defterimi çakma da olsa tamamladım, artık gönül rahatlığıyla coğrafya dersine girebilirim. Haftada topu topu 2 saat coğrafya dersi var ve ben sadece birine giriyorum. O da zorla. Ya da bi bahane bulursam ona da girmiyorum. Devamsızlığım aldı başını gidiyor valla hep psikoloji ve coğrafya yüzünden. Bir de Salı günü. Fuck you Salı günü. Bomboş lan. İnsanın okula gidesi gelmiyor olm bu ne böyle Salı mı olur? İlk ders Dil Anlatım sonrası Beden Beden Din Müzik Almanca. Havalı olmasa çantasız gelicem okula. O derece. Bkz: Bütün devamsızlıklarımı özellikle Salı günleri yapmışımdır. Bokum gibi günde okula gideceğime yatar uyurum daha iyi yani. Ay ne haytayım yahu. Haftada en az 2 kez devamsızlık yapıyorum falan. Ehehehehehe. En büyük eğlencem de son derslere girmemek. Öyle mal mal eğleniyorum kendi çapımda. Ve büyük bomba, YOK YAZILMIYORUM. Yani yazılıyorum da e-okula geçirmiyorlar. Ehehehehehhe. Şuan Emre Aydın'ın Afili Yalnızlık albümünün son demlerindeyim. Tabii önce Can Bonomo'nun albümlerini dinledim ama Emre'nin albümleri kıyıdan melül melül bana bakıyordu kıyamadım onları da dinleyeceğim. Biri gitti kaldı ikisi. Bi aralar ne severdim ya. Aslı'ya da aşılamıştım EA'şkı. Öf, ergenlik. Ergenlik dedim de, Mel ve Betülle özellikle Betülle we don't friends anymore. Melle belki düzelebiliriz bilemiyorum ama Betül bu şekilde düşünmeye devam ederse feci şekilde OVER. FINISH. Sims oynamakla geçen ultra asosyal günlerimden sonra ki burada MMFD'nin fatal etkisini unutmamak lazım, bugün de yalnızdım anne. Tam olarak yalnız sayılmam aslında. Bugün hiç dışarı çıktım mı? Beden dersi vardı, badminton oynamayı öğrenmeye çalıştım. Ama ben yamuk bi insanım, napak? Öğle arası bi ara tek başıma çıktım eğlendim falan. Kulaklıklar takılı, müzik dinlerken koridorda yürüyünce klip çekiyomuşum gibi hissettim ve o hisse BA-YIL-DIM! Süper bişi ya! Ve Kağıt Evler'i taktım, tanrım asırlar olmuş. Acaba Emre'yi bıraktığım gibi Can'ı da bırakacak mıyım? Kesin bırakırım. Ama şimdilik hala konserine gidenleri deşmek istiyorum, posterleriyle konuşuyorum, resimlerine saatlerce bakıyorum falan. Hayal kurma konusunda da sapıttım. Kafein almayı bırakmalıyım. Ve hala kilo verebilmiş değilim. Hamburgerleri, kebapları, çikolataları götürünce olmuyor tabii. Ama bu haftadan ümitliyim. Mesela bugün sadece çikolata, kek, kakaolu süt, kinder ve gofret yedim. Ne kadar az değil mi? Başka da bi şey yemiycem ama karnım gurulduyo. Bu gece de açım anne. Kilo verince görüşüciiiiiiiz. Muhabbetle!

14 Mart 2013 Perşembe

3-2=1

 Merhaba sevgili okuyucu. Bu seni gülümseten bir yazı olmayacak, baştan söyleyeyim. Eğer sen de mutsuzsan hiç okuma, dayanamazsın. Şuan biraz sinirli, biraz üzgün, biraz kırgın, biraz kızgın ve bolca da endişeliyim. Annem ve babamla dertleşmeyi denedim ama beni anladıklarını pek sanmıyorum. Konu arkadaşlarım ya da bir zamanlar arkadaşım olanlar mı demeliyim. Tanıyorsundur, biliyorsundur Betülle Meli. Sanırım biz artık arkadaş değiliz. Yani henüz ortada somut bir şey yok ama beni rahatsız eden bolca soyut şeyler var. Özellikle Betül'ün bana karşı olan davranışları. Bu konuda daha önce de yazmıştım ve o zamandan sonra her şey normale döndü gibi görünmüştü. Yanılmışım. Son birkaç günüm görmezden gelinme, siklenmeme ve umursanmama ile geçti diyebilirim. Melike o kadar değil ama Betül'de bir şeyler değiştiği kesin. Sana bir örnek; dün okulda basketbol maçı vardı öğle arası. Ben, Betül ve Melike Mellerin sınıftaydık. Ben yaklaşık yarım saat kadar onları bekledim, dışarı çıkacağız diye. Çıkmadılar. Ben de madem çıkmayacaktınız neden beklettiniz o kadar diye sinirlendim kendi sınıfıma gittim. Pencere kenarında bir sıraya oturdum, elime de defterimi aldım, hava da çok güzeldi bilirsin güzel havalarda içeri kapanmayı hiç sevmem, bir şeyler yazarken bir ara dışarı baktım. Ne göreyim? Betül ve Melike dışarı çıkıyorlar. Beni o kadar bekletip çıkmadılar ama ben gittikten sonra çıktılar. Keşke baştan yüzüme karşı söyleselerdi. Ben o an hissettiğim duygu karmaşasını hiçbir şekilde dile getiremem. Melike Betül'e nazaran daha normal dedim ya, sonuçta eski arkadaşım, aynı servisteyiz falan. Betül de bana sözde en yakın arkadaşım falan diyordu. Alayı yalan. Uzun zamandır dışlandığımı hissediyordum zaten, 3 kişilik bir grupsan eğer mutlaka biri dışarıda kalır. O biri de benim işte. Birçok kez umursamadım bazı şeyleri. Ama bugün mesela, hiç bir araya gelmedik. İlk teneffüs dışında, onda da Melike dışarı çıkmak istemiyordu. Betül istiyor gibi görünüyordu eh ben de istiyordum ama çıkmadı. Benimle yani. Tamam. Ben de sınıfıma geri döndüm. Her ne kadar geri plana atmaya çalışsam da benim de bir gururum var sonuçta. Onlar 2si bazen de 4ü gezerken ben iki kere Kübra'ylaydım. Onun dışında bütün gün sınıfta oturdum. Ve diyetimin amına koydum. 2 tane çikolata yedim ki bu tam bir darbe! En çok da buna üzülüyorum şuan. Sorun ne gerçekten bilmiyorum, ama beni olduğum gibi kabul edemeyen insanlarla -ki eğer sorun bensem- birlikte olmam tabii ki. Ben yalnızlığa alışkınım. Yalnız büyümüş bir çocuktan grup insanı olmasını bekleyemezsin. Dediğim gibi, birkaç gündür bana karşı bir itme politikası uyguluyorlardı ben salak da buna rağmen yanlarına gidiyordum. Ama artık bitti. Daha fazla zorlamayacağım. Her şey olacağına varır sonuçta. Eğer bu arkadaşlık bitecekse varsın inceldiği yerden kopsun. Herhangi birinin grubuna da dahil olmak gibi bir düşüncem yok. Belki de bu bana bir nekahat devresi olur. Kim bilir? Bugün yalnız kaldığım anlarda biraz düşündüm, bol bol kitap okudum. İşin kötü yanı insanların moralimin bozuk olduğunu fark etmesiydi. Gün içinde gülemedim zaten. Ama atlatırım. Her şey gibi bu da geçer gider. Sanırım şuan tek ihtiyacım olan gerçek bir dostla konuşmak. Keşke bunu söylediğimde aklıma birden çok isim gelse, ama ne yazık ki gelmiyor.
 Yalnız günlere tekrar merhaba! Diyete tam gaz devam! Moral bozmak yok! Kitap oku, müzik dinle. Ne de olsa dışarıdaki hayat bensiz de devam ediyor.

11 Mart 2013 Pazartesi

VERİCEM OLM BU KİLOLARI

Şu aralar kendimden nefret ediyorum. Ayı gibi oldum ya. Feci kilo aldım ve ne zaman kilo vermeye karar versem plus plus plus kilo alıyorum. Nasıl iradesiz bi mahluğum ben ya. Ama bi liste yaptım. Buraya da yazayım ki hep gözümün önünde olsun. Bir kopyasını da duvarıma yapıştırdım. Bu böyle devam edemez. Göbeğim gök kubbeyi geçti geçecek. Yakında şişman kız beni idolü olarak görmeye başlayacak yahu. Neyse, başlıyorum.

1-Kızartma ve hamur işi yiyeceklerden uzak dur.
2-Çikolata, kakaolu süt, bisküvi ve cipsin ne olduğunu unut.
3-Makarna ve pilava düşman ol.
4-Ekmeği boykot et.
5-Masadan doymadan kalk.
6-Bol bol meyve ve sebze ye.
7-Hamburger, kola, cips satılan yerlere gitme.
8-Günde 2,5 litre su iç.
9- Hareket et. Örneğin, bir durak önce in ya da sana yakın olan değil de bir sonraki duraktan bin. (Servis olayına gelince, okulda bol bol hareket et.)
10-Bunların hepsine demir gibi bir iradeyle uy ve sonuçları görüp mutlu ol!

Eğer sen de benim gibi fazla tonlarından şikayetçiysen gel beraber yapalım. Bu dengeli beslenmedir, diyet değil. Aşırı yağ alımını durdur, zevk için yemek yemeyi de. Aktif kal ki sana bi yararı olabilsin. Hem bu zamana kadar deli gibi yedin, birazcık tutuver şu boğazını ne olur ki? Düşük kalorili yiyecekleri tercih etmek en iyisi. Sana yararı olmayan bir şeyin zararı vardır, unutma. Patlıcan gibi. Yararı yok ve tadı da iğrenç. Ama doyurucu bak, kalorisi de düşük zannımca.

Hadi bana kolay gelsin!

7 Mart 2013 Perşembe

Anılar anılar şimdi gözümde canlandılar

 Anılar sevgili okuyucu, ne melem şeylerdir. Belki bir gülümseme belki bir damla göz yaşıyla hatırlarsın. Yalnızlıktan hoşlanmazlar yanlarında mutlaka birini getirirler. Çoğu zaman hüzün ve pişmanlık onlara refakat eder. En sevdiği dostudur pişmanlık unutamadıklarının. Keşkelerle, ya'larla anarsın. Durmadan konuşursun, tartışırsın, kendinle çelişirsin, utanırsın. Ama sonunda hep geçmiş kazanır sen hep kaybedersin. Bu oyunun mütemadiyen mağlubu benim, sensin.
 Geçmişte bırakamadığımız şeyler vardır sevgili okuyucu, geçmişte kalmasını, üzerini mazinin tozlarıyla kaplatmak istemediğimiz şeyler. Öyle şeylerdir ki onlar, ne geçmişte kalmasına gönlün razıdır ne de bugün onları yaşamana izin verir. Gelecekse tam bir muamma. Nasıl bir amiyane tabirdir "Geçmiş acıtıyorsa geçmemiş demektir." ama ne çok şey anlatır. Geçmemişi yad etmek acı verir işte. İçinde bi yerlerde ufacık bir sızı ile hatırlarsın aslında hiç unutmadığın sadece üzerini tozpembe bulutlarla kapattığın anları. Ama saydamdırlar, şeffaftırlar ve haindirler. Nankördürler. Unutmana asla izin vermezler, en savunmasız olduğun anda çıkagelirler. Hiç beklemediğin anda çıkagelirler. Karşı koyamazsın, elinden sadece onlara kapılmak gelir, kapılırsın. Sonra gözlerin bulutlanır. Sonra etrafın sislenir ve en sonunda yağmur başlar.
 Nefessiz kaldığın anları düşün ve bunu milyonlarla çarp. Onu ilk gördüğün anı düşün ve acısıyla çarp. Nötrlendi mi? Nötrlenmez. Çünkü acı her zaman tartışmasız galiptir. Sana da boyun eğmek düşer.
Saçların uzar, tırnakların uzar, boyun uzar ama onunlayken zaman kısalır, kısalır ve sonunda bitiverir. Zamanın boşluğuna düşüverirsin ve tutunabileceğin tek dal anılar olur. Anıları olmasa yok olurdu insan dediğin. Oksijen kadar gereklidir sana. Ruhuna nefes aldırır. Arada arşivden çıkarıp tozlu yapraklarını temizleyip bir hal hatır sormak lazım gelir.
 Devam ederdim ama etmiyorum. Bu yazı anılarımda gülüştüklerime, ağlaştıklarıma gelsin. Bu yazı unutmaya çalışıp da unutamadıklarıma gelsin. Bu yazı geçmişime kazınan herkese gelsin. Ve geleceğimde olmalarını istediklerime.
 Bunalımlı bir akşam olmasın. Sen yine de mutlu ol. Al bu da benden http://www.youtube.com/watch?v=9feN1VsUATQ

4 Mart 2013 Pazartesi

Fazla Merak

 Ay ben bugün ne yaptııııııııııııım! Deli miyim neyim ya? Cidden merak ettiğim için ve sıkıldığım için yapmayacağım şey yok sanırım. Örneğin bugünkü mallığım tamamen meraktan ileri geliyor. Olay şu şekilde efenim;
Sayın ve pek sevgili Betül son teneffüs yamacıma geldi ve kantinde Gökay'ı konuşurken duyduğunu, sesinin değiştiğini söyledi. Biz de Melle aynı anda "Ergenlikten mi çıkmıııııış?!" diye bağırdık, ehehehehe. Betül de dedi ki "Yok be böyle sesi kalınlaşmış geçen yıla göre, çok karizmatikti, çok iyiydi sesi." Tabii o böyle söyleyince ben de meraktan kudurdum ve takıldım yani. İlle de sesini duyucam diye tutturdum. E tabi teneffüs kısaydı, zil çaldı şansa bak ki Gökayların ders de bizim blokta. Son ders edebiyattı, hoca da nöbetçiydi yani rahat olabilirdim. Neyse ben biraz oyalandım falan bu arkadaş biraz geç geldi, bir de yalnız olsun konuşayım arkadaşlarına rezil olmayayım değil mi? Öyle. Ama ben o kadar bekledim bu yavrucak yanında bi arkadaşıyla geldi ben de aynen fail tabii. Kuzu kuzu çıktım gittim derse. Bu arkadaş arada ders içinde de çıkıp tuvalete bilumum ihtiyaç ve saç düzeltmesi için gider yani, belki yine çıkar diye bi ara ben de çıktım dersten. Çok da çişim vardı arada onu da hallederim diye düşünmüştüm. Ama yine göremedim. Yine onun yerine başkasını gördüm, ıyyk. Tuvalet de kapalıydı çişimi de yapamadım. Ben de biraz dolaştım geri döndüm. Sonra ders bitti, zil çaldı biz de Melle merdivenlerden indik. Servise doğru yollanmıştık ve ben tam "Derste de çıktım aq yine de göremedim, üf ya çok merak ediyom, sesini duymalıyım, yarına kadar sabredemem" tarzı söyleniyorum ki biraz önümde yalnız yalnız yürüyordu garibim. Ben tam acaba yanına gitsem mi diye düşünürken bi baktım yanındayım. Artık nasıl depar atmışsam, ehehehehe. Konuşma şu, yani hatırladığım kadarıyla (cidden hafızasızım):
EA: Selam!
GK: Merhaba, nasılsın?
EA: İyiyim sen?
GK: İyiyim teşekkürler.
EA: Moralin bozuk gibi, bi şey mi var?
GK: Bi şey yok. Bi şey olmadığı için canım sıkılıyor (gibi gibi, ama özünde bu)
EA: Aynen ya, ekşınsızlık çok can sıkıcı.
GK: Dilci olduğun iyice belli olmaya başladı. (Güldü bana pis)
EA: Ehehehe, alışkanlık oluyo tabii bi zaman sonra.
GK: ??!!+55%&:^+3423534567+^^4.23^+:'^:+%^':+%'^+
(O ara Gökay bi şey söylüyodu ama ben servisten fazla uzaklaştığım için döndüm götümü, e duymadım haliyle.)
EA: Neyse, hadi hoşçakal!
 Konuşmaya bak aq. Ve sırf konuşsun da sesini duyayım diye gözüne gözüne bakıyorum çocuğun. Aklımdan sürekli "konuş lan bi konuş he cevap ver biraz daha konuş" diye geçiriyorum, cidden çok komikti. Tabii ardımda aşırı şokta bi Mel bırakmıştım, hala da şoktaydı garibim. O da çok komikti. Sonuç olarak sesi mesi değişmemiş be. Belki de benim onunla konuştuğum zaman sesimin değiştiği gibi onun da bana özel bi sesi vardır. Eheheheh, megalomana bak megalomana! Yani bu da bugünün ekşınıydı. Ama Gökay bi yerde çok haklı, cidden okulda aşırı sıkılıyorum. Aşırı sıkılınca da bulabildiğim en ufak bi ekşın kırıntısına sıkı sıkı sarılıyorum. Yani genelde en mal halim okulda oluyor. Dışarıda bu çeşit bir insan değilim mesela, yani böyleyim de bu derece değil. Her şey sıkıntıdan. Ve meraktan. Fazla merak göte yarak hesabı, affet beni Gökay'can. Genelde hep seni alet ediyorum eğlencelerime. Sçs, kib,bb.
 Not: Belki de birazcık dinleseydim bana yine "Kendine iyi bak." diyip siktir olup gidecekti, kaçırdım bak tüh tüh tüh.

3 Mart 2013 Pazar

Aşka İlk Bakış

Sinopsis
Gerçek aşkı bulduğumuzu nasıl anlarız? Onu gördüğümüzde kalbimizin sanki göğüs kafesinden fırlayacakmış gibi atışından mı yoksa midemizde uçuşan kelebeklerden mi? Ne zaman emin oluruz onsuz olamayacağımıza? Onsuz bir anı hayal bile edemediğimizde mi yoksa onsuz bir an yaşadığımızda mı?
Bakalım bu soruların cevabını burada bulabilecek miyiz? Gelin birlikte arayalım!
Sahne-1 Okul Dış/Gün  Esas kız arkadaşlarıyla birlikte okul bahçesinde daire olmuş ayakta dikiliyor, muhabbet ediyorlar.
Sahne-2 Okul Dış/Gün  Esas kız bir süre sonra sıkılıp etrafına bakmaya başlıyor.
Sahne-3 Okul Dış/Gün  Esas oğlan arkadaşları ile birlikte okul bahçesinde oturuyor. Konuşuyorlar.
Sahne-4 Okul Dış/Gün  Esas oğlan etrafına bakarak konuşmasına devam ediyor.
Sahne-5 Okul Dış/Gün  Esas kız esas oğlan ile göz göze geliyor.
Sahne-6 Okul Dış/Gün  Esas oğlan konuşurken birdenbire duruyor.
Sahne-7 Okul Dış/Gün  Esas kız esas oğlana gülümsüyor.
Sahne-8 Okul Dış/Gün  Esas oğlan esas kıza gülümsüyor.
Bu sırada zil çalıyor ve öğrencilere derse girmek üzere binalara yöneliyor. (Zil efekti ve öğrencilerin geniş plan hareketli çekimi)
Sahne-9 Okul İç/Gün  Esas kız sınıfa girmeden önce bilinçsizce arkasına bakıyor.
Sahne-10 Okul İç/Gün  Esas oğlan önündeki esas kızı fark ediyor. Ona dokunma isteğiyle savaşıyor. (Kamera yakın plan yüzde ve mimiklerde)
Sahne-11 Okul İç/Gün  Esas oğlan esas kızın arkasına dönüşüyle aynı anda başka bir yöne (koridor) sapıyor.
Sahne-12 Sınıf İç/Gün  Esas kız boş bir defter yaprağına bakarak düşünüyor. (Esas oğlanı) (Kamera önce yakın plan sınıf, sonra genel plan kız ve yakın plan kızın yüzünü çekiyor.)
Sahne-13 Sınıf İç/Gün  Esas oğlan elindeki kurşun kalem ile oynayarak düşünüyor. (Kamera önce yakın plan sınıf, sonra genel plan çocuk ve yakın plan çocuğun yüzünü çekiyor.)
Sahne-14 Okul Dış/Gün  Esas kız arkadaşlarıyla vedalaşıyor. İstemsizce ve umutla etrafına bakınıyor. (Bunu mimiklerinde görüyoruz.)
Sahne-15 Dış/Gün  Esas oğlan arkadaşlarıyla birlikte yürümekte. Konuşup gülüşüyorlar.
Sahne-16 Dış/ Gün  Aynı anda aynı yerde esas kız kulaklıkları takılı bir şekilde hızlıca otobüse yetişmek amacıyla yürümekte.
Sahne-17 Dış/Gün  Esas kız ve esas oğlan aynı yol üzerinde zıt yönlerde birbirlerini görmeden geçer. (Kamera geniş plan yol ve yakın plan esas kız ve esas oğlanın yüzlerini çeker.)
Sahne-18 Ev İç/Gece  Esas kız uyuyor.
Sahne-19 Ev İç/Gece  Esas oğlan yatağında uyanık yatıyor. Yüzünde bir gülümse düşündüğünü görüyoruz. Esas kızın ona gülümsediği anı görüyoruz.
Sahne-20 Ev İç/Gece  Esas kız uyurken rüyasını görüyoruz. Rüyasında esas oğlanın ona gülümsediği anı görüyor. Esas kız içini çekerek diğer tarafa dönüyor ve uyumaya devam ediyor.
Sahne-21 Okul Dış/Gün  Esas oğlan bu kez yalnız. Bir köşede dikilmiş etrafına bakınıyor. Yanına bir arkadaşı geliyor. Kısa bir konuşma yapıp ayrılıyorlar. Esas oğlan aynı yerde etrafına bakınmaya devam ediyor. (Esas önce esas oğlanı dikilirken geniş planda sonra yakın planda çekiyor)
Sahne-22 Okul İç/Gün  Esas kız arkadaşlarına dün gece gördüğü rüyayı anlatıyor. Bu arada yine esas oğlanın ona gülümsediği anı görüyoruz. Arkadaşlarının yüzünde manalı bir gülümseme, kız heyecanlı heyecanlı anlatıyor.
Sahne-23 Zil çalıyor. (Sahne-8'deki efektler)
Sahne-24 Okul İç/Gün  Esas oğlan derse geç kalmış, koşuyor. Tam binanın kapısından içeri girerken esas kız dışarı çıkıyor. Çarpışıyorlar.
Sahne-25 Okul İç/Gün  İkisi de bir anlık şaşkınlıktan sonra (mimiklere ve yüze yakın çekim) birbirlerine gülümsüyor.
Sahne-26 Okul Dış/Gün  Esas kız ve esas oğlan zıt yönlerde yürüyor.
Sahne-27 Okul İç/Gün  Esas oğlan tam sınıfa girecekken vazgeçiyor ve koşarak esas kızın yanına dönüyor. (Kamera önce çocuğun elinin kapının kulpunda çekiyor, sonra yakın plan yüzü ve vazgeçişi, koşması geniş plan ya da bacakları)
Sahne-28 Okul Dış/Gün  Esas kız merdivenlerden iniyor. Bu sırada esas oğlan yanına geliyor.
Sahne-29 Okul Dış/Gün  Esas oğlan ilerideki bir bankı işaret ediyor.
Sahne-30 Okul Dış/Gün  Esas kız başını sallıyor ve beraberce banka doğru yürüyüp oturuyorlar.
Sahne-31 Okul Dış/Gün  Esas kız ve esas oğlan bankta otururken konuşup gülüşüyorlar.
Sahne-32 Okul Dış/Gün  Bir süre konuşmalarını ve gülüşmelerini genel planda görüyoruz. Sonra kamera yakın plan yüzlerini, önce esas kız sonra esas oğlan olmak üzere çekiyor. Esas kızın yüzünü çekerken esas oğlan konuşuyor. Esas oğlanın yüzünü çekerken esas kız konuşuyor. Dinlemeyi görüyoruz. Esas kız bu anın sonsuza dek sürmesini istercesine oğlana bakıyor ve gülümsüyor. Aynı durum esas oğlan için de geçerli.
-SON

İlk Senaryooom

 Eveet, eveeet, eveeet. Sonunda ilk senaryomu yazdıııım! Benim için oldukça uzun bir ön hazırlık dönemi gerektirdi ama olsun, yazdım ya önemli olan o. Tabii konu bulmak başlı başına bir dertti ama sonunda başladım ve akışına bıraktım. Sonuç olarak yazdım bitti. Öyle çok matah bi şey değil, çok güzel bi şey de değil. İlk senaryo işte canım. Ama ilk olduğu için buradan sizlerle paylaşacağım sevgili okuyucularım. Şuan kendimle çok gurur duyuyorum ve çok mutluyum. Ayrıca senaryom hakkında yorumlarınızı bekliyorum, bu benim için çok önemli. Ve durmak yok yazmaya devam!

2 Mart 2013 Cumartesi

Kısa Film

 Merhabalaaar. Bugün çok güzel bir gün ve benim hayatımda yeni bir heyecanım var artııık. Zaten biliyorsun, sinema tv okumak istediğimi. Yönetmen olmayı düşündüğümü. Ve ben bir kısa film çekmek istiyorum. Tabii bu öyle ha deyince olacak bir şey değil, daha ortada bir senaryo bile yok. Ama çalışmalara başladım. Birkaç gündür bu konuda araştırma yapıyorum, bir üniversitenin rektörüne mail bile attım bakalım dönecekler mi ehehehehe. Teorikte birkaç şey öğrendikten sonra işe senaryoyla başlamaya karar verdim. Yeni bir defter edindim ve senaryom üzerinde düşünüyorum şuan. Birkaç tane senaryo örneği okudum ve kısa filmler izledim.  Uzun metrajlı değil de kısa metrajlı filmler daha çok ilgimi çekiyor şuan. Eğer bir senaryo yazmayı başarabilirsem yani güzel bir senaryo yazabilirsem, amatör olarak çekime başlamayı düşünüyorum. En azından bir fikrim olur çekim konusunda. Babam bu konuyla biraz fazlaca ilgilendiğimi gördü ve "Eğer derslerine düzenli olarak çalışırsan sene sonunda sana video kamera alırım." dedi. Süper değil mi? Sanki uzun zamandır aradığım ekşını bulmuş gibiyim. Uzun zamandır yazıyorum ama bu yönde hiç yazmamıştım. Yenilik güzeldir. Arkadaşlarım da sağ olsun bu konuda beni çok yüreklendiriyorlar, çok mutlu oluyorum onlara da çok teşekkür ediyorum, ileteyim buradan. Çok etkileyici senaryolar, filmler var. Örneğin Dokuz Eylül Üniversitesi Sinema öğrencilerinin yaptığı bir çalışmayı çok beğendim. http://www.youtube.com/watch?v=uaplubatSs0&feature=youtu.be izleyin siz de çok güzel olmuş. Eh tabii çıkış noktam ve keşif noktam da Can. Bunu saklamıyorum. Yani ona olan hayranlığım olmasa onun kısa filmlerini görüp böyle bir karar alamazdım. Bu "Hoppala" part 1, http://www.youtube.com/watch?v=eVfIWMAjS-I bu da "Hoppala" part 2, http://www.youtube.com/watch?v=4yZogok7AVs Bir de Can'ın baş rolünde oynadığı "Bir Vampiri Anlamak" var, o da bu http://www.youtube.com/watch?v=vJVFop1joKc Bunları çok sevdim ve tabii ki araştırmalarım devam edecek. Aklımda bazı fikirler var, eğer beğenirsem yazdığım senaryoları buradan da paylaşabilirim. Meraklısına, Amerikan Tarzı Senaryo yazmayı planlıyorum, bu daha bir kolay geldi. Bana şans  dileyin gençler, belki gün gelir kendi filmimin linki paylaşırım sizlerle ha, kim bilir?
 Hadi muhabbetle!