9 Aralık 2013 Pazartesi
halka sesleniş
kelimelerin kayıp gitmesine ne demeli? hani hep aradığın, tam dilinin ucunda olan o kelimenin parmaklarının ucundan kayıp gitmesi durumu. 3 gün sonra doğum günüm. en son doğum günümün üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen büyümedim bile. değişmedim. belki biraz. aslı olgunlaştığını söyleyip beni kendimden utandırdı. benim olgun olabildiği tek yer blogum, o da belki, şansım yaver giderse. bir yılda bir sürü kitap okudum, bir sürü şarkı dinledim, bir sürü yeni şey öğrendim, yeni yerlere gittim, yeni insanlar tanıdım... bir çok değişim yaptım üzerimde. ama her şeyi bir kenara bırakırsak bundan 3 yıl önceki halim bile şimdiki halimden daha iyiydi. bundan önce yazmaya başladığım yazıyı sileli daha 5 dakika bile olmadı. the carrie diaries saçma falan ama son bölümünde güzel bir motto var. "bahsetmekten korktuğun şeyleri yaz, o zaman iyi bir yazar olursun." bu düşünceye göre ben iyi bir yazar değilim. çünkü yılmaz'dan bahsetmekten korkmuyorum, çekinmiyorum ve gerçekten en kolay yazabildiğim konu bu. bu yüzden de yayımladığım 228 yayından pek çoğu onun hakkında. bir de biliyorum arada sırada da olsa okuduğunu, sanki ona içimi döküyormuşum gibi hayal ediyorum, oluyor. eh tabii kimsenin beni ciddiye almadığı, bu yüzden de dinlemediği durumu var, blogumda yılmaz hakkında canımın istediği kadar şeyi, canımın istediği gibi söyleyebiliyorum. korktuğum şeyler ise, gerçekler. ufak dokunuşlar yapsam bile hep teğet geçiyorum bu konuları. yalan söylemektense hiç söylememeyi tercih ediyorum mesela. the smiths dinleyerek yazdığım bir gerçek, yarın sırf sürekli onu görme arzuma karşı koyabilmeyi öğrenmeye çalışmak için okula gitmeyeceğim bir gerçek, okulda kendi kafama göre eğlenirken insanların beni aşağıladığı görmem ve o an içimden burun deliklerinden ayak parmak uçlarına kadar kızgın demir parçaları sokmayı geçirdiğim bir gerçek...... bahsedilmesi kolay gerçekler. bir de diğerleri var. örneğin ali ve konuralp'in benimle sırf arkadaş olmaya değer olduğum için değil de kaan ve ceren'in birlikte olmasını sağlayabilmek için arkadaş olduğu gerçeği var. genellikle umursamasam hatta zaman zaman hoşuma bile gitse arkadaşlarım olarak nitelendirdiğim kişilerin beni gereksiz yere kendilerinden küçük görmesi gerçeği var. bunu açmak istiyorum, örneğin konu cinsel deneyimler, aşk, kız-erkek ilişkileri olduğunda bu kadar masum olduğumu bilmek beni mutlu ediyor ve gerçekten cehaletimi seviyorum ama benim de kalifiye olabileceğim konularda sırf kendi egosunu tatmin edebilmek için beni ezmeye çalıştıkları an kafalarını lava batırıp sodyum nitratla kaplama isteğime bir dur diyemiyorum. ben demiyorum ki ben mükemmelim. hatta kendimle en çok dalga geçen insan benim. sınırını bil, nasıl oluyor ki ben sana bir şey dediğimde alınıyorsun, ben de alınabilirim. insanlar beni şuan nasıl görüyor bilmiyorum ama diyorum ya 3 yıl önceki halim bile daha iyiydi. mesela 9. sınıftaki yaptığım o utanç verici şeylere karşın bugün gökay ile selamlaşmam belki de günümün en sempatik olayıydı. ben bazı şeylere takılıp kalıyorum, devam edemiyorum. gökay onlardan biri mesela. 9. sınıfta liseye geçiş heyecanı mı desem, yeni insanların üzerinde kalıcı bir etki bırakma isteği mi desem, yoksa nihayet yeni bir başlangıç yapabilme umudu mu desem bilemedim, çok fazla şuan pişman olduğum şey yaptım. ve nihayet bu şeyler için gökay'dan özür diledim, yine diliyorum, verdiğim rahatsızlık için özür dilerim. belki de yılmaz bu yüzden bana takıntılı diyor, eğer bu yüzdense kabulleniyorum zaten. kafamı olur olmadık şeylere çok takıyorum ben. ve bu yazıyı yayımlayarak hatta yazarak ceren'e ve aslı'ya meydan okuyorum biraz da. ikisi de çok özel yazdığımı söyledi. (şuan gökay'ın özel hayatını nasıl yazabiliyorsunvari sorusuna yanıt veriyorum) her şeyi anlatmamam, tüm özelimi yazmamam gerektiğini söylediler. hatta ceren umay ve gökay'ın okuduklarını öğrendikten sonra "hemen blogunu kilitliyorsun eftal, hatta bilmiyorsan bana ver ben kilitlerim" şeklinde bir tepki verdi. 1. blog benim blogum. 2. yazıyorum çünkü yazmayı konuşmaya tercih ediyorum. 3. dediğim gibi, kimse beni ciddiye almıyor dolayısıyla içimi buraya döküyorum. 4. en başta blog açış amacım buydu, çünkü ben yazmazsam içimde çok şey birikiyor, büyüyor. yine bir çığ atağı ve ardından psikolog seansları kabusu yaşamamak için yazmak zorundayım. 5. dürüst olmak gerekirse günlüğe yazmaktan daha kolay hem annemin bulma ihtimali yok. 6. okusalar da umrumda olmaz, hatta daha iyi olur çünkü kendi öz annem bile benim dertlerimi dinlemiyor. bak ne geldi aklıma, yılmaz yine bana "derdi olan tek kişi sen değilsin" mi ne demişti. kırıcıydı her zamanki gibi. sürekli kendi derdimden bahsettiğim için olsa gerek. bak bu da ona bir cevap oldu. bugün olanlar.... söyleyebileceğim tek şey; bazı insanlar kendilerine güveni yokmuş gibi görünür sırf iltifat alabilmek için. bundandır ki sürekli kaç kişinin veya kimin/kimlerin ondan hoşlandığını, kimin ona vücudu/yüzü/kişiliği vs hakkında ne söylediklerinden bahseder. genellikle de en güvenmedikleri özelliklerine söylenen iltifatları anlatırlar. bazıları da kendi egolarını tatmin edebilmek için başkalarıyla dalga geçer, aslında hepimiz geçeriz. bu konuda sınırını bilmek önemli. demem odur ki, üzerinde çok fazla düşünecek bir şey yok. konunun özü koy götüne rahvan gitsin.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder