31 Aralık 2013 Salı

31

ben ters adamım hayri.
sinirli adamım.
3 bilinmeyenli denklemdeki tek değişkenim hayri.
ben ters adamım.
bende öyle bir sinir var ki,
ses duydum mu geriliyor.
yalnız kalmak isteğindeysem eğer
biri benimle konuştu mu delleniyorum hayri.
mesela, şu açık kalan kapı.
beynimi tırmalıyor.

ben ters adamım hayri.
sağım solum belli olmaz öyle.
yapmam derim yaparım.
gülerken ağlarım.
güzelim akşam
-mış.
güzel akşamlar yokmuş hayri.
akşamı güzelleştirenler varmış
o da bizde yokmuş.
birbirine uymayan 4 kişiyi almışlar
aile diye dört duvara kapatmışlar.
biri gitmiş.
biri kalmış.
kıyamet bundan kopmuş.

ben ters adamım hayri.
görünmez olmak isterim çoğu zaman.
görünmek de isterim bazen.
çok az zaman.
yok olmak isterim.
moleküllerime ayrılmak isterim.
en çok da ben düşünürken
dünya sussun isterim.
ben bencil adamım hayri.
ters adamım.

29 Aralık 2013 Pazar

yaz geçer

şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?

şimdi biz neyiz biliyor musun?
yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

30

iç çekişlerimde ne var biliyor musun?
atamadığım çığlıklarım var.

yağmur.
dilerdim ki bu deli yağmur yağmasaydı.
neden tüm yağmurlu dizeler birlikte ıslanmak üzerine?
"bir yağmur yağsa da beraber ıslansak"
"yağmurlar başlamak üzere niye böyle geç kaldın"

gök gürültüsü.
şimşekler.
hava nasıl dayanıksız!

"önce fikrin düşer boğar gecemi sorulara
hiç mi gelmez içinden huzur ne gerek var bu kavgalara"

okunan her satır
yazılan her dize
her biri suskun fakat
bağımlıdır ikimize

bir yalnızım bu akşam.

hatırlamak güzel şeymiş seni
unutmaktır asıl acı veren
ne demiş sokrates
"bir  insanın onsuz yapabileceği ne çok şey var"
o insan kim?
o kim?
kim?
nerede?
ne zaman?

vakit aldım.
aldım öldürdüm.
öldürdüm gidiyorum.

27 Aralık 2013 Cuma

29

bu şarkıyı çok seviyorum ya.
çünkü
biz daha normalken
daha gençken
yeni tanışıyorken
benim moralimin bozuk olduğu bir gün
yılmaz bu şarkıyı göndermişti bana
ve
"hadi anlat derdin ne" demişti
tabii kelime kelime yanlış hatırlamıyorsam
sonra ben ağlamıştım
çünkü
ilk kez
bana
bu kadar samimi bir şekilde
ilgi göstermişti
ya da ben öyle algılamıştım
ve
aşık oldum
o karşılıklı ve normal konuşabildiğimiz
benim henüz saçmalamaya başlamadığım dönemde
böyle çok şarkı alışverişi olmuştu
hatta bir ara abim ve eşi de yanımdaydı mesajlaşırken
80lerden şuan hatırlamadığım bir şarkı göndermişti
yine bir kriz sonrasıydı galiba
seçkin abla şarkıyı görünce yılmaz gözünde level atlamıştı
bana da sen de bunu gönder diyerekten mercedes benz'i söylemişti
o dönem janis joplin dinlemiyordum
tanımıyordum bile
o sesine hasta olduğum kadın o ara yabancıydı
her neyse
ben şarkıyı söyleyince şaşırmıştı yılmaz
itiraf işte, bilmiyordum bile
çok kısıtlı bir müzik zevkim vardı
ve yılmaz simple plan'i sevmemişti
astronaut'u dinlemesine rağmen hem de
ilginç
sık dinlemiyorum şu ara ama hala severim
arada türk sanat müziği gönderirdi
müzeyyen senar, zeki müren, semiramis pekkan....
babam duydukça gelirdi beraber dinlerdik
o bile şaşırırdı
hatta bi ara sormuştu hayırdır sen böyle kaliteli şarkılar dinlemezdin diye
ben de yılmaz'ı anlatmıştım
şaşırmıştı
gülmüştü
sonra da takılmadı
yaşasın bağzı babalar
bana ilk ve sanırım tek dokunuşunu da hatırlıyorum
bloktan içeri girerken omzumu sıkmıştı ve
"senin omuzların gerçekten genişmiş"
demişti
bu da ayrı bir konuydu
çok şikayet etmiştim ona omuzlarımı
ben sık sık trip atardım ona galiba
bir ara naber dediğimde cevap vermemişti
sinirlenip gitmiştim
arkamdan bağırmıştı
okumam için bana ilk temel eserimi veren oydu
babalar ve oğullar'ı vermişti
sıkılıp okumadığımı anlamıştı bi de
zar zor okumuştum o kitabı
geri vermek için de teneffüs bitene kadar basketbol oynamayı bitirmesini beklemiştim
o gün de saçım böyle örülüydü
en azından bi kısmı
bankta otururken yanıma gelip oturmuştu
farklı çoraplar giymişti
marjinal şey
lord of the rings vs harry potter çatışması yapıyorduk
harry potter'da ısrarcıydım
ilk kez rimel sürdüğümde onu görmüştüm ve
farklı bir şey var mı diye sormuştum
benim için çok büyük bir değişimdi
kızlar fark eder
erkek, etmedi
komikti
arkadaşlarla otururken gelmişti
tiyatro muhabbeti yapmışlardı
sıkılmıştım
katılmamıştım
fark etmişti
maşenka'yı okuyordum sonra
ağırdı, sürükleyici değildi
canım sıkıldıkça onu arardım
yine aramıştım
maşenka hakkında aslında var olmayan ipuçları verdi
sırf okumam için
merak ettirdi
20-25 dakika boyunca ben konuşurdum
o da arada bir dinlerdi
ne söylediğimi hatırlamazdım bile telefonu kapattığımda
bir ara pink floyd dövmesi yaptıracağım demişti
hani şu meşhur ışığın kırılması
biliyor musun demişti
o kadar cahil değilim herhalde
sırf konuşmayı uzatmak için saçmalar dururdum
buna katlanırdı
kaç kere rezil olup
kaç kere özür diledim
yüz yüzeyken çok utanırdım
bu yüzden daha da çok saçmalardım
hava durumuna bakmaya üşenip ona soruyordum
havalar yeni soğumaya başlamıştı
ve her şey de benim ona
"saçlarına dokunabilir miyim?"
dememle başlamıştı
şuan playlistim janis joplin, led zeppelin, pink floyd, rolling stones gibi isimlerle dolu
babalar ve oğulları bir kez daha okudum
hiç sıkılmadan
maşenka en sevdiklerimden
yazdıklarını, söylediklerini, yaptıklarını hatırlıyorum
daha doğrusu unutamıyorum
aynı anda olmasa da
her şeyi hatırlıyorum
aklımdan çıkaramıyorum
ve hala
vazgeçmem bekleniyor
benden geçse de
aklımdan geçmiyor
kalbimden geçmiyor
geçemiyor.

26 Aralık 2013 Perşembe

28

yet her.
okuldan bunaldım.
dershaneden bunaldım.
yaşadığım bu lanet olası şehirden bunaldım.
bunaldım arkadaş.
damağımda kekremsi bir tat
geri kalan her şey gri.
kötü bir gün geçirdim
ve bu beni daha sivri bir insan yapmadı.
beni öldürmeyen her acı
bana sihirli güçler katmadı.
bak işte bunlar sancılarım benim.
bunlar o kadar cehennemi ki o kadar olur.
içimdeki ateş 43 derece.
içimden havale geçiriyorum.
insanlar sevgili dostlarım, insanlar iğrençler.
sadece otobüste osuran insanlar değil
tamamı.
bugün bir kez daha nefret ettim insanlardan.
ve kendimden de.
ben de kıyısından köşesinden insanım sonuçta.
beni yalnız bırakan herkesten nefret ettim.
o kadar nefret ettim ki midem bulandı.
ben nefret ettikçe midem bulandı.
midem bulandıkça nefret ettim.
en değerli küfürlerimi bir sandıkta saklıyordum, açtım.
çevremdeki herkese, başta kendim olmak üzere, çeyiz gibi dağıttım.
herkes cüssesine göre bir küfür kaptı,
en büyüğü de bana kaldı.
melankolinin babaannesi kaşar.
ben ki, mutlu bir insandım.
aptal bir insandım.
aptalken mutluydum.
ne zaman ki olgunlaştım, gözlerim açıldı ve farkındalık düzeyim yükseldi
işte o zaman somurtkanlığın en büyük müdavimi oldum.
hüznün müridi oldum.
aptallığımı özledim.
saflığımı da.
kahkahalarım vardı benim etrafıma saçmaktan hiç gocunmadığım.
şimdiyse elimde neredeyse hiç kalmadılar.
erken bitirdim.
erken bittim.
kaderi öpüp başıma koymuşum,
gülmüşüm,
oturmuşum,
konuşmuşum.
belli efendim, besbelli
yaşamaktan soğumuşum.
vurucu bir son olurdu bu bak.
olmasın.
kendimi eğlenceli biri olarak görürdüm önceleri
şimdi ise bok çukurunun dibindeyim.
splinter usta bile benden umudu kesmiş.
çöpe sallayın beni.
hooooooooooooooooop.
bitirdim.

25 Aralık 2013 Çarşamba

27

there's no way out
and never will be
so
lie
lie
lie
lay
lay
lay
my darling
3. halini unutmasaydım yazardım belki
lie lie lie my darling isimli eserimi okudunuz
bir özdemir asaf değilim arkadaşlar
i love bad bitches that's my fuckin problem
and yeah i like to fuck i got a fuckin problem
bir asap rocky de değilim arkadaşlar
şu sıralar aslı'nın zoruyla dahil olduğum bir web sitesinde kimsenin okumaya tenezzül bile etmeyeceği türden bir hikaye yazıyorum.
okumayın abi ya.
ama yazarım ben.
hey hey hey
kafamı boşaltıyorum falan.
bugün tehlikeli oyunlar'da ilerleme kaydettim
aslında şu sevgi ve selim beyli olan kısımlar baya sürükleyici
ups.
bugün ne oldu biliyor musunuz?
yeni bir hayat dersi aldım.
aramın çok da iyi olmadığı biriyle, hatta tartışmıştık bile, karşılıklı dertleştik.
ve sanırım birbirimizi sevdik.
sevdik yani.
aldığım ders de ön yargılar bok yesin oldu.
bundan sonra arka yargılarımı kullanacağım.
kim bilir ön yargılar yüzünden hayatımızı değiştirebilecek kaç kişiyi ya da anı kaçırdık?
fuck diyor ve john lennon olmaya gidiyorum.
muhabbetle
iyi bir haberim var
soğumaya başladım aqq
görmedim ve özlemedim
ve umursamadım
ve günde 65486526 defa bahsetmedim
sıkılmaya başladım be
sıkıldım
artık çok saçma geliyor
ne saçma çocuk aqq oluyorum
napıyorum ben ya
neyse
soğuma belirtileri gösteriyorum
not everyone
anlayan anladı
xd

23 Aralık 2013 Pazartesi

26

ben buraya geldim ama
neden geldim
niçin geldim
nasıl geldim
beeeen buraayaa çııplaaak geeeldiiim
heeeyhaaat utaanmaaam yoook
ben buraya saçlarım ıslak geldiiiiiiiiiiim
heeyhaaat 
çocuğunu özleyen bir ana gibi özlüyorum burayı ya
okuldayken falan eve gelsem de yazsam diyorum
sonra eve geliyorum ama yazacak bir şey bulamıyorum
balıkesirliyim bence ben
sıceak kahve içtim dilimi yaktı aney kafası bu arkadaşlar
tavsiye ederim
şu serbest vezinle yazma olayını çok seviyorum çok hoş
ya hava çok soğuk değil mi
günün öğlen saatlerinde bi ara hırkamı bile çıkarttım
o derece sıcaklıydı ama
sonra güneş bir gitti pir gitti arkadaş
şuan klima+battaniye+kapüşonlu kankim+kazak takılıyorum
azıcık da midem bulanıyo ama olsun
hasta olsam da rapor alıp okula gitmesem
hiç sevmiyorum okulu
ne sikim bi yer ya
içeriği de ayrı bir garip
everyone but my classmates diyorum tabii ki
her ne kadar bana gıcık olsalar da 
ehehehhehehehehe
banyo aynası önünde bir daha piç gibi davranmama kararı aldım
ukala olmayacağım
bencil olmayacağım
gıcık olmayacağım
yani umarım
ne pis bi kişiliğim varsa benim işte böyle
i hope it's gonna make you notice
someone like me
çok salık hissediyorum kendimi yea
hücrelerimde hissediyorum gevşekliği
big brother is watching me
azıcık kitap okuyayım
malum tehlikeli oyunlar da elimde sürünenlerden olmasın
ciao.

21 Aralık 2013 Cumartesi

olmayan 20

ya ama ya
üff
dellenorom
böyle olunca dellenorom
zaten dellenmiş konumdayım
daha da dellenorom
yapma işte
yapma
alla alla
soğutmak için yapıyosun farkındayım
aq
siktir et beni
sallama yea
dellenorom arkadaşım
ötesi yok
sinirleniyorum yani
zaten felsefe siqti
allam
abartısız en az 3 gün çalıştım ya
kızlı erkekli çalıştım
sınava girene kadar çalıştım
hatmettim o aq kitabını
iyi geçmişti bi de
itiraz da edemem
şimdi gidip atar yapsam diyecek ki
sürekli uyuyosun, ders dinlemiyosun
bıdı bıdı bıdı
pffff
dabıl dellendim şimdi
nys
bunu yayımlayayım da okur okur kendimle eylenirim
xd

25

güzelim cumartesi, pazar sabahları işkenceye dönüştü.
ne güzel rüyalarım vardı benim.
şimdi ise hep kabus.
hep ağlayarak uyanıyorum.
ya gidişini görüyorum
ya da savaş.
en çok korktuğum iki şey.
belki de bilinçaltım beni olası ve olacak duruma hazırlamaya çalışıyor.
baya da iyi başarıyor bunu.
üzülüyorum ama.
ağlayarak uyanmak nedir?
canım yanıyor be.
acıyor.

20 Aralık 2013 Cuma

24

ben yine bu kilo konusuna taktım ya.
lanet olsun vücuduma aldığım tüm o çikolatalara, hamburgerlere, pizzalara.
mantı yedim pişmanlığı bu.
aslında hamburger yemek istiyordum ve yemedim.
büyük başarı.
ammavelakin durum şu; çikolata yedim.
ha maşallah kafası.
eski fotoğraflarıma bakıyorum ve korkuyorum.
"ya yeniden bu hale gelirsem?"
çünkü baya bokum gibiyim.
gerçi şimdi de giderim yok ama en azından insana %15 daha fazla benziyorum.
yanaklarım kendi bağımsızlığını ilan etmedi henüz.
göbeğim de daha saklanılabilir boyutta.
kendime yeni bir şey alacağım zaman elim hemen büyük bedenlere gidiyor.
bence ben hep 38 bedenim ve hep large giyeceğim.
sonra 36 beden deniyorum oluyor.
medium giyiyorum, eh işte.
omuzlarım abi.
3. köprüyü benim omuzlarım oluşturuyor.
erkek reyonundan giyinince de kızıyorlar bana.
ne yapayım?
benden daha dar omuzlu erkekler var yahu.
dik duramıyorum.
düşünsenize bi.
dik durunca üçgen vücut oluyorum.
üçgen vücutlu bir kız.
tanrım ne çekici.....
ya deli gibi zayıflayıp yaseminyatüre dönüşeceğim
ya da bi fitness salonuna yazılıp cinsiyet değiştireceğim.
önümde başka bir seçenek yok gibi görünüyor.
tanrım.
resmen.
insan.
müsveddesiyim.
pf.

18 Aralık 2013 Çarşamba

23

hani nefes alırcasına kıskanıyorum.
göz kırparcasına kıskanıyorum.
kalp atışlarımcasına kıskanıyorum.
başkasına gülümseyişini kıskanıyorum.
başkasına bakışını kıskanıyorum.
başkasıyla konuşmasını kıskanıyorum.
başkasını dinlemesini kıskanıyorum.
başkasıyla oturmasını kıskanıyorum.
başkasıyla yürümesini kıskanıyorum.
başkasının yanında durmasını kıskanıyorum.
başkasıyla müzik dinlemesini kıskanıyorum.
başkasıyla kahkaha atışını kıskanıyorum.
hani tırnaklarımı tek tek çekiyorlarmışçasına kıskanıyorum.
göz kapaklarımdan iğneler geçirip onları açık tutturuyorlarmışçasına kıskanıyorum.
içi asit dolu bir küvetin üzerinde göğüs hizamda bir tahtaya bağlanmışçasına kıskanıyorum.
başkasına cevap vermesini kıskanıyorum.
başkasını takip etmesini kıskanıyorum.
başkasıyla arkadaş olmasını kıskanıyorum.
başkasını seviyor olmasını kıskanıyorum.
hani, içimde bir volkan durmadan kan kaybediyormuşçasına kıskanıyorum.

16 Aralık 2013 Pazartesi

güzelleme

bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
bak bu sensin çocuğum enine boyuna
bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
sabahlara kadar koynumda yatmışsın
bak bende yalan yok vallahi billahi
sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur

işe bak sen gözlerin de burda
gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
iyi ki burda yoksa ben ne yapardım
bak çocuğum kolların işte çıplak işte
bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
gözlerin sabahın sekizinde bana açık
ne günah işlediysek yarı yarıya

sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
bunların konuşması olur öpülmesi olur
seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
vapurdaydık vapur kıyıdan gidiyordu
üç kulaç öteden istanbul gidiyordu
uzanmış seni usulca öpmüştüm
hemen yanımızdan balıklar gidiyordu

15 Aralık 2013 Pazar

22

düşündüğüm her şey gerçekleşiyor, kahin boku yemişim.
midem bulanıyor yine. daha önce de olmuştu.
demek ki mental bir sorun söz konusu.
o kadar ki acıya, hüzne, kedere bağlanıyor insan.
eksikliğini hissediyor hatta, arayışına giriyor.
ama ben haykırınca da anlatamıyorum.
bana söylenenler bildiğim şeyler, ben mi yüzeysel bakıyorum?
yoksa gerçekten de fazla mı düşünülüyor?
başkalarını umursamamam gerektiğini küçük yaşta öğrendim.
pek eyleme geçiremedim belki ama öğrendim.
öğretilmesi gereken insanlar var.
neden mi? neden?
kim bulmuş bu neden sorusunu?
bana da cevaplar lazım.
nasıl'ın cevabı lazım.
daha ne yapayım'ın cevabı lazım.
ben, oluyor demedim zaten.
ben oluyor.
bende oluyor.
ne yaptıysam zararını ben çekiyorum.
resistance durumu falan.
aklım kalbime direniyor.
olan hep mideme oluyor.
midem bulanıyor.
yanıyor.
korkuyorum da.
daha ne kadar ileri gidebilirim, daha ilerisi var mı?
bana masum görünen şeyler aslında tehlikeli mi?
benim beynim farklı çalışıyor, erken doğumum, lop eksiliğindendir.
ama tutuyorum kendimi.
görünmez kayışlarla bağlıyım aslında, bilinmiyor.
konuşmuyorum. yazmıyorum.
düşünüyorum sadece.
kendi kafamda yaşıyorum.
tam tarih veremem ama 2 yıla yakındır umut etmiyorum.
üzülüyorum tabii
neden üzülmeyeyim
ama üzülmeye alışıyorum. alıştım bile.
hani başka türlüsü olsa yadırgarım.
o denli arıyorum belamı.
dönüp gelip kendime yerleşemiyorum.
kendime yaptıklarım başkalarını geriyor, olmuyor.
olmamalı.
ben yapıyorsam cezasını ben çekmeliyim.
elimde olmayan şeyleri yapmayı deniyorum.
başaramayınca daha kötü oluyor.
kendimi kendimle hayal kırıklığına uğratıyorum.
kendimin annesi oluyorum sonra.
kendi kafamda, kendi dünyamda yaşamaya çalışıyorum.
ötede yaşıyorum.
arada bir kaçamak yapayım diyorum, yakalanıyorum.
sonra ne oluyor, tepe taklak kendi çukuruma yeniden düşüyorum.
zamire dikkat.
ben değersizim.
değersizliğimi seviyorum.
hiç kimse olmayı seviyorum.
bu da elimden alınırsa sıfatsız kalırım.
yok kalırım.
kırık dökük bir ruhum, üç beş kelimem, eh birkaç yudum da aşkım var.
bunları bari bana bırakın.
şartlara göre yaşamayı öğrenmeli insan dediğin.

14 Aralık 2013 Cumartesi

21

Bu üstte görülen arkadaş benim duvarım, ya da benim seslendiğim şekliyle "holy wall". Bu duvar böyle bu şekil boydan boya devam edecek. Şu ara gariptir Türkiye haritası gibi görünüyor, yandan yemişi tabii biraz.
Sevdiğim dizeleri defterlere, kağıtlara, en olmadı masalara yazmam normaldi zaten. Bir ateş harladı bir gece öylesine, sonra da ufak ufak bu resim oluştu işte. Hayalim de odamın tüm duvarlarını kaplamak. Duvarım şu ara Nilgün Marmara, Cemal Süreya, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Edip Cansever, Attila İlhan, Orhan Veli, Turgut Uyar'ı bünyesinde barındırmakta. Yüzey alanı arttıkça hacim de artacak haliyle (?). Gideyim biraz da Can Yücel ekleyeyim, sonra da deliliğe övgüler düzerim.

13 Aralık 2013 Cuma

Güzel Ülkemden Kış Manzaraları

"Ürkek bir serçe gibi eğme başını.
Kaldır başını ve dimdik dur.
Bu senin değil ülkemin ayıbı.
Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk."
Kış geldi. Havalar buz gibi. Kar, rüzgar, fırtına gırla. Sabahları sıcak yatağımı bırakmak istemiyorum. Giyinirken klima açık oluyor, sıcacık odada üzerimi değiştiriyorum. Kazak giyiyorum, hırka giyiyorum, mont giyiyorum, atkı takıyorum, bot giyiyorum. Var çünkü. Kalın kalın giyinip okula küfrede küfrede evden çıkıyorum. Üşürsem de o servis beklediğim süre içinde üşüyorum, çok fazla da beklemiyorum zaten. Sıcak servise biniyorum, okula geliyorum. Okulda, sınıfta zaten klima açık, sınıf sıcak. Fazlalıklarımdan kurtuluyorum, montumu vs çıkarıyorum. Teneffüse, kantine falan gidersem montumu giyip dışarı çıkıyorum, üşümemek için. Her neyse, okul bitiyor, dershaneye ya da eve geliyorum. Sıcak eve. Klima zaten açık oluyor, bazen terliyorum bile, dışarıda hava buz gibiyken tişörtle geziyorum evin içinde. Sıcak hatta kaynar suyla banyo yapıyorum, ısınıyorum da. Akşam da zaten uykum gelince çift kat battaniye ve yorganın altına giriyorum. 
Ve ben tüm bu imkanlarımla soğuk havaya küfrediyorum. Üşüyorum diyorum. Üşümek fizyolojik bir olay. Eğer seni ısıtacak şeylerin varsa üşümekten şikayet edebilirsin, diğer yandan alışmak zorundasındır.
Kışın zorlu geçtiği yerler var. Son günlerde o kadar soğuk oldu ki Antalya. Ama ısınabiliyorum. İyi ki ısınabiliyorum. İyi ki etrafına sarıp ellerimi yudumlayıp içimi ısıtabildiğim çayım var. İyi ki. 
Herkes benim kadar şanslı değilken halimden şikayetçi olmak bencillik. Ne ara bu kadar bencil olduk? Ne ara gerçeklere at gözlükleriyle bakar olduk? Bizler ne ara insanlıktan bu kadar uzaklaştık? Elimden ne gelir bilmiyorum ama en azından gözlerim açıldı. Elimizdekinin değerini bilmiyoruz arkadaşlar, değer bilmiyoruz.

12 Aralık 2013 Perşembe

Bugüün beniiiim doğuuum günüüüm lalalalallaa

AİLE FOTOĞRAFIMIIIIZ.
Evet sevgili blogumun halkı. Bugün bendeniz pek sevilmeyen yazarınız Eftal'in naçizane doğum günüydü. Bu üstte görülen şapşirikler de 11/D2 kapsamına giren benim second ailem. İkinci ailem diyorum çünkü bu insanları ben first ailemden daha çok görüyorum. 3 kişi dışında tüm dil sınıfıyla haftanın 6 günü saatler boyu birlikteyiz. İyi ki dil seçmişim, iyi ki Antalya Lisesi'ndeyim dememi sağlayan yegane insan grubu. Hepsini ayrı ayrı pek çok seviyorum. Cuaaanlarım beenim. Ablanıısss sizee kurbaaan olsuuun!!!
Bugüne gelirsek, pek de beklentili değildim açıkçası.
Bu gördüğünüz bir grup insan da Kerişgenler işte. Bir tek onlardan ümitliydim doğum günümü kutlamak konusunda. Zaten hele bi kutlamasınlar, saçlarını başlarını yolarım. Çıkışta klasik mantı etkinliğimizde buluşuruz falan diye düşünüyordum. Nitekim sabah da öyle oldu, doğum günümü kutladılar. Sude Gündeş Ersoy bana şarkı söyleyip doğduğuma pişman etti xdxdxd Sonra da tabu oynamaya başladık. Çok da eğlenceliydi. Derkeeen. Tüm okul sınavdayken biz de dilciliğin nimetlerinden biri olan sınav yeak yea rahatlığındaydık, Pınar (namı diğer Kerişgen Başı) ve Gizem (Onursal Başgan) bi ayaklandı bi gitti bi bişi oldu. Tabii ben ultra salak ve ultra saf olduğumdan hiçbi şeyden şüphelenmedim, oyuna devam ettim. Derkeeen pek sevgili arkadaşlarım ellerinde bir pastayla "iyi kieee doğduuuğn Eftaaağğağağğağağal!!" şarkısı eşiliğinde geldiler. Tabii ben aynen şoke. O kadar şaşırdım, o kadar duygulandım ki anlatamam. 9 yaşından bu yana dilek tutup mum üflememem bi yana, doğru düzgün doğum günümü de kutlamamıştım. O kadar duygusaldı ve o kadar değerli ve beklenmedik ve güzeldi ki ben odun Eftal bile ağladım. O derece. Sonra dilek tuttum, veee püff!!! O heyecanı bile özlemişim yahu. Çok duygulandım yea. Sonra mı? Sonra baya baya eğlendik. Cipsti kolaydı falan derken biz bi baktım pasta savaşına girmişiz. Ağız yüz full pasta. Ama nasıl eğlenceli bi şey o ya. Pastaya kafa atıp (ciddi anlamda) tuvalette yüz yıkamaya çalışmak ayrı bi atraksiyondu. Sözün özü; geçirdiğim en güzel doğum günüydü. Sevdiğim ve sevildiğim insanların arasında olmaktan çok mutluydum, mutluyum. Hepsinin değeri benim için ayrı ve her fırsatta da belirttiğim gibi biz D2 olarak ayrı bir dünyayız. HEPİNİSİ ÇOK SEVİYORUMSS!! Hobbit'e gidelim hemen.


Bu da pastam xdxdxd Artık At Hırsızı denilince akla ben gelir oldum xdxdxd





11 Aralık 2013 Çarşamba

söyleyeceklerim bu kadar saçma ve psikopatça.

9 Aralık 2013 Pazartesi

halka sesleniş

kelimelerin kayıp gitmesine ne demeli? hani hep aradığın, tam dilinin ucunda olan o kelimenin parmaklarının ucundan kayıp gitmesi durumu. 3 gün sonra doğum günüm. en son doğum günümün üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen büyümedim bile. değişmedim. belki biraz. aslı olgunlaştığını söyleyip beni kendimden utandırdı. benim olgun olabildiği tek yer blogum, o da belki, şansım yaver giderse. bir yılda bir sürü kitap okudum, bir sürü şarkı dinledim, bir sürü yeni şey öğrendim, yeni yerlere gittim, yeni insanlar tanıdım... bir çok değişim yaptım üzerimde. ama her şeyi bir kenara bırakırsak bundan 3 yıl önceki halim bile şimdiki halimden daha iyiydi. bundan önce yazmaya başladığım yazıyı sileli daha 5 dakika bile olmadı. the carrie diaries saçma falan ama son bölümünde güzel bir motto var. "bahsetmekten korktuğun şeyleri yaz, o zaman iyi bir yazar olursun." bu düşünceye göre ben iyi bir yazar değilim. çünkü yılmaz'dan bahsetmekten korkmuyorum, çekinmiyorum ve gerçekten en kolay yazabildiğim konu bu. bu yüzden de yayımladığım 228 yayından pek çoğu onun hakkında. bir de biliyorum arada sırada da olsa okuduğunu, sanki ona içimi döküyormuşum gibi hayal ediyorum, oluyor. eh tabii kimsenin beni ciddiye almadığı, bu yüzden de dinlemediği durumu var, blogumda yılmaz hakkında canımın istediği kadar şeyi, canımın istediği gibi söyleyebiliyorum. korktuğum şeyler ise, gerçekler. ufak dokunuşlar yapsam bile hep teğet geçiyorum bu konuları. yalan söylemektense hiç söylememeyi tercih ediyorum mesela. the smiths dinleyerek yazdığım bir gerçek, yarın sırf sürekli onu görme arzuma karşı koyabilmeyi öğrenmeye çalışmak için okula gitmeyeceğim bir gerçek, okulda kendi kafama göre eğlenirken insanların beni aşağıladığı görmem ve o an içimden burun deliklerinden ayak parmak uçlarına kadar kızgın demir parçaları sokmayı geçirdiğim bir gerçek...... bahsedilmesi kolay gerçekler. bir de diğerleri var. örneğin ali ve konuralp'in benimle sırf arkadaş olmaya değer olduğum için değil de kaan ve ceren'in birlikte olmasını sağlayabilmek için arkadaş olduğu gerçeği var. genellikle umursamasam hatta zaman zaman hoşuma bile gitse arkadaşlarım olarak nitelendirdiğim kişilerin beni gereksiz yere kendilerinden küçük görmesi gerçeği var. bunu açmak istiyorum, örneğin konu cinsel deneyimler, aşk, kız-erkek ilişkileri olduğunda bu kadar masum olduğumu bilmek beni mutlu ediyor ve gerçekten cehaletimi seviyorum ama benim de kalifiye olabileceğim konularda sırf kendi egosunu tatmin edebilmek için beni ezmeye çalıştıkları an kafalarını lava batırıp sodyum nitratla kaplama isteğime bir dur diyemiyorum. ben demiyorum ki ben mükemmelim. hatta kendimle en çok dalga geçen insan benim. sınırını bil, nasıl oluyor ki ben sana bir şey dediğimde alınıyorsun, ben de alınabilirim. insanlar beni şuan nasıl görüyor bilmiyorum ama diyorum ya 3 yıl önceki halim bile daha iyiydi. mesela 9. sınıftaki yaptığım o utanç verici şeylere karşın bugün gökay ile selamlaşmam belki de günümün en sempatik olayıydı. ben bazı şeylere takılıp kalıyorum, devam edemiyorum. gökay onlardan biri mesela. 9. sınıfta liseye geçiş heyecanı mı desem, yeni insanların üzerinde kalıcı bir etki bırakma isteği mi desem, yoksa nihayet yeni bir başlangıç yapabilme umudu mu desem bilemedim, çok fazla şuan pişman olduğum şey yaptım. ve nihayet bu şeyler için gökay'dan özür diledim, yine diliyorum, verdiğim rahatsızlık için özür dilerim. belki de yılmaz bu yüzden bana takıntılı diyor, eğer bu yüzdense kabulleniyorum zaten. kafamı olur olmadık şeylere çok takıyorum ben. ve bu yazıyı yayımlayarak hatta yazarak ceren'e ve aslı'ya meydan okuyorum biraz da. ikisi de çok özel yazdığımı söyledi. (şuan gökay'ın özel hayatını nasıl yazabiliyorsunvari sorusuna yanıt veriyorum) her şeyi anlatmamam, tüm özelimi yazmamam gerektiğini söylediler. hatta ceren umay ve gökay'ın okuduklarını öğrendikten sonra "hemen blogunu kilitliyorsun eftal, hatta bilmiyorsan bana ver ben kilitlerim" şeklinde bir tepki verdi. 1. blog benim blogum. 2. yazıyorum çünkü yazmayı konuşmaya tercih ediyorum. 3. dediğim gibi, kimse beni ciddiye almıyor dolayısıyla içimi buraya döküyorum. 4. en başta blog açış amacım buydu, çünkü ben yazmazsam içimde çok şey birikiyor, büyüyor. yine bir çığ atağı ve ardından psikolog seansları kabusu yaşamamak için yazmak zorundayım. 5. dürüst olmak gerekirse günlüğe yazmaktan daha kolay hem annemin bulma ihtimali yok. 6. okusalar da umrumda olmaz, hatta daha iyi olur çünkü kendi öz annem bile benim dertlerimi dinlemiyor. bak ne geldi aklıma, yılmaz yine bana "derdi olan tek kişi sen değilsin" mi ne demişti. kırıcıydı her zamanki gibi. sürekli kendi derdimden bahsettiğim için olsa gerek. bak bu da ona bir cevap oldu. bugün olanlar.... söyleyebileceğim tek şey; bazı insanlar kendilerine güveni yokmuş gibi görünür sırf iltifat alabilmek için. bundandır ki sürekli kaç kişinin veya kimin/kimlerin ondan hoşlandığını, kimin ona vücudu/yüzü/kişiliği vs hakkında ne söylediklerinden bahseder. genellikle de en güvenmedikleri özelliklerine söylenen iltifatları anlatırlar. bazıları da kendi egolarını tatmin edebilmek için başkalarıyla dalga geçer, aslında hepimiz geçeriz. bu konuda sınırını bilmek önemli. demem odur ki, üzerinde çok fazla düşünecek bir şey yok. konunun özü koy götüne rahvan gitsin.

8 Aralık 2013 Pazar

19

gelecek yılın son demleriydi. ygs olmuş, lys olmuş ilginçtir okul hala kapanmamıştı, galiba son gündü. pınar vardı, konur vardı, ben vardım bir de o vardı işte. bir tek onu hatırlıyorum, konur yakın doğu üniversitesini kazanmıştı hava limanına uğurluyorduk. konur gitti üçümüz kaldık okul bahçesinde. pınar her zamanki kerişgenliğiyle bi gıdım rahat vermiyordu. ben de neden hala gitmedi bu aq çocuğu diye düşünüyordum o ara. derken kalktı, yürümeye başladı. işte gidiyordu. bir şey demeden. arkasını dönmeden. şikayet etmeden. o an kafamda tek bir düşünce vardı; gidiyordu, tamamen, bir daha hiç görmeyecektim belki de, hiç başlamamış olan her şeyin sonuydu. pınar'la göz göze geldik, sanki aklımdan geçenleri biliyormuşçasına gülümsedi, hadi dedi. bu işaret yetmişti, arkasından koştum, seslendim. tınlamadı. yılmadım bir daha seslendim, yine umursamadı öküzün evladı. son bir kez daha seslendim, dönüp bakma zahmetine girdi, nihayet. "en azından bir vedayı hak etmiyor muyum?" dedim. öylece yüzüme baktı bön bön. sonra da hiçbir şey demeden yürümeye devam etti. ben de geri döndüm, pınar'a doğru yürürken gözyaşlarımı tutamıyordum. ve pınar'dan bir cesaret verici bakış daha. ardından semerimden boşalmış gibi ağlayarak ona doğru koştum ve var gücümle sarıldım. tam bir odun olduğu için sarılmadı bile. ama bu defa benim umrumda değildi, hayalimi gerçekleştirmiştim ve onun kollarındaydım, hiçbir şeyin önemi yok gibi bir şeydi. hiç konuşmadı. ben de hiçbir şey söylemedim, orada öylece ona sarılıp ağlamaya devam ettim. kendime sarılacak kuvveti bulamadığım, avaz avaz içime ağladığım tüm gecelerin hıncını çıkarırcasına ona sarılıp ağlamaya devam ettim. sonra ne mi oldu? siktir olup gitti ben de ağlayarak uyandım.
*not: pınar lütfen bir daha depresif konuşmalar yapmayalım, bilhassa gecenin bir köründe, uyumadan önce.

6 Aralık 2013 Cuma

18

obsesif aşkı aşma durumu nam-ı diğer hadise sendromuna gireli 1 hafta oldu. büyük ilerleme kaydettim. ondan bahsetmemek için çaba harcadım, profiline sadece bir kez girdim ki bu büyük bir değişim, telefonumdaki playlisti yeniledim, turgut uyar, nilgün marmara ve bilhassa cemal süreya'dan olabildiğince uzak durdum, okulda teneffüste dışarı çıkmadım çok fazla, zaten benim dışarı çıktığım teneffüslerde o içeride oluyordu yani her şey iyiydi, hoştu.
bu girişten de anlaşılacağı üzere i failed, again. bugün yine kendimi "aayy çok tatlı yaaa" diye şapşallanarak arkasından bakarken buldum. 8 cümlemden 13'ü onun hakkındaydı falan filan. denedim, deniyorum gerçekten. ama olmuyor işte. çünkü sıkılıyorum, çünkü işsizim, çünkü yapacak hiçbir şey yok. ekşın kanseri oldum. ekşın eksikliğinden uçup gideceğim. ders çalışmaya bile başladım. sırf internette fazla zaman geçirmeyeyim, profilini 685456 kez hatmetmeyeyim diye.
garip insanlar garip anlar.
sanki herkes bu yılı bulmuş gibi. dönem başında bu yılın da öncekiler gibi saçma sapan geçeceğini düşünmüştüm. ama tabii birçok şey farklı. örneğin aslı yok, betül yok, melike yok. dershane var ki bu bana sadece tek bir gün day off bırakıyor, zamanım yok. aynı anda 12-13 tane dizi izlemeye çalışıyorum, filmler gırla. başlayıp bitiremediğim kitaplar, filmler, diziler..... öyle ki oturup doğru düzgün yazı bile yazamıyorum günlüğüme. belki de hafta olmuştur yazmayalı. aynı zamanda kış geldi, çay bahçesi günlerim yalan oldu. güneşin sempatikliğini, çayın içimi ısıtışını hatta o ilk yudumun dilimi yakışını, her zaman gidip aynı masaya oturmayı, denize karşı şiir okumayı, yazmayı, yalnız kalmayı nasıl özledim anlatamam. denize zaafım var, bilindiği üzere. geçen yıl güzeldi. müzik dinleyerek sahilde uzun yürüyüşler yapmak, düşünmek, hayal kurmak, başkalarının ne düşündüğünü umursamadan boş bir bank bulup yazmak, dinlediğim şarkılara eşlik etmek, bazen gaza gelip dans etmek, rüzgarı saçlarımda, özgürlüğü ta içimde hissetmek....
şimdiyse bunlara ayıracak zamanım yok ve bu çok üzücü. yürüyüş yapmak kadar hem mental hem de fiziksel yönden dinlendirici bir şey yok bence. sağlıklı da hem.
ruhumu kaybetmişim gibi hissediyorum. sanki içim ölmüş gibi. kukla oldum. kendimi anlatacak bir sıfatım bile yok.

4 Aralık 2013 Çarşamba

elime 3-5 kuruş para geçti miydi direkt kitaba yatırıyorum. kesinlikle en gururlandığım özelliğim bu. ama hala büyük saat'i alamadım ya. koyuyor be. ben ki allem edip kallem edip kırmızı kahverengi defter'i bir şekilde okumuş insanım, hala okuyamadım büyük saat'i. sevda sözleri de sırada bekliyor. daha ölüler böyle sever'e elimi bile süremedim. tehlikeli oyunlar güzel ama ilerlememekte ısrarcı. bir semerkant vardı, hala bitiremediğim sahi ne oldu ona? kitap okumalıyım arkadaşlar, daha çok okumalıyım.

3 Aralık 2013 Salı

17

sevgili anne,
yıllardır sana laf anlatmaya çalışıp bir türlü kendimi dinletemediğim için içimi buraya dökeceğim.
beni (9 ay bile değil) 7 ay karnında taşıdın, büyüttün, besledin vs vs iyi hoş güzel hepsi. hep senin sözünü dinlediğim için ilkokul hayatım boyunca öğretmenlerin gözdesi ama arkadaşlar arasında dışlanan çocuk oldum. benden nefret eden birçok kişi oldu. hala da olmakta. aklım ermeye başladığından beri beni nazi disipliniyle yetiştirmeye çalıştın. abime yaptıklarını benim üzerimde de uygulamaya çalıştın. beni hep abimle kıyasladın. ama bak abime, senin nazi disiplininden kaçıp askeri disipline sığındı. ve yılda 1-2 kere gelirse geliyor yanına, aramıyor bile. ders çalışma konusunda hep baskı uyguladın, ikimize de. kafandaki o mükemmel evlat imgesi bir türlü gerçekleşmedi. en çok abimde yaklaştın. bense, bildiğin gibi aykırı olanım. liseye geçip gerçek beni bulana kadar sana uydum, tabii ufak tefek değişimler o zamandan baş göstermeye başlamıştı. küçük örnekler vereyim, okurun anlaması açısından, ilkokulda ben bir gün bile saçımı açık bırakıp gitmedim okula. ya örgülüydü ya da annem düzgünce (!) tarayıp toplardı saçımı. diğer öğrencilerin aksine önlüğümde yakayı takmaya yarayan düğme yoktu, kurdele vardı. ve önlük cebimde de daima bir mendil bulunurdu. beyaz külotlu çoraptan başka bir şey giymezdim ve evet okul ayakkabısı o dönem hala vardı. okuldan eve gelene kadar çişimi zor tutar ve tam annem evin kapısını açtığı anda salardım. çünkü okulda tuvalete gitmem yasaktı. 2. ve 3. sınıflar hep böyle geçti. sidikli bir çocuktum, inkar etmiyorum. ders çalışırdım, kitap okurdum. 5. sınıfa kadar bilgisayarım olmamıştı. hiç çocukluk arkadaşım olmadı. çünkü antalya'ya yeni taşınmıştık ve sen dışarı çıkıp oynamama izin vermiyordun. evde koltukların üzerinde zıplamam yasaktı, mutfak dışında bir yerde yemek yemem yasaktı, enerjimi atabileceğim hiçbir şey yoktu. evdeydim. yalnızdım. çocuktum. sıkıldım dediğimde hep aynı cevapla karşılaşıyordum; ders çalış/kitap oku. ders çalışmadım ama kitap okudum. bazen de zorla ders çalıştırırdın. daha ikinci sınıftaydım ve sen beni hafta sonları matematik kursuna yolladın. ilkokulda dershaneden zorla matematik etüdü aldırdın, çalışkanlığımı hep matematikle ölçtün, 9. sınıfta matematik ve geometriden özel ders aldırdın. çünkü sen mükemmel bir evlat istiyordun. çünkü sen sayısalcı olmayan insanların da zeki olabileceğine inanmıyordun. çünkü sen istediklerini almaya abimde öyle alışmıştın ki. ama bende olmadı, işler ters gitti. hiçbir şey planladığın gibi gitmedi. ben zaten planlanmamış çocuktum. senin tarihi geçmiş kurallarınla büyüdüm, tabiri caizse beynimi yıkadın anne. hiçbir zaman yalan söyleyemedim. hiçbir zaman risk alamadım. hiçbir zaman iyi olduğuma inanamadım. bana öyle şeyler yaptın ki, daima herkesi kendimden iyi gördüm. bana hep rekabeti aşılamaya çalıştın ama tek yaptığın beni aslında ne kadar başarısız, ne kadar zayıf olduğuma inandırmaktı. bundandır belki hiçbir zaman kendime tam olarak güvenemedim hiçbir konuda. şimdi bunları neden yazdığıma gelirsek, her şeyi bir yana bırakabilirim ama sen bugün beni çok kırdın be anne.
dershaneden normalde döndüğüm saatten erken dönmüşüm, farkında değildim. eve girdim suratın beş karış. erken geldin dedin. bir de aramıştım sizi durağa gidiyorum diye, bunu bile yapmıştım. erken geldin dedin. bu iyi bir şey değil mi bile diyemedim, lafı ağzıma tıkadın. "birinin arabasıyla mı geldin?" dedin. 16 yıllık kızınım be anne, hiç mi tanıyamadın? akrabam bile olsa arabasına binmemek için bin dereden su getirdiğimi hiç mi bilmiyorsun? bir yere kadar bu bile kabullenilebilir ama ben sana hayır otobüsle geldim, boştu hatta dediğimde sen bana "doğru söyle, biri mi bıraktı seni?" dedin. yani inanmadın. senin o dayattığın tatsız kurallardan kurtulmak için, bana empoze ettiğin o saçma sapan, tarihi geçmiş düşüncelerden kurtulmak için debeleniyorum, evet. nihayet kendimi buldum. sen de benim üzerimde o istediğin etkiyi bir türlü kuramadın zaten. dedim ya, ben aykırı olandım. senin tüm o matematik sevdana inat yabancı dil seçtim. senin bütün o beynimi kemirmelerine inat ders çalışmadım ama yine de iyi notlar getirdim. çocukluğumu mahvettin, gençliğimi tüketmene izin vermeyeceğim. ama sen her şeye rağmen 16 yıllık kızını tanıyamamışsan benim susup oturmaktan başka elimden bir şey gelmez. her zaman bana verdiğin o garip terbiye yüzünden dalga konusu oldum, dışlandım. sevilmeyen insan oldum. hepsine göğüs gerdim de anne, yapmadığım bir şeyle itham edilmek. bak işte o insana çok fazla koyuyor. bir değil, iki değil. hep bu şüpheciliğin yüzünden sana bu kadar uzağım. bu yüzden sana bir şey anlatmıyorum, anlamıyorsun çünkü. en kötüsü de bir noktaya takılı kalıp o saçma ahlaki yargılarına başlıyorsun. ben sen değilim anne. olmayacağım da. mükemmel evlat da olmayacağım. ben sadece eftal olmak istiyorum. ben sadece eftal olacağım. hani küçükken sorulan beylik bir soru vardır, anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı, diye. ben hep abim derdim, kaçardım polemikten. ama şimdi düşünüyorum da, seni çok sevmeme rağmen babam derdim. babam senin gibi değil çünkü. onun dinlemeden yargılamak gibi bir özelliği yok. bu yüzden babamla daha iyi anlaşıyorum, bu yüzden babama her şeyimi anlatıyorum, bu yüzden birçok çocuğun aksine babamdan çekinmiyorum. şuan gerçek kimliğimi bulduysam, senin etkinden kurtulduysam babam sayesinde hep.
abimi de kendine benzettin. bu yüzden onu daha çok seviyorsun zaten.
ziyanı yok, hep biri daha çok sevilir. o biri sen olabilirdin anne ama yitip giden çocukluğum ve utançla hatırladığım tüm pişmanlıklarım için seni suçlayacağım.
sen bugün beni çok kırdın anne. şüphecisin, bana güvenmiyorsun biliyorum. demek ki ben o güveni verememişim dedim hep. ama bu kadarı da fazla. sınırı aştı. daha fazla söyleyeceğim bir şey yok. kırgınım sadece.

1 Aralık 2013 Pazar

16

vücudumdaki deliliğe bir dur diyemedim sayın seyirciler. ve beynime nüfuz etmesine izin verdim. fena bir şey değil bu bakmayın öyle ayıplarcasına. bulaşık yıkarken felsefe yapmak benim suçum mu? ama bak ne oldu, nihilizmin köküne ulaştım. yok artık öyle hep banacılık, şimdi paylaşma zamanıdır. potansiyel dediğin nedir ki hayri, hepimiz sorusu olmayan bir cevabın kayıp şıkları değil miyiz özümüzde? hayri, ulan hayri. önce kelime vardı demiş hikmet, hayır önce hikmet vardı. önceden herkesin bir hikmeti vardı. babaannemin de hikmeti vardı. babaannem hikmetti. hala hikmet. sahi, babaannem ne yapıyordur acaba şuan hayri? düşünüyorum diye tanrı cezalandırdı beni. sorgulayanlar için vardır zaten cehennem. körü körüne inanan aptalları da cennete koyar büyük birader. öldükten sonra cennete gideceğini sananlar aptallar. peki gerçekten ölüyor muyuz? ya aslında hiç var olmamışsak? düşünün bir, unuttuğunuz bir şeyi düşünün. düşünemezsiniz. unuttunuz çünkü. artık öyle bir şey yok. peki ya başından beri var olmamışsa? *şüpheci bakışlar* hepimiz yan etkileriz aslında sadece kanserli insanlar değil. hepimiz tanrının yan etkileriyiz. bana tanrıyı kanıtlayın demiyorum. uzunca çok uzunca zamanlardır süregelen bir döngüdür bu. -bana tanrının var olduğunu kanıtla +al sana tanrı fiyuuuv.
tanrı. yanlış bir kelime. sanrıdır bence o. sanarız çünkü sadece. var sayarız. sanmak isteriz. büyük şeyler hayal ediyorum. bence düşünülenin de ötesinde bambaşka bir kumpas dönüyor. kediler, ağaçlar, bulutlar, çöp konteynırları aslında birer hologram. yok ki öyle bir şey. biri de tutup dese ki bana tanrının yok olduğunu kanıtlayın. sanrı. bana hep 2+2'nin 4 ettiği öğretildi, gazlara dokunamayacağımı biliyorum, bir dakikanın 60 saniye olduğunu, vücudumun 4'te3'nün su olduğunu. kahverengi takım elbiseli bir fen öğretmeni çıkıp da demedi ki aslında bizler tanrının hayal ürünüyüz. ölüm nedir biliyor musun? hatta en başından tanrı kimdir? tanrı, küçük bir çocuktur, hayalperesttir, maceraperesttir, dışlanmıştır. diğer çocuklar onu aralarına almamışlardır. o da kendi dünyasını kurmuştur. hepimiz bu küçük çocuğun hayalleriyiz. HER ŞEY bu küçük çocuğun hayalleri. ve ölüme dönecek olursak, kim sıkılmaz ki sürekli aynı şeyi hayal etmekten. küçük çocuk da sıkılır. ve bir bakarsın yok olmuşsun. seni hayal etmeyi bıraktığı anda varlığını kaybedersin. sana dair bütün kayıtları siler parti üyeleri. hiç var olmamışsın gibi, var olmazsın. aslında var olmamışsındır. yanılsama. sanrı. ne büyük delilik.

30 Kasım 2013 Cumartesi

hadise sendromu

yeni ve havalı düşüncelerim var.
kilo vermek gibi
platonik aşktan kurtulmak gibi
şuan kalkıp bi kahve yapmaya üşenmemek gibi
"hadise sendromu" olarak adlandırdığım obsesif aşkı aşma durumunun 3. aşamasındayım şuan.
durumu ben bulduğum için sülalem raad tabi, kuralları ben koyuyorum.
hadise sendromu hakkında biraz bilgi verecek olursak;
bu sendromdaki kişiler kendilerini yorucu ve yıpratıcı bir obsesif aşkın sonunda (muhtemelen platonik) "ne uğraşıyorum ben aq, yeter beaaah" diye carlarken bulur. ve her şey de bu carlama ya da tabiri caizse uyanışla başlar. birçok kere deneyip başarıya ulaşmamış vazgeçme deneyimlerinden bıkmış olan hastamız bu defa da aynı şekilde çok da kararlı değildir. ama artık bıkmıştır ve olası bir kıskançlık krizinin sonunda gerçekleri fark eder. o aslında karşısındaki kişinin sikinde bile değildir. bu gün kadar açık gerçek nihayet kafasına dank ettiğinde kendi kendine verdiği gazla önce onu hayatından çıkarma yolunda ufak adımlar atar.
1- onu artık unutma kararı
2- bu kararın gerçekleşmesini sağlayacak enerji için çikolata yeme
3- son bir kez profilini hatmettikten sonra engelleme
4- ben ne yaptım aq düşüncesinden kurtulmak için kek yeme (çikolatalı)
5- bilgisayarının sık kullanılanlarından profilini silme
6- daha çok çikolata
7- vay orospu çocuğu, hay ben senin amına koyayım nidaları eşliğinde ağlama krizi
8- çikolataaa
9- telefonun yer işaretlerinden profilini silme
10- telefonunda, bilgisayarında ve bilumum yerlerde bulunan fotoğrafları silme
11- telefonundan, bilgisayarından onu hatırlatan şarkıları silme (en zor kısım bu hem tüm şarkılar nasıl oluyorsa onu hatırlatır hem de eğer o şarkıyı çok sevdiysen acı verir)
12- seni nasıl bir hale getirdiğini görmek için günlüklerini okuma
13- ağlama krizi ve daha çok çikolata
14- ona dair en sinir olduğun şeyleri düşünme, ondan nefret etme
15- bir sinir krizi-çikolata koalisyonu daha
16- onu düşünmemek için kendini zorlama, konuyu değiştirme
17- uyuma (en sevdiğim)
18- o kadar enerji alımından sonra odayı toplama
ben henüz 3. aşamada olduğum için bildiklerim bu kadar, zamanla maddelere devam edeceğim.
isim babamız hadise'den gelsin gari

29 Kasım 2013 Cuma

15

sen hiç avaz avaz susarak ağladın mı?
her şeyin bu kadar boktan olmasına rağmen içimde hala gereksiz, salak bir umut var.
neyin umudu bilmiyorum, neyi umut ediyorum?
aynaya her bakışımda acı çekiyorum. böyle biri olmayı ben istemedim.
ben böyle biri olmak istemezdim.
en kötüsü de gözyaşların içine akarken, çığlıkların beynini parçalarken, gerçekten acı çekerken gülümsemek.
ben iyiyim, yok bir şeyim.

28 Kasım 2013 Perşembe

ehe

yarimi hayal ederken arkadaşlarımın sandığı 
aslında olan

27 Kasım 2013 Çarşamba

köşe-3

sen geldin benim deli köşemde durdun
bulutlar geldi üstünde durdu
merhametin ta kendisiydi gözlerin
merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
bulutlar geldi altında durduk

konuştun güneşi hatırlıyordum
gariptin yepyeni bir sesin vardı
bu ses öyle benim öyle yabancı
bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı

dişlerin öpülen çocuk yüzleri
güneşe açılan küçük aynalar
sert içkiler keskin kokular dişlerin
içinden geçilen küçük aynalar

ve güldün rengarenk yağmurlar yağdı
insanı ağlatan yağmurlar yağdı
yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı

sen geldin benim deli köşemde durdun
bulutlar geldi üstünde durdu
merhametin ta kendisiydi gözlerin

içimizdeki eftal

bugün sınırları biraz zorlayacağım, sınırlarımı. diyorum ki hep beraber içsel bir yolculuğa çıkalım, benim içselliğime. merak etmiyor olmanız gayet doğal ama benim dün geceden çıkardığım bir ders var ki; sanırım deliriyorum. bundan %100 emin olmaya giden yolun biletleri elimde, ve let the journey begin!
belki de şuan ıslak saçlı olmam, midemin full olması, en sevdiğim kulak deliğimin iltihaplanması ya da uzun sıcak rahatlatıcı bir banyonun etkisindendir. belki de gerçekten kafamın içinde konuşan bir ses vardır. kendimi harry potter gibi hissediyorum, hayriye potter oluyorum ya da, abimin kulakları çınlasın. bugün pek çok çınlattım. bugün birkaç kişiden duyduğum üzere mutsuz görünüyorum. pekala, bu kadar sıkıcı bir hayatım varken benden nasıl mutlu olmamı bekleyebilirsiniz? ekşın 0. şimdi bu yüzeysel saçmalıkları bırakıp biraz daha derinleşelim bakalım. ben, eftal. 15 gün sonra 16. yaşının kavşağında kaybolacak olan kız. okul mu, platonik aşk mı, arkadaşlarım mı yoksa ailem mi bilemiyorum ama kendimi çok yıpranmış hissediyorum. en yakın arkadaşımdan ayrı düşmenin de çok büyük etkisi olsa gerek. bugün eski en yakın arkadaşımı gördüm, tek başına. sadece gülümseyip selam verdim. çünkü elimden yalnızca bu geldi. şimdi düşünüyorum da o kişi benim her anımda yanımda olan, her şeyimi paylaştığım, uğruna kavga ettiğim biriydi. şimdi ona karşı bu kadar duygusuz olmam normal mi? birini seviyorsam eğer gözümü bile kırpmadan kendimi ateşe atabilecek bir yapım var, başka bir deyişle sevdiğim biri için her şeyi yapmayı göze alabilirim. bu beni günümüz şartlarında büyük bir aptal yapar. inkar etmiyorum. bir de şu yalan söyleyememe konusu var. söylemeye çalıştığımda o kadar saçmalıyorum ki yalanı alıp bir kutuya koyup üzerine neonlarla "YALAN!!!!" yazmışım gibi oluyor. bir dediğim bir dediğimi tutmuyor, uzattıkça batıyorum. bu da beni salak yapan şey. gelelim patavatsızlığıma. arkadaşlarımın da açıkça belirttiği gibi bazen o kadar açık sözlü oluyorum ki, aklımdan o an ne geçerse onu söylüyorum. ciddi ciddi. ve sonra dönüp pişman oluyorum, insanları kırıyorum bu yüzden de hiç yapmadığım kadar salaklık yapıp gönüllerini almaya çalışıyorum. bu da beni bir şapşirik yapar. şımarıklık. yüzsüzlük. absürtlük. takıntılı olmak. inatçı olmak. pekala, benim hiç iyi bir özelliğim yok galiba. bir de iradesizim ben. yemeyeceğim dediğim bir şeyi yiyorum, yapmayacağım dediğim bir şeyi yapıyorum, gitmeyeceğim dediğim bir yere gidiyorum falan. ben hiçbir şeyi doğru yapamıyorum sanırım. bugün de belirttiğim gibi boşa yaşıyorum. ben gidince ardımda sadece saçma sapan bir çöp yığını bırakmak istemiyorum. insanların beni güzel hatırlamasını istiyorum.
başka bir başlık da delirmem. cidden, deliriyor olmaktan korkuyorum. bazı şeylerin gerçek olmasını o kadar istedim ki, e haliyle gerçekleşmedi, ben de onları gerçekmişçesine hayal ediyorum. yani kendimi bildim bile hayal kurarım, tam bir hayalperestim ama sanırım son zamanlarda biraz abarttım. hatta çizgiyi baya baya aştım. bazı şeyler sadece kafamın içinde kalmamaya başladı yani. kendi kendime konuşmam da bir yan etkisi. kendi hayal balonuma girdiğim anda her şey şekil değiştiriyor. örnek vermeden anlatmam çok zor ama örnek vermek istemiyorum, yeterince utanç verici. aslında ben utangaç biri bile değilimdir, garip.
hayal kırıklığına uğramadım diyemem. kendimi çok kere hayal kırıklığına uğrattım da. az darbe yemedim de diyemem. belki de bu yüzden insanlardan kaçmaya çalışıyorum. çevremdeki insan sayısını elimden geldiğince en aza indirdim, fiziksel teması da. sanki somut olduğumu hissetmek istemiyorum, zarar verilebilir bir şey olduğumu düşünmek istemiyorum. insanların bana daha fazla zarar vermesini istemiyorum. hayatım boyunca ne kadar uğraşsam da umursamaz biri olamadım, hatta alınganım bile. insanlar benim üzerimde nasıl etki bıraktıklarının farkında değiller, bu çok üzücü. söylenen en küçük bir söz, bir bakış, bir gülüş üzülmeme yetiyor. en ufak bir şeyde bütün savunmam düşüyor. kırılganım, ne kadar tam tersi olmaya çalışsam da. en aza indirmek için de dediğim gibi çevremdeki insanları azaltıyorum, azaltabildiğimce. en yakınıma alabildiğim çok az kişi var, her şeyimi paylaşabildiğim ise hiç kimse. aslında ben çok yalnızım ama bunu dert etmiyorum. alıştım ne de olsa. bencillik yapıyormuşum gibi görünebilir ama işin gerçeği hiç kimseyi tamamen sevmiyorum. herkese karşı biraz da olsa nefret var içimde.
hadi ama, hepimiz böyleyiz. kendimizden bile nefret ederken başka birini tamamiyle sevmemiz imkansız.
sabahattin ali'nin çok güzel bir sözü var; ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım. her şey bu kadar aslında. benim yaptığım laf kalabalığı. kafamın içinde apayrı bir dünya var ve ben onu asla paylaşmayacağım. eh o kadar da şahsına münhasır bir yapımız olsun artık.
evde, odamda asosyal takılmak en iyisi. sosyal çağın asosyal insanları. okulda ise çok fazla mood değişimi var. en imrendiğim tak kulaklıklarını aç kitabını/defterini kafası. ama onu ben bile yapmaya çekiniyorum genelde. yalnız insanlar garip değildir arkadaşlar, lütfen onlara canavar gözüyle bakmayın. kendi kendine şarkı söylemek aslında çok eğlencelidir ve dans etmek sadece evde ayna karşısında yapılan bir eylem değildir. aslında herkes yalnızlığın eğlencesini keşfetse dışlanmış insanlar olmazdık. biliyorum, görüyorum, duyuyorum. bir çok insana göre fazla "ergen", fazla "çocuksu", fazla "salak", fazla "saçma"yım. umrumda değil demeyeceğim, umrumda çünkü. fazlasıyla umursuyorum, sinirleniyorum ve üzülüyorum. ve aslında sizler de bana garip geliyorsunuz..............
çok uzattım. bi işe de yaramadı. ama olsun. deliriyor olabilirim. ama olsun. değişecek miyim? hala daha az geri zekalı olmayı deniyorum. ama o kadar.
saçlarım kıvırcık olmasın, lütfen.
gün gelecek buraya içimden, aklımdan geçen her şeyi yazacağım. işte o zaman ertesi gün olmayacak.

26 Kasım 2013 Salı

çok yalnızım, mutsuzum
göründüğüm gibi değilim aslında
karanlıklarda kaybolmuşum
bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır
aradıkça batıyorum karanlık kuyulara
kimse duymuyor çığlıklarımı
duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor
bense insanların bu ilgisizliği karşısında ilgiye susamışım
ümidimi yitirmişim
biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim
arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye
veda edeceğim

25 Kasım 2013 Pazartesi

eskisi kadar özlemiyorum seni
ve ağlamıyorum olduk olmadık zamanlarda
adının geçtiği cümlelerde gözlerim dolmuyor
yokluğunun takvimini tutmuyorum artık
biraz yorgunum
biraz kırgın
biraz da kirletti sensizlik beni
nasıl iyi olunur henüz öğrenemedim ama
iyiyimler yamaladım dilime
tedirginim aslında seni unutuyor olmak
hafızamı milyon kez zorlamama rağmen yüzünü hatırlayamamak korkutuyor beni
gel diye beklemiyorum artık
hatta istemiyorum gelmeni
nasıl olduğun konusunda ufacık bir merak yok içimde
ara sıra geliyorsun aklıma banane diyorum
benim derdim yeter bana banane
alıştım mı yokluğuna
vaz mı geçiyorum varlığından
tedirginim aslında
ya başkasını seversem
inan o zaman seni hayatım boyunca affetmem.

24 Kasım 2013 Pazar

tumblrdaki my blog will make you sad, depressed bloglarına dönmüş la burası. töbe bismilla.
evet din sınavından 78 aldım evet süfer imanlıyım evet
ayy, hangi aklı başında insan bir güne 2 tane almanca sınavı koyar?
hangi çılgın olmayan benlik bu 2 sınavı art arda koyar?
dan da anlaşılacağı üzere çalışmadım.
önceki sınava da çalışmamıştım ama ehem işte ben 96 aldım falan xdxdxd
bi de ders dinlemeyerek aldım ki bu benim ne kadar zekili bi şey olduğumu gösterir.
yarın tüm gün içerde takılıp kitap okumayı planlıyorum
okul sıkıcı bi yer
pff.
ya hesabını tekrar korumaya alsana. heyecanı kalmıyo böyle.

23 Kasım 2013 Cumartesi

14

biraz önce çok korkunç ve iyi ki rüyaymış dediğim bir rüyadan uyandım ve hazır aklımdayken sıcağı sıcağına yazmak istiyorum. şimdi.........
rüyamda ben, annem, babam ve tanıdığım sanırım birkaç kişi bizim evde salonda normal bir şekilde oturuyorduk. birden dışarıdan sesler gelmeye başladı. insan çığlıkları, motor sesleri, silah sesleri... biz ne yapacağımızı şaşırmış korkuyla birbirimize bakarken abim aradı ve saklanabileceğiniz en güvenli yere saklanın, evdeki tüm elektronik cihazları kapatın, ışıkları söndürün ve bekleyin, dedi. o kadar korkmuştum ki nedense hemen masanın altına saklandım. abimin dediklerini bir telaş yaptıktan sonra havada asılı olan o korku nefes almamızı engelliyordu. salondan bile çıkamamıştık ki, güvenli bir yer bulalım. herkes masanın altında oturuyordu. dışarıda kıyamet devam ediyordu ve evimizin duvarlarından tozlar dökülüyordu. her çığlıkta daha bir ürperiyor her silah sesinde yerimizden zıplıyorduk. ve sonra en beklemediğimiz anda içeriye 7-8 kişilik bir asker grubu girdi. ellerine geçen herkesi öldürmeye başladılar. rüya da olsa anne ve babamın ölümüne şahit oldum....... hele öyle bir tanesi vardı ki askerlerden cephanesi bitmiş olacak eline geçeni kafasını dağıtarak öldürüyordu. ben de içlerinden biriydim. herkesin ölümünü kendi gözlerimle izlemişken kendi ölümümde üçüncü bir kişi oluverdim. beni saçlarımdan tutarak kaldırdı, hayatımda gördüğün en nefret dolu yüzdü. önce silahıyla vurmaya çalıştı, yapamadı. birkaç hafif darbenin öyle çok da zarar vermediğini görünce daha da sinirlendi ve kafamı duvara vurmaya başladı ve tabii silah darbeleri de extra. üçüncü bi kişi olmuştum, ellerinden kayıp gidişimi gördüm. ölmüştüm. beni odanın bi köşesine attı, odayı kontrol ettiler ve salondan çıktılar. bir süre sonra mutfaktan seslerini duydum, ölmemiştim. ki bu da beni daha büyük bir korkuya sürüklemişti. bağıra bağıra ağlamak istiyordum ama hareket bile edemiyordum. beni fark etmelerinden korkuyordum. ölü taklidi yapmaya çalışıyordum ama hışırtılı nefesimi ve korkunun da etkisiyle hızla inip kalkan göğsümü nasıl saklayacağımdan bihaberdim. derken salona 2 asker girdi. cesetleri incelemeye başladılar. beni tutup kaldırdıklarında aklıma ölüm yadigarları part 2'deki harry'nin ölü taklidi yapışı geldi. elimden geldiğince kendimi bıraktım. bu o kadar da kolay bir şey değildi, nefesimi tuttum ve gözlerimi açık bıraktım. ve beni kaldıran asker tarafından tekrar sümüklü bi mendil gibi fırlatıldım. evden çıktılar. kurtuldum sanmıştım. bir anlığına gerçekten kurtuldum sanmıştım ve eğer ben başardıysam başka başaranlar da olmalıydı, onları bulmalıydım. ama bulamadım. çünkü bir anda çevremi saran alevleri aşıp kapıya ulaşmanın bir yolu yoktu. evi yakmışlardı. çığlık çığlığa uyandım. şuan böyle bir şey olmuyor belki burada ama yakın gelecekte olacağı aşikar. hala korkuyorum, hala titriyorum. rüyası bile bu kadar korkutucuyken gerçeğini yaşamak..... kaçınılmaz sona doğru adım adım ilerliyoruz. lanet olası bi adam yüzünden bu kadar vahşet... akıl alır gibi değil.

22 Kasım 2013 Cuma

söylemek istediklerim söylenmişlerden.

sana olmayan özlem bir şeye benzemiyor
ah be turgut uyar, yaptın yine yapacağını.
durduğum yer benim değil iken, gidebilecek bir yerimin olmaması ne acı; gidebilecek bir yerim yok iken hala ve inatla durmayışım ne gaflet; nihayetinde ölmüyorken yaşıyor olan insanın, yaşıyorken öldüğünü bilmemesi bu, bu ne tuhaf bir hayret.
kent sabahıdır, bilmemek olmaz, çıkardı
kendisiyle bir uğultuyu çıkarırdı sokaklara
yıkanmış o ağız kokularından, çoğalmalardan
sen bir susun, bağırmak benim işim
ağırım, isyanlara doğruyum, yataklardanım
üstüme sinmişliğin var
işe yaramaz şeylerin güzelleştirdiği dünyada
sen bakma ey, mutlaka seslenmeliyim
aşka hiç benzemeyen o yalnızlıktan
üstüme sinmişliğin var
bir eve girmek, orada yatmak, büyütmek bir bakışmayı
dağınık dağınık dağınık ev içlerinde
toplandıkça dağılan ev içlerinde
ben bir içkiydim herkesi geçerdim
toplandıkça dağılan ev içlerinde
direne direne gelen en diri orta çağdan
üstüme sinmişliğin var
her sabah bir intihardır çıkışlarım, dünyada
üstüme sinmişliğin var
sürekli denizler, sürekli olmalar, sanki öyle bir şey
en güzel kalan yastıkta bozulmuş saçlardan
bir şeyi bırakmak, bir şeyi almaya gelmek sonra
sonra yasak balkonları göz ucuyla ölçmek
çini kaseler akşamı ve bardaklar akşamı
dünya kapıyor gözlerini bir gece çağır, ben buradayım
ben buradayım
gece gece gece gece gece gece gece en sonsuz gece
ben buradayım
üstüme sinmişliğin var
ben uzun zamanlardayım aslında
vazolar, ufak masalar, taşlar zamanında
bir nehir çoğalır giderdi sıkıntımızdan
bir kent bu yüzden büyürdü, dünyada
bir ihtilal ölüverirdi birden bizde
o sokaklardan
üstüme sinmişliğin var
sanki bin yıllık sinmişliğin var
sonuna vardıkça artan o konuşmalardan
güncelerin kestiği, ekmeklerin aşındırdığı
dünyada
sen bir şeydin, bakılır sevilirdin
tozların alınırdı, ürpertilirdin
konuşmak bizi çıkılmaz bir sokağa götürürdü
bir yalnızlığa böyle
kim varsa bir yalnızlığa giderdi, dünyada
bütün çiçekler, bütün kelimeler bir isyandı
ey bakın, ey bakın bakın
dünyada
ne zaman
ben seni uyuttum, seni karıştırdım, seni şaşırdım
bir şeyler akıp akıp giderdi dünyada
başvurduğum bir şeydin, yalnızlığım gibi
yanında sonsuz durduğum
ağlamaktı en uzun neşesi kızların bir zaman
olsun olsun, güneş olsun güneş olsun, olsun
büyüsün o şeyler, büyüsün bu sarılan şey
birisinin bir şeylerin olduğunu bilmek var dünyada
sakın kapanma, dur, ey şuramdaki beni boşaltan delik
ey büyüyen bir şey sakın durma, dünyada
üstüme sinmişliğin var. 
bozuk bir saattir yüreğim hep sende durur.
şimdi bir senin yanında iyi oluyorum
başka hiçbir yerde değil.
bu korkutuyor beni, 
hem mutlu ediyor.
gel dur önüme, sen benim sahiliğimsin.

21 Kasım 2013 Perşembe

13


onu gördüğünde dünyanın merkezinin değişmesi diye bir olay var, anlayamazsınız. ah be çocuk, ben seni çok sevdim. belki de ilk kez aramızda sorunlu olanın ben olmadığımı düşünüyorum, belki de ilk kez o ayrık otu ben değilim. ilk kez sana karşı olan hislerimden utanmıyorum. ilk kez kendimi küçük düşürmediğimi düşünüyorum belki de. ben sadece sevdim ve bunu söylemekten de çekinmedim. her fırsatta duygularımı dile getirdim, vazgeçmedim, savaştım bile ve en sonunda kabullendim. hani bi şeyin olmayacağını bilirsin de inanmak istemezsin ya, zorlarsın kendini ama bir türlü inanamazsın. istemiyorsun çünkü. istemiyorum. ben bu tek taraflı aşkın acısını da hüznünü de umudunu da küçük mutluluklarını da çok seviyorum. seni sevdiğim kadar belki de seni sevmeyi seviyorum. kim olduğun, kiminle olduğun ya da nasıl biri olduğun o kadar da önemli değil. ben gözlerimiz birbirine değdiğinde gelen o kalp çarpıntılarını seviyorum, sesini duyduğumda yaşadığım o heyecanı, gülüşünü gördüğümde içime dolan o mutluluğu, yanımda olduğunda hissettiğim o elektriklenmeyi seviyorum. seni sevdiğim kadar belki de seni sevmeyi seviyorum. sen beni asla anlamadın, anlayamayacaksın da. uğruna bunca fedakarlık yaptığın biri oldu mu senin bilmiyorum, ya da bir hiç uğruna bu kadar çabaladın mı, kendini herkesten uzaklaştırdın mı, sabaha kadar hıçkırıklarla sarsılarak ağladıktan sonra insanlara iyiyim, yok bir şeyim, sadece uykusuzum dedin mi? o çok karanlık gecelerde kendinden bile kaçmaya çalıştın mı? daha da kötüsü kendine zarar vermeyi hiç denedin mi? şimdi bunları okuyorsan eğer nefesini tut, tutabildiğince tut. dayanamayacağın kadar tut. işte ben senin söylediğin o sert cümlelerden sonra hep böyle hissediyorum. fiziksel acımın kaynağısın ve ben seni hala seviyorum. dış görünüşün, kişiliğin ya da herhangi bir özelliğin umrumda bile değil. ben sendeki bir şeye öylesine aşık oldum ki. vazgeçemiyorum, denemiyorum bile. ağlamaya bile alıştım artık. dizlerimin titreyişine sende şahit oldum, aslında ne kadar kıskanç olduğumu sende fark ettim ve bir şey daha, gözyaşlarının yağmura karışmasının nasıl bir his olduğunu biliyorum artık.
çok bi şey istemedim aslında, kendini benden çekme yeterdi.

20 Kasım 2013 Çarşamba

mucizelere inanmayacak kadar büyüdüm belki ama insan yine de en umutsuz anında bir mucize beklemiyor değil. ama kim bilir, belki de şuan bir mucize yaşanıyordur.

19 Kasım 2013 Salı

12

benim yüzümden hesabını kilitlemene gerek yoktu xd
stalking kariyerim de aldı başını gidiyordu ne güzel
alın abi, hayatımdan tüm ekşını tüm eğlenceyi alın
sonra da bırakın arka koltukta unutulup öleyim
pıf.
sanki ben canavarım.
sanki bilmediğin bi şey yapıyorum amk
yüzüne bile bakamıyorum zaten utancımdan
devam edin aynen böyle beni yerin dibine sokana kadar devam edin
asosyal olma yolunda hızlı adımlarla ilerliyorum zaten
sen böyle yaptıkça daha bi obsesif oluyorum fark edemiyosun
kendime yaptıklarımı geçtim zaten ben, kendimi geçeli uzun zaman oldu
ama yine de delirmek çok güzel bi fikir değil
ya da sevilmeyen birine dönüşmek
midem bulanıyor, al işte
midemi bulandırıyorsun.
ama hala seviyorum.
çünkü ben bir manyağım, bu kadar net ve kısa.
keşke kendime iyi bir siktir çekebilsem
merak etme seninle iletişim kurmaya falan çalışmıyorum ya da çalışmayacağım da dünyalı.
sanırım bendeki garip "aşk" bu yarışta son virajını alıyor.
bitiş çizgisi henüz gözükmüyor ama yakında olduğunu hissedebiliyorum.
seni güzel hatırlayacağımdan eminim, ama beni güzel hatırlama.
hatırlamayacaksın da.
senden bunu beklemek antalya'da kar yağması gibi bi şey olurdu.
önce içimdeki kelebekler öldü sonra umutlarım ve hayallerim birer birer.
dikkat et, çünkü geriye yalnızca bomboş bi beden ve soluk ruhum kaldı.
iplerimi sakın bırakma gepetto.
daha fazla düşmek istemiyorum.

18 Kasım 2013 Pazartesi

11

saf mıyım, salak mıyım yoksa everything but little little mı ben bile bilmiyorum. yok ben safsalak ötesi bi şeyim ya. kendimi rezil duruma düşürmediğim gün yok denecek kadar az belki de hiç yok. nasıl bu kadar gerizekalı olabiliyorum, anlamıyorum. insan dnasında böyle bir şey mümkün mü? ya da benim insan altı bi şey olma ihtimalim daha yüksek. sırf şu gerizekalılığım yüzünden kendimi yüzsüz durumuna düşürdüm, yine. yüzsüzlükten kırılıyorum. o kadar pişmanım ki. aslında en başta yapmamalıydım bunu, her şeyin en başında. her şeyin. yani doğmamalıydım falan. annemlerin sarhoşluğuna gelmişim madem, annem ve babam hiç sarhoş olmamalıydı o gece. mutlu mesut oğullarını büyütmeliydiler. ortalama üstü bir hayatım varken kıymetini bilmeyip nasıl boktanlaştırabilirim diye çırpınıyorum resmen. aslında sadece sıkılmıştım, sadece. and this is how it starts. o kadar utandım, o kadar utanıyorum ki. şu an ciddi anlamda azalarak bitmek istiyorum, yok olmak, saksıya dönüşmek hatta kıyafet dolabıma saklanıp ters takla atarak narnia'ya geçmek. özür dilerim. inanmadığım tanrıdan, annemden, babamdan, arkadaşlarımdan ve en çok da bu kadar takıntılı olmam yüzünden rahatsız ettiğim herkesten. üzdüğüm herkesten. bana acımanızı istemiyorum, ne kadar acınası bir durumda olduğumun farkındayım ama bana acımayın, şımarabilirim. ben iyi biri değilim sanırım. ama çok saf olduğum kesin.
lise bitsin, lütfen bitsin. bi yerde olsun doğru düzgün bir imaj bırakamayacak mıyım? insanlık ayıbıyım resmen, yok dahası.
daha önce, ilk değişim denemem başkası içindi, şimdi ise kendim için yapıyorum. bir değişiklik yapıp bu kadar gerizekalı olmamayı deneyeceğim. benim için çok zor olacağı kesin. tanrım, aklıma geldikçe kendimi boğmak istiyorum. depresyonun insanı sürükleyebileceği en derin çukur benim yuvam olmuş. sanırım bu defa terk etmeme izin vermeyecek. önemli rica; beni rahat bırakın ki kendimi içimde binlerce defa daha öldürebileyim.

17 Kasım 2013 Pazar

i love you just a little too much

tanrım hava mı soğuk yoksa ben mi üşüyorum? aslında ikisi de aynı şey. yeter artık ızdırabını siktiğimin liselisi tişörtle oturmayı bırak mı diyorsun bana yoksa? çünkü baya katılıyorum bu konuda, nedir olum dondum lan ühüüüüüüüüüü. soğuk, kapalı ve yağmurlu havalardan nefret ediyorum ya. hiç sevemiyorum. böyle havanın depresifliği bana vuruyor resmen. sabahtan akşama beynimde sevemedim ben bugünü sevemedim başımdan diye depresif şarkı sözleri dönüyor yahu. leptaba sarılıp ısınmaya çalışıyorum böyle film seyrederken falan, çünkü gidip hırka veya battaniye alamayacak kadar üşengecim. 3 günde 4 film izledim ki bu süfer bi şey. pulp fiction, lol, requiem for a dream, the pianist. pek çoğu güzel filmdi. ama tabi bunlar kült filmler ya da kültleşme yolundalar (lol hariç o eğlencesine) e haliyle bazı sıkıntılı sıkmalı kısımları yok değil ama bütüne baktığımızda dehşet güzeller, baya etkilendim ben. filmler dışında kahperengi adına sahip bir kitap okuyorum, evde buldum ehehhehe. aslında gram tarzım değil kitap ama o kadar okuyacak kitabım yok ki. buradan sayın hayırseverlere sesleniyorum; kitabınızı alır bana verdiğiniz gibi iade ederim, pls :(((( evde abimin eski bi tişörtünü buldum bugün, bi deneyeyim dedim allah geniş omuzların belasını versin ksdfhgjksdbghsfkgksfj ciddiyim jsdhgfhjksdgjsf omuzları dar gelebilir mi ya dkjşfgsdjkfgbsdjkg erkek tişörtü bi de ksdjgfjksdbgf boyu da acık kısa sfjkşghsdfjkbgfjsg abim gençken yokmuş ksdhlgjfjksdbgjksdfhgjksfgbsfjgk
SWEET SERIAL KILLER
şarkı çokoş yea. aynı ben kfgsfjkgfg ama hala lana'nın sesinin diğer şarkılarda duyulduğundan daha farklı duyulduğunu savunuyorum. bi de ben baya baya sevmezdim lana del rey noldu bana :(( ecem :((( tumblr :((( yarın is madafakin pazartesi. adam gibi gidicem okula ilk kez. çok heyecanlıyım sdhjfgsdjhgfsdg bi de bugün babamın telefonuna gelen devamsızlık mesajlarını sildim çaktırmadan xdxdxdxd nasıl çakalım xdxdxdxd
banane abi onlar da koymasaymış güzelim cumartesiye ders alla alla (umarım abim ve eşi bu satırları okumuyordur amin) üşüyom yea. üff yine aklıma dün bankta yanımda oturan sonra da osuran amca geldi.................. ama ya :((((((((((((((( 3f günlerine başlıyorum ama kokolu süt ff sayılmaz bnne bnne.
sıkıldım gidiyom bb.

15 Kasım 2013 Cuma

over my dead body

ne zaman durum katlanılamaz bi raddeye gelse kendimi burada buluyorum. sığınağım. kafam çok karışık. nasıl anlatsam........ bundan yaklaşık 2 film önce yarın ne giysem heyecanı sarmıştı. her zamanki gibi kıyafetimi önceden planlamaya çalışıyordum, yaptım da. ama şimdi düşününce o an planladığım şey ne bileyim ya, çok olgun geliyor şuan. ve ben büyümek istediğimden emin değilim. bazen bu çocuksu yanımı bırakıp daha olgun olmak, görünmek, davranmak istiyorum bazense bu durum o kadar saçma ve o kadar benim dışımda geliyor ki. hem istiyorum hem istemiyorum. çok değişken bi ruh halim var. dedim ya kafam çok karışık. gerçekten ara sıra artık bu çocuksu, saçma sapan halleri bırakıp nihayet bi genç kız olayım diyorum. sonra düşünüyorum ve hayatımın geri kalan büyük bir kısmını bu şekilde geçireceğim zaten, yani bi olgun olarak. neden gençliğimi sonuna kadar yaşamayayım ki? sonra tekrar çocuk olmak istiyorum işte. belki de bu yüzden bana şımarık diyorlar. bir anım bir anımı o kadar tutmuyor ki. işte buna da ergenlik deniyor galiba. iki kalıp arasında sıkıştım ve nereye yöneleceğimi şaşırmış durumdayım. karar vermek o kadar güç ki. bazen kendimi anın heyecanına kaptırıyorum ve aslında benden çok da beklenmeyecek şeyler yapıyorum, sonra da pişman olup kendimden iğreniyorum. pişman olup keşke yapmasaydım dediğim çok şey var ama bir yandan da içimde kalsaydı daha mı iyi olurdu sanki diyorum. uf, bilemiyorum işte. önceden benim belli bi eftal imajım vardı artık onu bile çizemiyorum. hem değişmek istiyorum hem de değişimden korkuyorum. ya kötü etkilerse? ya ben artık ben gibi hissetmezsem? ya çevremdekiler artık ben gibi hissetmezse? ne bileyim, saçını silah zoruyla bile açık bırakmayan nil şu aralar totally lolita kıvamında geziyor mesela. ve gerçekten de çok yakıştığını söylemeliyim, yani gözüm nihayet alıştı, ilk andaki şokumu tahmin bile edemezsiniz...... neyse, insanlar değişiyor ve 16 yaşımdayım, değişim için çok da küçük bi yaş denilemez. birçok yaşıtım gerek davranışlarıyla gerekse görünüşleriyle benden çok daha olgun ama ne bileyim ben onlar gibi hissedemiyorum işte. sorunun bende olduğundan %1000 eminim. bi an geliyor ve diyorum ki artık değişimi başlatmanın, büyümenin zamanı geldi. kaşlarımı da böyle bir anda aldırdım zaten. ki bu benim için büyük bir olay, lütfen. eskisi gibi de değilim mesela erkek tişörtlerimin çoğunu artık giymiyorum, rahatsız oluyorum. ufak ufak beğenilme kaygısı da oluyor. ama acaba çok mu hızlı gidiyorum dediğim anlar da oluyor.... kafam o kadar karışık ki. küçücük bir şey bile aslında benim için büyük bir değişimi simgeliyor ve ben bunun olmasını istiyor muyum istemiyor muyum bilmiyorum. bazen eski eftal'i istiyorum, özlüyorum, öyle olmak istiyorum ama sonra (şuan olduğu gibi) bir şeylerin gerçekten değiştiğini fark ediyorum. o eski eftal kalıbı artık üzerime oturmuyor. dönüp dolaşıp aynı şeyleri tekrar ettiğimin farkındayım. kafamın içi tam bir at çöplüğü. benimle ilgili her şey zor olmak zorunda mı? bu yeni duygu ve düşüncelere alışık değilim ve bazı şeyler bana 2 beden büyükmüşçesine üzerimden dökülüyor ve burada tişörtlerimden bahsetmiyorum. nasıl olmak istediğimi bilmediğim için nasıl olduğumun da farkında değilim. çözemedim ya ben bu işi. zormuş.

14 Kasım 2013 Perşembe

ben10

bi gün açık sözlülüğüm hatta baya baya patavatsızlığım yüzünden feci dayak yiycem ama hayırlısı. hiç de pişman değilim abi söylediklerimden. nefret ediyosam bil yaniiiii......
yinee beniii buuulduuu zaaateen heep benii buluuur
kara'yı dinleyerek eğleniyorum da biraz. yine astım dershaneyi, üff nasıl salağım...... dershane saatine kadar kerişgenlerle takıldık. karaalioğlu parkına gittik :SFG:FZS:GSF: karaoğlan hatta karoğlan lan orası bananee. eğlendik falan işte. güzeldi yani. ben yine napıp edip konuyu yarime getirdim, mükemmel çocuğumuzu anlattım böyle. çocuklardan nefret ediyorum da ben biraz, hatta baya. ama böyle yarimle benim kombinimden ne çıkar diye düşündük, matchledik falan. uzun tartışmalar sonucu şöyle bir profil çıktı (erkek bu arada)
kahverengi gözlü
büyükçe ama düzgün burunlu (pls anasına benzesin)
hafif uzun ama tombik yüzlü
kepçe olmayan kulaklı
saçları koyu kahverengi siyaha yakın (yukarı doğru uzayan) dalgalımsı
alt dudağın dolgun olacağı kuşkusuz ama üstten pek emin değilim (pls babasına benzesin)
boyunun uzun olamayacağı da su götürmez bi gerçek...........
geniş omuzlu!!!!!
ayakları da orta büyüklükte olur bence ya, ne yariminkiler kadar büyük ne benimkiler kadar küçük
baya baya yanağında bir beni mutlaka olsun jsdfhsdjkbgjksdbgjksfg
gözleri hafif büyük hafif pörtlek olacak galiba bu çocuğun hayri .s.s.s.s.s.s.s.s.s
aşağı yukarı böyle bi şey işte ya, ama asıl olay fizik dışı şeylerde.
bi kere anası gibi çok zeki, çok tatlış bi şey olacak.
eh ikimiz de komikli, espritüel kişileriz........
müzik zevki dehşet iyi olur, olmasa da yaparız!!!!
bassçı bile olabilir ama bende müzik yeteneği 0 (pls babasına benzesin)
dile karşı bi yeteneği olacağı kesin......................
kitap okumayı, şiiri, her şekil edebiyatı sevecek.
böyle de cool böyle de havalı böyle de şekilli şukullu zeki bişi olacak işte teyzesi.
ya işin esprisi tabii bu, ama ciddi ciddi tuttum düşündüm acaba nasıl olurdu diye yalan yok şimdi.......
asıl garip olan dün en yakın arkadaşlarıyla bugünse eski sevgilisiyle garip bi iletişim içinde olmam......
şaşırmadım mı? şaşırdım. neye mi? tabii ki, arkadaşlarının adımı sanımı vs bilmesine.................
eski sevgilisini zaten tanıyordum hatta kendisi ondan hoşlandığımı söylediğim ilk insandır. bir de bana saçmalama kızım hoşlancak başka birini bulamadın mı, bıraak yeaa şeklinde bi konuşma da yapmışlığı vardır...........
komik SDG:FSD:GSF:GSF: tabii böyle söylemedi ama özü bu yani.
yine garip insanlar garip anlar.
acııyıı çekeen anlaaar hesaaabııınııı ödeetiiiir ödeeediiim çoook ööön sonuna kadaaar aaaşkıı yaşaar buu gönüüül yaşaaarııım biiiir ömüüüüüür aaaaa aaaaa hsfıbgsfhjgbfhjsghbfhjg
ingilizce sınavı biter bitmez sınav modundan çıkıyorum abi, ondandır böyle mal mal yazışım...
nil qnqmı bugün baya sinirlendirdim ve sırf o yaz dedi diye yazıyom. yoooooğsam bu kafada yazdığım yazılar pek ayırlı deyıl
pınar bağa didi ki; nasıl olsa bu yıl gidecek, ben senin yerinde olsaydım dik dik bakardım, içimde kalan her şeyi söylerdim vs vs. haklı da aslında ama mantıklı düşünürsek daha ne kadar be eftal daha ne kadar?
çoğunlukla içimden gelen her şeyi söyledim zaten. bal gibi de biliyo her şeyi. bakma olayına gelirsek; götünü kesmekten ciğerim soldu........................ ama bakamıyom önden SD:FGD:HDF:H böyle yazınca da SD:FG:SG:SF:GH sapık gibi oldu SD:FSD:GA:SF:G utanıyom DAF:SD:GSF:G demek istemiştim SDF:GSD:GSF:GSF:
ya aslında özünde bilemem de çok tatlı yeaaaaaaaaaaa
yirim.
stalkerın allahıyım tabii ben. her gün her gün yine yeni yeniden hatmediyorum profilini............ confession.
facebookta takılsam daha kötü şeyler yapabilirdim tanrıya thanks ki tumblr girlüm jshdvfsdhvgsfhjg
yapmadığım işsizlik, yapmadığım saçmalık kalmadı diyebiliriz. arada sırada, hatta most nights hüzünlenmiyor muyum? deli hüzünleniyorum, ağlıyorum falan. rüyamda görüyorum. hala sabah uyanır uyanmaz aklıma ilk gelen şey. aaaaama, bununla yaşamayı öğrendim. acemi aşık falan değilim yani artık baya pro oldum.
gönlünde bana yer yoksa güzelim fark etmez ben ayakta da giderim ;)))))))))))))
ama nasıl kıskancım var ya. üff deli kıskancım ben ya. bu kadar kıskanç olabileceğimi bile bilmiyodum baya baya şirret kıskancım ben. hele biri var ki vurcan kırbacı vurcan kırbacı. yalancı slut. sinir oluyom hatta baya baya nefret ediyom like i said it to her face ;))))))))) nasıl wrong nasıl wrong DSDF:SD:GSF:G:S amaaaaaaaan sınav geçti bi ay raaadım. hüloooooooooğ.
ay çk ttlsn, bi çy içblr myz? :))))))))))9
lan esra del rey'e çıkıp derdimi açsam esra apla bizi ever desem olur mu ki?
hem lisede evlilik serbestlendi. ay öyle bi şey olabilir mi, lütfen olsun çünkü :))))))))))))))))))))))))))

13 Kasım 2013 Çarşamba

nasıl tatlısın.

11 Kasım 2013 Pazartesi

9

kendimi o kadar çok zorluyorum ki kusacağım.
sınav haftasının bokluğu bir yana hala pazar gününün etkilerini yaşıyorum.
bir yandan yaşadığım o korku, bir yandan o heyecan, üzüntü bir yandan.
oysa ağlamamıştım bile ben.
sadece sinirlenmiştim.
bir de içimde bir yer çok acımıştı.
çok yakmıştı canımı, o kadar.
kızdım, kızdım, kızdım.
ama hep kendime kızdım.
küfrettim.
banyo yaptım.
küfrettim.
sakinleşeyim dedim. çay içeyim.
üzerime döktüm, yine küfrettim.
ben hep küfrederim.
sonra kalktım geldim.
gidemedim de; içimde bi sıkıntı var bi şey olacakmış gibi hissediyorum dedim.
oldu, ilk kez birinin bayıldığına şahit oldum.
nasıl korktum, nasıl şaşırdım.
sonrasını düşünemiyorum bile zaten.
ben kaçmayı planlarken....
aslı yine kızacak bana her boku yazıyorum diye, biliyorum, kötü, tamam.
ama ben de böyle atıyorum içimden.
defterlerim annemin kontrolünde, burayı henüz keşfedemediler, şükür.
iyi hissetmiyorum, aklımdan çıkmıyor bana söyledikleri.
yer yer hak veriyorum, o zaman daha da can sıkıcı oluyor, tatsızlaşıyor.
demet akalın sendromuna mı giriyorum tanrım?
aynada gördüğüm bu melankolik yüz benim mi?
ben de mi böyle uykusuz kalacaktım?
sessiz sedasız mı olacaktım böyle?
çok sevdiğim kakaolu sütü bile
aramaz mı olacaktım?
ben böyle mi olacaktım?
konu benim güçsüzlüğüm.
kendini üzen de benim.
umrunda da değilim.
ne diyeyim allah belamı vermiş zaten.

9 Kasım 2013 Cumartesi

8

şimdi sana karşı hissettiklerim nefret mi bilmiyorum
oysa ne de güzel bir şiir yazmıştım bugün sana
otururken denize karşı, dalarken maviye ve çaya
olmamı istediğim tek yerdeyken ve gri değilken gökyüzü.

biliyordum ben, hep bildim
beni hiç sevmedin sen ve hep vazgeçmeyi denedim
inan denedim, zorladım kendimi
ama sonra yüzünü görmediğim bir gün hayal ettim
sesini duymadığım tek bir an.
ve hep sende buldum kendimi sil baştan.

binlerce kez kırıldım belki
binlerce kez yandı içim
daha da yakmaz dediğim her an çifte kavruldum
binlerce kez küçük düşürdüm kendimi senin yolunda.
ama inan bu defa bitti.
bir kez daha oku bu şiiri
daha da yazmam sana

8 Kasım 2013 Cuma

http://www.wikihow.com/Be-a-Hippie
mutlu anlarımda hippi olma kararı aldım, ehhehehee. ya hippi olmak süper bi şey değil de ne?

7 Kasım 2013 Perşembe

7

hava kapalı.
zaman zaman da yağmurlu.
üzerime hızla tırmanan melankoliyi hissediyorum.
ne kadar çabalasam da çok geç artık.
sonbahar geldi.
kış kapıda.
güneş enerjisiyle çalışan biri için boktan günler.
melankoli.
hüzün.
asabiyet.
tüm karanlık duyguları içimde hissedebiliyorum.
uyumak, uyumak, uyumak istiyorum.
dark side of the love.
hava kapalı.
karanlık.
gülemiyorum.
nefes alamıyorum.
yine.
beni böyle boktan havalar mahvetti.
şuramda bir şeyler var
sahiden bir şeyler var
haykırmadan anlatamam
herkes üzerine üzerine geliyorsa belki de sen yanlış yönde ilerliyorsundur diye bir söz var.
haklı.
içimdeki sıkıntı beni öldürüyor.
bunalıyorum.
intihara her zamankinden daha meyilliyim.
ya da en azından saçımı kestirmek istiyorum.
içim sıkılıyor, içim.
bunaldım yeminle.
son bir şansım vardı haykırmak için
uyudum
melankoli.
hüzün.
asabiyet.
kelimenin tam anlamıyla
dolu dolu
yalnızım.

6 Kasım 2013 Çarşamba

osuruktan nağmeler.

küstüm. oynamıyorum.
HIIIIIIIIIIIIIIIIAAAAAAAAAAAAAAAAAAAĞĞĞĞĞĞĞĞĞĞĞ!!!
bi an düşündüm de, saygıdeğer pek sevgili chancellor alkolü yasakladı içmeye başladım, şimdi de kızlı erkekli münasebetleri yasaklıyor kaşar olucam diye korkuyorum, ne yapayım ruhum rebel arkadaş. bi de sol omzum anarşist.
game on, bitch.

2 Kasım 2013 Cumartesi

çünkü vazgeçmek hiç kolay değil.

gayet iyi gidiyordum, ta ki rüyama girene dek. o kadar mutsuz uyandım ki. bana ezik diyebilirsin ama o an sana çok ihtiyacım vardı. bir kere bile dokunamamıştım sana, sarılmak istedim. ellerini tutmak belki de. çok istedim. sadece yanında olmak istedim. ihtiyacım vardı çünkü. gayet iyi gidiyordum, vazgeçiyordum, unutuyordum, devam ediyordum. yanılmışım. vücudumun sana ihtiyacı var. parmaklarımın sana değmeye, gözlerimin sana bakmaya, kulaklarımın seni duymaya ihtiyacı var. düşünmüyorum dediğim her şeyi bilinçaltıma öyle bir atmışım ki. bunları yazarken utanıyorum bile, ama hem defterim bitti hem de burası benim kendim olabildiğim yegane sığınağım. ama utanıyorum işte. bu kadar aciz durumda olduğumu göstermekten korkuyorum. ama aciz durumdayım. hep bir yanım eksik gibi. hep bir şeyler eksik gibi. kahkaha atarken bile mutsuz hissediyorum. internete göre depresyondayım, sanmıyorum. bazen, seni tamamen unuttuğumu düşünüyorum. gülüyorum, eğleniyorum, dans ediyorum. sonra bir sözcük duyuyorum, herhangi bir sözcük. ve sonra tepe taklak geri dönüyorum sana. ne kadar uğraşsam da senden gidemiyorum. ne kadar denesem de seni düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. küçük sinsi bir düşünce bir anda günümü yerle bir edebiliyor. kendimi çok kötü hissediyorum. daha fazla yalnız kalmak istiyorum, daha fazla uyumak. ama uyuyamıyorum. yalnız da kalamıyorum. ne zaman yalnız kalsam ya da uyumaya çalışsam hep sana kayıyor düşüncelerim. bu yüzden sürekli dikkatimi dağıtmaya çalışıyorum, belki de bu yüzden hiçbir şeye odaklanamıyorum. salak salak şeyler yapıyorum. neredeyse komaya girebileceğim kadar içki içtim örneğin, hala pişmanım. tek birada çakırkeyif olan ben kaç votka shot attım hatırlamıyorum bile. ama sarhoş olmam için alkole ihtiyacım yok, bir dize geliyor aklıma, oluyorum. sonra diyorum ki; seni sevmek için sana ihtiyacım yok. ve sonra da daha da yalnızlaşıyorum. sevdiklerimi sevmiyorum artık, sevemiyorum. çünkü içimdeki her yeri işgal ettin, herkesi dışarı attın, tüm hücrelerimi kapladın, resmen kene gibi yapıştın, gitmiyorsun. elimde olmadan hayal kuruyorum, ama kuramıyorum da bir yandan. asla gerçek olmayacağını biliyorum ya; hayalimde bile biz olamıyoruz. hayalimde bile acı çekiyorum. bazen sırf eğlence olsun diye kendi ölümümü düşünüyorum ve nasıl oluyorsa o bile sana bağlanıyor. bambaşka bir konudan söz ederken sana bağlanması gibi tıpkı. nasıl beceriyorsam obeb-okek konusunu bile sana bağlayabiliyorum. bende sana özel bi yetenek var galiba. içimdeki kelebekleri öldürdüğünden beri mutlu olamıyorum. soğuk hissediyorum, hep üşüyorum. hayır, kansızlıktan değil. midem sık sık bulanıyor bir de. anlıyorum, vücudum seni içinden atmak istiyor, senden nefret ediyor hatta. ama sana ihtiyacı var. sen ip gibisin, hani şu bir ucu boyuna bir ucu sağlam bir yere bağlı olandan. bir yandan beni hayata bağlıyor bir yandan da yavaş yavaş öldürüyorsun. nefesimi kesiyorsun, nefes alamıyorum, içimi öyle bir kaplamışsın ki. hiçbir şeye karşı bir istek duymuyorum artık, başka bir deyişle hiçbir şey yapasım yok. uyumak bile istemiyorum. geceleri seni düşünerek uykuya dalmaya çalışıyorum, rüyamda seni görüyorum ve uyandığım anda aklıma gelen ilk şey yine sensin. resmen her tarafı seninle çevrili bir et parçasıyım. kalbimi geçtim, ruhum acıyor. hissettiğim tek şey; nefes alamadığım. hep bir huzursuzluk hep bir karmaşa. hayat akıp gidiyor, birkaç ay sonra sen de gideceksin. keşke üzüldüğüm tek şey bu olsaydı. hiç tanışmasaydık demiyorum, keşke hiç girmeseydim hayatına diyorum. çünkü hayatından çıktığımı bilmek çok acı veriyor. ve ben zamanla geçer dedikçe daha da ağırlaşıyor. daha da zorlaşıyor. geçmiyor.

30 Ekim 2013 Çarşamba

biliyorum sana giden yollar kapalı

biliyorum sana giden yollar kapalı
üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni


ne kadar yakından ve arada uçurum
insanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

uyandım, uyandım hep seni düşündüm
yalnız seni, yalnız senin gözlerini

şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
ve içim götürmez kenarından kesilmiş bir ekmeği

kaç kez uzaktan baktım sana 5.45 vapurunda
hangi şarkıyı duysam bizim için söylenmiş sanki

tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini


çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu

bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
bu böyle pek de kolay değil gerçi

alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya
bunun verdiği mutluluk da az değil ki

çıkar giderim bu kentten daha olmazsa
sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

inan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem
son isteğimi de söyleyebilirim şimdi

bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
yalvarırım onu okuma çarşamba günleri

29 Ekim 2013 Salı

dünyamsın benim, zorbam, düzenim
bundan gözlerim göğe çevrili
ellerim denizde
hiç katılmadan sende yaşıyorum
dirimimsin benim
doğarken öldüğüm

28 Ekim 2013 Pazartesi

ne zaman daha kötüsü olamaz desem daha kötüsü oluyor. hep daha fazla acı veriyor. bu defa ne yaptım ki, sadece yazdım. anlaşılan sorun da bu. evet bu bir veda yazısı. yapamam dedim ama yapabiliyormuşum. en azından bir süreliğine. verdiği acı hala bu kadar tazeyken başka bir şey de düşünemiyorum zaten. ağladığım şarkılara yeni bir tane ekleyip gitti. neden onun için bu kadar kolay olan bir şeyde ben deli gibi acı çekiyorum bilmiyorum. ama saatler önce göğsüme bir ağırlık çöktü ve nefes alamıyorum. an be an daha da ağırlaşıyor, lütfen şimdi değil, şimdi olmasın. canım öyle acıyor ki. artık ağlayamıyorum bile. ve gözyaşlarının tuzlu olduğunu canımı acıttıklarında anladım. ben düşünmemeye, uyumaya çalıştıkça sanki bir şeyler yarama tuz basarcasına daha da çok acıyor. canım acıyor.
değer mi diye düşünüyorum. bana hep acı çektiren biri için değer mi? değiyormuş demek ki.
ölürken kahkahamı ona bırakacağım.