31 Aralık 2012 Pazartesi
New Year's Eve
31 Aralık 2012'den canlı bildiriyorum. Hala canlıyım hatta heycanlıyım. Yeni yıl'a son saatler kala ben açım. Evet, yanlış duymadınız sanki o hamburgerleri, börekleri, çiğ köfteleri, mandalinaları, çikolatalı pastaları, cipsleri, çorbaları götüren ben değilmişim gibi açım. Olum ne utanmaz ne arsız ne gözü doymaz bir insanım ben yahu. Neyse canım, yerimden kalkmaya üşenmediğim bir anda kalkıp biraz daha yemek yiyeceğim. Bu arada size yerimden bahsetmem gerek. Şimdi bir salon düşünün, klasik 4 parçalı koltuk takımı olan. 3'lü koltukla tekli koltuk arasında, sehpadan büyük masadan küçük garip bir eşyanın konulduğu bir boşluk bir de. Hah işte ben tam da o boşlukta o şeyin yanında yerin üzerine koyduğum kıçımdan küçük yastığın üzerinde oturuyorum. Amaç? Tabii ki bir ekşın yaratmak. Aslında annem carlayana kadar kapının önünde yerde oturuyordum ama o da feci can acıtıcıydı. Beni çılgın beni! Götüm götüm soğuğu yesem de oturduğum yerden memnunum, kişisel ofisim gibi. Yeni yılda kırmızı giymek adettendir, ben de kırmızı tişörtümü ve cağnım kırmızı yılbaşı şapkamı taktım tabii. Kırmızı donum Marmaris'te kalmış, çok üzüldüm :( Kırmızı donsuz yılbaşı mı olur yahu?! Ah, tişörtle şapkayla idare edeceğiz artık. Buralara yaz gününü geçtim, yılbaşında bile kar yağmıyor canım. Ama öyle bir yağmur yağdı ki, biz de tam o ara okuldan kaçınca ıslandık hatta sudan çıkmış balıktan beter olduk. Tabii ben direkt deniz kızı Eftalya. Şimdi de tişörtle oturuyorum falan annem çıldırıyor, ne saadet. Gönül isterdi ki yeni yıla sevgilimle beraber gireyim, ama nabalım sevgilimiz yok, ben de bobi ve mandalinayla gireceğim. Bir yılbaşı akşamı klişesi olarak ptt, pijama+terlik+twitter olayındayım. Naklen yayın yapıyorum. Şimdilik bildireceklerim bu kadar, esen kalın efenim. Olur da bu gece bir daha yazmazsam diye ; İyi Seneler!
24 Aralık 2012 Pazartesi
Kalbim Egede Kaldı
Return of the King! Eveet, kürkçü dükkanına döndük. Sanal bir 4 gün geçirmişim gibi geliyor, sanki 4 gündür uyuyorum da yeni uyanmışım gibi. Nasıl güzel, nasıl eğlenceli geçti anlatamam. Zaten yaşadığım birçok şeyi de hatırlamıyorum ya. Uzun çook uzun bir yolculuk sonrası İzmir'e gelmek ve Bornova'yı görüp hiç beğenmemek gibi şeyler yaşadım. Balçova'yı daha çok sevdim. Konakta kaldım, esprisini bile yaptım. Kaldığımız yerde pijama+patik+bobiyle gezdim. Bir sürü şey yaşadım ve over. Neden bitti ya? Off. Sıkılmadım mı? Zaman zaman ve ultra. Ama sonuçta bunu engellemenin bir yolunu buldum. İnsanları yolculukta tanıyormuşsun, öyle de oldu. Arkadaşlarımı yolculukta tanıdım. Yeni arkadaşlar edindim. Yeni arkadaşlarımla çok eğlendim. Kum yedim, pet bardak yedim. Sinek oynamayı öğrendim. Karşıyakada ilk kez midye yedim ve çok sevdim. Boyoz yedim, kumru yedim. 4 gün boyunca yemekte tavuk çıktı, aç kaldım. Gülmekten çenem ağrıdı. Soğuktan götüm dondu, 5 derecede hırkayla gezdim. Kahvaltı yaptım, geç yattım erken kalktım. Yılbaşı bileti aldım, alışveriş yapmış kadar oldum. Gezdim, dolaştım, hasta oldum, fotoğraf çektim, çekindim. Kısaca İzmir gezisi yaşanması gereken bir şeydi ve iyi ki yaşandı. Her şeyi anlatmıyorum çünkü bugün Aslı'ya anlatmam 4 saatten fazla sürdü. Sözün özü ; İyi ki gitmişim İzmir'e.
19 Aralık 2012 Çarşamba
Yolcudur Abbas
Dı-dı-dı-dııımmm! İşte büyük gün geldi çattı. Yarın İzmir yolcusuyuz bebeyimler. Günlerdir heyecanla beklediğimiz bu yolculuk sonunda yarın gerçekleşiyor.Amanin çok heyecanlı. Şimdi gelelim detaylara. 3 gece
4 gün sürecek olan bu üniversite + kültür gezisi için yola yarın 06.00'da çıkacağız. Yani bunun için benim 05.00'da uyanmam lazım. Olm ben nasıl uyanıcam o saatte yaa. Üff. Neyse, otobüste Betül bebeğimle beraber 3 saat o cam kenarında 3 saat ben cam kenarında olmak üzere oturacağız. Odada da zaten Mel, Betül ve ben kalacağız. Ah, bir de Bobi tabii ki. Lütfen ama Bobisiz İzmir olur mu hiç, tabii ki olmaz. Canım Bobi. Ay ne güzel ya, bu yıl benim tek başıma yolculuk yılım oldu valla. Önce tek başıma Marmaris'e gittim şimdi de İzmir'e. Sürekli Ege bölgesindeyim :D Betül fotoğraf makinesini de getiriyor sağ olsun, bir sürü fotoğraf çekiniriz. Eğleniriz, gezeriz, kültürümüze kültür katarız. Hediyelik eşya alırım falan. Ay hayali bile güzel. Neyse canım, gezi dönüşü başıma gelenleri yazarım. Bu biraz kısa bir yazı oldu ama benim bavulumun hala eksikleri var. Bavul hazırlamak ne zor işmiş yahu, keşke yazın gitseydik, tüh tüh tüh.
4 gün sürecek olan bu üniversite + kültür gezisi için yola yarın 06.00'da çıkacağız. Yani bunun için benim 05.00'da uyanmam lazım. Olm ben nasıl uyanıcam o saatte yaa. Üff. Neyse, otobüste Betül bebeğimle beraber 3 saat o cam kenarında 3 saat ben cam kenarında olmak üzere oturacağız. Odada da zaten Mel, Betül ve ben kalacağız. Ah, bir de Bobi tabii ki. Lütfen ama Bobisiz İzmir olur mu hiç, tabii ki olmaz. Canım Bobi. Ay ne güzel ya, bu yıl benim tek başıma yolculuk yılım oldu valla. Önce tek başıma Marmaris'e gittim şimdi de İzmir'e. Sürekli Ege bölgesindeyim :D Betül fotoğraf makinesini de getiriyor sağ olsun, bir sürü fotoğraf çekiniriz. Eğleniriz, gezeriz, kültürümüze kültür katarız. Hediyelik eşya alırım falan. Ay hayali bile güzel. Neyse canım, gezi dönüşü başıma gelenleri yazarım. Bu biraz kısa bir yazı oldu ama benim bavulumun hala eksikleri var. Bavul hazırlamak ne zor işmiş yahu, keşke yazın gitseydik, tüh tüh tüh.
16 Aralık 2012 Pazar
Oy oy Eminem
Anaaaam, Eminem nasıl tatlı, nasıl tatlı. Canım ya. Ben daha minicik küçücük ufacık tefecik bir çocukken bile dinliyormuşum. Hatta kızının benden 2 yaş büyük olduğunu öğrenene kadar Eminem'le evlenmeyi hayal ediyordum yahu. Adam gelmiş 40 yaşına hala yakışıklı hala seksi. Püpüpüpüpü maşallah. Ne zaman ingilizce dersinde birini tanıtmamız gerekse hep Eminem'i tanıtırım, sınavda bile. Çok seviyorum seni Marsh'cığım, marry meeeee. Tamam sakinim, gidip Pink Floyd dinleyeyim.
Son Gelişmeler
Selamlar selamlar, yeniden buradayım bebekler. Teknik sebeplerden ötürü uzun süredir yazamıyordum, ne yalan söyleyeyim teknik sebep dediğim internetimin tükenmesiydi. Abim ve babamın ortak kararı üzere vınn kullanıyorum uzun zamandır, dolayısıyla film, dizi, video izleme konusunda çok şanssızım. Ama Misfits beni müptelası yaptı yahu. Çok güzel bir dizi, çok eğlenceli öneririm bebeyimler. Sözün özü ben Misfits'te bir sezon bitirince internetim de say goodbye to me. Yazmadığım bu zaman zarfında neler oldu neler, bir kere çarşamba günü benim doğum günümdü. Çok da eğlendim. Eeee 12.12.12 olunca herkes heyecanlıydı :D Önce okulda pringles partisi verdik sonra da çıkışta mantıcıya gittik, yuppiii. Bundan daha iyisini hayal bile edemezdim acayip mutlu oldum tüm arkadaşlarıma thnx. Sonrasında Aslı'nın hediyesi beni aldı eskilere götürdü. Bana albüm yapmış canım ya. Eski fotoğraflarımız falan vardı, çok romantik. Bakalım ben onun doğum gününde ne yapacağım... Doğum günümü uzun uzadıya anlatmak isterdim ama canım hafızam sağ olsun pek bir şey hatırlamıyorum ama o gün sürekli yedim onu hatırlıyorum işte. Kakaolu süt, kola, ice tea ooooh mis. Evde de pasta yedim. Aslında babam mum falan almış, mumu üfleyip öyle yiyecekmişiz ama ben eve gelince açtım buzdolabını aldım pastayı yardım ortadan ikiye hüüööppğpöğp diye yedim. Tabii babam aynen şok :D Neyse canım düşünmesi yeterdi. Devamında ise sınav haftasıydı işte, doğum günüm yine sınav haftasına denk geldi. Sınavlara girip çıktık. Veee bizim okul serbest kıyafete geçiş yaptı, yani sanırım. Öğretmenler hiç kızmıyor artık yasa yürürlüğe girmiş. Bundan kelli ben de okula serbest gideceğim, ay çok heyecanlı. Cumartesi günü Aslı'yla Işıklar'a gidip uzun zamandır çok istediğim tişörtü aldım, tabii bulana kadar cılkımız çıktı ama olsun sonunda emelime ulaştım. Ve "beni kötü aletlerine emel etme Aslııı!!!!" Aslında gayet eğlenceli bir hafta geçirdim vee bu perşembe İzmir'e gidiyoruz. Heyecandan karnım ağrıyor ya da tuvaletim gelmiştir bilemedim şimdi. Betül ve Mel de geliyor, beraber kalacağız canlarım yaaa. Bir an önce yarın olsun istiyorum, ilk kez bir pazartesiyi bu kadar heyecanla bekliyorum. Nedenini ise bilmiyorum bile ilginç şeyler bunlar. Neyse, benden bu kadar hoşçakalıııın!
9 Aralık 2012 Pazar
Evim Güzel Evim
İnsanın evi gibisi yok sevgili arkadaşlar. Test ettim ve onayladım. Şimdi olayı baştan alıyorum. Bazı arkadaşlarımın bildiği üzere sevgili ebeveynlerim cumartesi günü Muğla'ya gitmek üzere cuma akşamı yola çıktılar. Beni de sınavım olduğu için yanlarında götürmediler ve teyzemlere bıraktılar. Cuma günü ben gayet mal bir biçimde okula gitmek üzere hazırlanıyordum ki annem sinsice yanıma yaklaştı ve "Eftalcim sen eşyalarını yanına al, hava kararır, it kopuk olur sen direkt okul çıkışı git teyzenlere." dedi. Bu cümleden de anlaşılacağı üzere bizim asıl planımız benim okul çıkışı önce eve daha sonra teyzemlere şeklindeydi. Hadi dedim gider ayak hır gür çıkarmayayım diyerek kabul ettim bu emrivaki kararı. Tabii uyku sersemliği ile sabah şebelekliği birleşince ben yanıma sadece bi eşofman bi tişört aldım. Derken okul bitti ben de valiliğin oradaki duraktan otobüse binip teyzemlere gittim. Eve girdim, üzerimi değiştirdim, yemek yedim, tv izledik, ve uyuduk. Böyle özetlediğime bakmayın, o evde ben dahil 6 kişi vardı ve küçücük bir salonda toplaşmıştık. Ben ki bizim salonda yalnız takılmaya alışık bir insanım, 6 kişi bir odada olunca ve o 6 kişiden biri de 7 aylık bir bebek olunca görmeliydiniz curcunayı. Dedem ve teyzem bağırarak anlaşan insanlar olduğundan cuma günü o yorgunlukta benim beynim durma noktasından 5186452186 adım ilerideydi. Erkenden yattım,oh yatak da çift kişilikti. Gerçi sabaha kadar zırt pırt uyandım, yanımda biri var sanıp kabus falan gördüm ama olsun. Ben yanımda biri varsa uyuyamam yatak da çift kişilik olunca bilinçaltım Oscar'lık oyunlar oynadı bana. Cumartesi günü zorla kahvaltı yaptırıldım ve ders çalışmaya yollandım. Biraz ders çalıştıktan sonra açlıktan gebermek üzere olduğumu hissedip içeri girdim ve bang! Teyzem mantı yapmış canım sırf ben istedim diye. Öğlen de tüm takım oturduk aynı tabaktan mantı yedik. İğrenmedim ama biraz garip geldi işte. Toplu yemek yemeye alışkın değilim ben. Abi ben yalnız yaşıyorum yahu babamla ayrı odalarda takılıyoruz, komşu geliyor babamı soruyor evde olacaktı ama bir saniye bi bakıyım diyorum. Öyle bir ortamdan gelme biri olarak bu ortamı yadırgamam çok da garip olmamalı. Zaman geçtikçe fark ettim ki ben diş fırçamı unutmuşum. Hemen bakkala inip diş fırçası aldım ve bu sorunu çözdüm. Cumartesi de cuma benzeri bir curcuna halinde geçti, ben yine bu kadar sıcak aile ortamına ve bu kadar bol yemeğe alışkın olmadığımdan sarhoşa döndüm. Pazar günü artık annemlerin geliş günüydü. Lakin onlar da akşam geldiler. Eve gideceğim dedim kuzenin annenler gelince bırakır seni dediler. Ben de okey dedim ve ders çalışmaya döndüm. Tabii kahvaltıda bir sürü kızartma yedikten sonra sivilceler fora bir hale dönüştüm. Dersimi çalışıp bitirdikten sonra yine yemek yedik. Ben de bekliyorum bekliyorum hiç kimse eve gidelim, hadi gidelim tarzı bir cümle kurmuyor. Annemleri arayıp duruyorum hani bir şeyler anlasınlar diye ama o da yok. Neyse en nihayetinde herkesi harekete geçirmeyi başardım ve evime döndüm. Evden içeri girdiğim gibi de banyoya koştum. Bir güzel yıkandım oh mis. Sözün özü; insanın teyzesinin evi de olsa kendi evinin yerini tutmuyor ve ımmmm banyo yapamamak iğrenç bir şey!
6 Aralık 2012 Perşembe
Benim Mutlu Yalnızlığım
Yalnızlık bu dünyada bize verilmiş olan sayılı nimetlerden bence. Fazlası zarar ama eksikliği daha büyük zarar. Örneğin bugünü ele alalım, Betül arkadaşım bugün okula gelmediğinden ötürü ben bugün yalnızdım. Böyle yazınca sanki başka arkadaşım yokmuş gibi göründü, yok öyle bir şey sağ olsunlar başka arkadaşlarım da var tabii ama Betül olmayınca ne bileyim bugün yalnız takılasım geldi. Öyle de yaptım. Öğle arasına kadar baya sıkılmıştım aslında. Öğle arası da kaptım kitabımı ve kulaklıklarımı doğruca kütüphaneye uçtum. Dürüst olmak gerekirse bu okula geldiğimden beri hayalimdi, öğle arası kütüphaneye gidip kitap okumak hatta liseye başlamadan önce mutlu oluyordum oh ne güzel kütüphanesi var diye ama hayat şartlı izin vermedi. Ben de bu hayalimi bugün gerçekleştirebildim. Ah nasıl mutlu oldum nasıl. Uzattım ayaklarımı, taktım kulaklıklarımı, açtım kitabımı oh mis. Dünya benim, kendi dünyamda takıldım öyle. Sonra da karnımın gurultusuna daha fazla dayanamadım ve zirvedeyken bıraktım. Hem zaten kütüphane de kalabalıklaşmaya başlamıştı. Sınıfa çıkıp eşyalarımı bıraktım bırakmasına da bir baktım benim çişim gelmiş. Birçok liseli kızın aksine ben tuvalete yalnız gidebiliyorum nitekim öyle de yaptım. Sonra da kantine girdim, kantine girdiğim anda kantinci teyzeyle göz göze geldik ve kadın gülmeye başladı. Tabii ben onun üstüne tutup kakaolu süt isteyince pek de kuul olamadım. Olsun, aldım sütümü ve bu okuldaki en büyük zevklerimden birini gerçekleştirdim. Nedendir bilinmez C bloğun girişindeki o sandalyede oturmayı pek bir severim. Böyle herkes önümden geçer, şıkır şıkır milleti izlerim falan hoşuma gidiyor bunlar. Gittim oturdum oraya, elimde sütümle. C blok tabii bizim mekan, beni yine sütle görüp linç etmeye çalışanlar mı dersin, selam verip sessizce uzaklaşan mı ararsın, görmezden gelenler veya adam gibi konuşup gidenler mi istersin, her türlüsü vardı yani. Ben de o ara Aslı ve Betül'e mesaj atmaya çalışırken bir yandan da twitterda takılıyordum. O kendimle geçirdiğim öğle arası bana bir iyi geldi ki sorma, belki de kakaolu süttendir bilmiyorum ama ben yeniden mutlu, enerjik Eftal gibi Eftal oldum. Tarih dersinde not bile aldım yahu artık siz hayal edin halimi. Son derste de bizim kızlarla baya eğlendik zaten. Teneffüste de sınıfta telefonumla takıldım. Zaten kulaklıklarım ve telefonum ve kitabım kalp ben. Dediğim gibi yalnızlık güzel ama abartmaya da lüzum yok, ara sıra böyle küçük kaçamaklar da iyi geliyor hani.
5 Aralık 2012 Çarşamba
Sütü Seven Kamyonju
Göbekli bir insan olarak çok tatlıyım bence. Millet bira göbeği yaparken ben kakaolu süt göbeği yapıyorum. Hayattaki en büyük zevklerimden biridir kakaolu süt içmek. Hatta bugün iki elimde birer tane süt varken aşırı mutluydum. İki kolunun altında da birbirinden güzel kızlar olan bir zenci gibi hissediyordum kendimi. Canım kakaolu sütlerim. Lakin kantinci teyze Ecem'in tembihleri üzerine bana "Sana süt yooğk!" diye carladı yahu. Neyse ki oradaki yardımsever ağbi "Ver canım sütünü içsin kız." dedi de alabildim. Lıkır lıkır içtim bir de oh. Gerçi hala midem bulanıyor ama olsun ve göbeğim indi beybiler. Tabii ben ultra dürüst insan Eftal olarak hemen gidip babama paramın tümüyle süt aldığımı yetiştirdiğim için bana yarın daha az para verecek sanırım, yani daha az süt içebileceğim. Serviste çok eğleniyorum ama bir de anladığım dilden konuşsalar daha mutlu olacağım yahu, anlamayınca da salak, saf vb diye dalga geçiyorlar bugüne bugün AğLe gençlikteniz. Yalnız son teneffüs Özge'nin "Bir kere de sınıfta ol Eftal." demesi çok üzücü. Ben kaka çocuk değilim, sadece derste sıkılıp geziyorum yahu, o kadar. Hala Gizem'in parfümü kokuyorum öhöhöhöhöhö. Yarın Betül arkadaşım okula gelmeyecekmiş, ben yalnız kalacağım. Babam gitme evde kal ders çalış dedi ama pıfff evde sıkılıyorum ben. Yarın okula gidip mal mal dolaşırım artık sanki hiç yapmadığım şey. Neyse, sözün özü kalbimin üzerine kido dövmesi yaptırmalıyım, canım sütüm aslanım kido! Haftaya bugün doğum günüm, aşırı heyecanlıyım, mükemmel!
4 Aralık 2012 Salı
Kakaolu Süt
Kim demiş liseliler süt içemez diye? Ben gayet her gün, günde en az 2 kere kakaolu sütümü alıp içiyorum okulda. Hatta bugün 3 tane içtim. Betül arkadaşımla yemekhanede mantı olduğunu öğrenmemizle gözlerimizin kıvıl kıvıl dönmesi bir oldu tabii. Mantı oğlum bu, boru değil. 5. dersin sonuna kadar zor zapt ettik hatta ben edemedim yalvar yakar dersten birazcık erken çıktım. Yemekhaneye doğru bir depar atmışız ki, Usain Bolt görse birinciliklerinden utanır yani. Tabii öğrenci adam aç adam. Ben de öğrenci ve her daim aç bir adamım. Nasıl bir aşkla ilerlediysem rastamı da kaybettim bugün. Nasıl üzgünüm, nasıl. Mantının üzerine 3 tane kakaolu süt içtim de kendime geldim yani. Hayır hala gelemedim, yani doğum günüm de yaklaşıyor neden bana kimse rasta almıyor ki? Emin olun bu beni çok mutlu eder canlarım :) -gülüşümmm.....- Neyse mantı diye önümüze içinde ne idüğü belirsiz bir şey olan hamurlu yoğurt verdiler ama o bile deydi (böyle mi yazılıyor) yahu. Sözün özü, kakaolu süt candır, aşktır, bebeğimdir. Çok seviyorum kendisini hep benimle olsun istiyorum. Ve yarın koşa koşa kakaolu süt almaya gidiyorum sanırım okulda. Rastamı kaybetmeseydim iyiydi ya. Evlat acısı gibi koydu yeminle.
3 Aralık 2012 Pazartesi
Ortaya Karışık
Bana samanyolundaki dizileri yazan senaristin kafasından verin. Turkcell Style reklamını yazan senaristin kafasından da verin. Hatta ortaya karışık bir şeyler verin. Bugün öğle arası sadece çikolata yiyip kakaolu süt içmeme rağmen nasıl doymayan bir insansam geldiğimden beri tıkınıyorum. İki tane eti puf yedim, bir paket ruffles yedim, iki tane mandalina yedim. Sonra benim neden midem bulanıyor, neden sivilcelerim çıkıyor. O değil de benim canım kakaolu süt çekti yine uff. Ah bir de söylemeden geçemeyeceğim, okulda okul polarını giyenler var yahu. Ben de öyle asi, kötü bir öğrenci değilim en azından Betül arkadaşım gibi polo üstü pembe hırka giymiyorum ;DDDD amma ve lakin okul poları ya bildiğin halı. O şeyi nasıl giyiyorlar anlamıyorum. Ben yastık olarak kullanırdım herhalde. Gerçi polara ihtiyacım yok ben direkt uyuyorum ya hadi neyse. Pazartesi sendromunun aksine bugün çok hızlı geçti. Almancacı adımı Eftalya olarak değiştirdi ama olsun. Eftal'in kız versiyonu Eftalya'ymış, ben de topum zaten. Hem benim adım Eftalya'dan gelmiyor ki, Eftalit Devletinden geliyor işte. Akhunların diğer adı Eftalit hatta hükümdarlarının adı Heftal. Öyle de psikopat bir ismim var tabii. Neyse ben seviyorum ismimi, hoş bir şey. Nasıl salak bir saçım varsa garip garip kafalarda, sürekli bir kafa bi milyonluk hali ne biliyim bir serdar ortaç şarkısı gibi kıçı başı ayrı. Düzsen düzsündür arkadaşım. Ya da kıvırcıksan kıvırcık, dalgalıysan dalgalısındır. Nedir yani bu mix menü halleri. Canım sıkıldıkça salak tipimin salak fotoğraflarını çekiyorum, öyle mal mal eğleniyorum işte. Hayat şartları. Böyle de şahsına mahsus bir kişiliğim işte. Aman ne övdüm kendimi, hadi hoşçakalın. Ve kötü haber babam leptabımı İzmir'e götürmeme izin vermediği için 20-21-22-23 aralıkta yazamayacağım. Ama gezinin özetiyle size döneceğim bebeyimler.
2 Aralık 2012 Pazar
Lanet Olsun
Neden en büyük dünyevi acıları kadınlar çekiyor? Regl oluyoruz, her ayın bir haftası acı çekerek, şakır şakır kanayarak geçiyor. Acıdan kendimi öldürmek istiyorum resmen, tanrıya yalvarıyorum canımı al da bu acıdan kurtulayım diye. Mide bulantısından ölecek gibi oluyorum ama midem boş olduğu için kusamıyorum bile. Boş boş öğürmek, saatlerce tuvaletten çıkamamak, ağrıdan ağlamak, acıdan böğürmek. Kendimden geçiyorum yahu aynadaki yüzümü görsen sapsarı zaman zaman da yemyeşil. Solgunluk, sivilceler bir yana bu regl sancılarına kesin bir çözüm bulunmalı. Sıcak duşmuş, sıcak su torbalarıymış, ağrı kesicilermiş, yok ayağına çorap giymiş, yok içine atlet giymiş. Ağrıyı önleyeceğini bilsem eskimolar gibi gezeceğim, içlik bile giyeceğim. Ama yok mutlaka çekeceksin bu siktiğimin ağrısını. Ağrı kesiciler bile belli bir süreden sonra etki etmeye başlıyor. E, ağrı kesici içmek de kötü. Bir yerini iyileştirirken bir yerini bozuyor bu haplar. Koltukta oturacak, yatakta yatacak pozisyon bulamama mı dersin, tam geçti derken olanca şiddetiyle geri dönen ağrılar mı dersin. Resmen hayatımın bir bölümünü mide bulantısı ve bel ağrılarıyla geçiriyorum. Tanrıya şükür ki ilk gün dışında o kadar çok ağrımıyor ve kasık ağrılarım yok iyi ki. Bir de regl dönemindeki psikolojik bozukluklar var, bir anlayış göstermiyorsunuz yahu. Ben çocuğum olsun diye bu acıya katlanmak zorunda değilim ya. İstemiyorum ben çocuk mocuk, hem kim alır ki beni gayrimeşru çocuk da yapmayacağıma göre yalnız öleceğim ben. Şehrin uzak bir köşesinin kıyı bir mahallesinde bir kapıcı dairesinde kokuşmuş cesedimi bulacaklar benim. Fareler kemirmiş olacak etlerimi. Yapmıycam lan çocuk falan. Bir de bu regl sancılarına karşılık biz de sünnet olduk, askerlik yapıcaz falan demiyor mu erkekler, küreği alıp ağzını yüzünü parçalayasım geliyor yeminle. Lan senin artık o acısını bile unuttuğun sünnetle, en fazla 15 ay yaptığın askerlikle bir mi hayatımda ortalama 35 yıl çekeceğim bu ağrı? Neymiş efendim, çocuk içinmiş. Vücudu yeniliyormuş. Sağlıklı bir vücut içinmiş. O zaman erkekler neden olmuyor kardeşim? Erkekler de regl olsun lan. Ben askerliğe gitmeye razıyım. Onlar da çeksinler bu acıyı. Anlayış bekliyor insan yahu. Ben evde neredeyse sürünecek duruma geliyorum adam tutmuş bana odanı topla diyor. Tabii babacığım ütüyü, temizliği, yemeği, hatta sana masaj da yapayım mı? Çünkü çok sağlıklıyım ben şuan, hiç ağrım yok, öyle hobi olsun diye vakit geçirmek için böğürüyorum zaten ben. Bu ne ya, hele şu özerkliğime ulaşayım ilk işim yumurtalıklarımı aldırmak olacak. Regl döneminde o kadar midem bulanıyor ki sadece ağrı kesici haplarla yaşıyorum bildiğin. O da zorunluluktan. Su bile içemiyorum, hap da içemeyen biriyim zaten. Öyle bir durum ki annemin ekmeğin arasına koyup yine de içiremediği hapı susuz götürdüm resmen. Lanet olsun ya, kız doğduğuma lanet ediyorum böyle zamanlarda. Erkekler taşaklarını sere sere otururken ben tuvalette tanrıya yalvarıyorum. Tuvaletten çıkamıyorum yahu, 2 saat içeride kaldığımı bilirim. Ağrı geçsin diye öyle hareketler yapıyorum ki yetkililer görse jimnastikte madalya verirler, hatta direkt adıma olimpiyatlar düzenlerler. Cıvır cıvır sivilceler kaplıyor bir de tüm yüzü, uff. Sanki 15 aylık hamileymişim gibi bir şişkinlik oluyor. Belirtiler en az bir hafta önceden başlıyor. Gecenin bir yarısı ağrı yüzünden uykumdan ağlayarak uyandığımı biliyorum ben. Yarı uyur yarı uyanık gidip hap içmiştim bir de, ne içtiğimi hala bilmiyorum. Günde 2-3 tane ağrı kesici alıyorum neredeyse ölüm nedenim ağrı kesiciler olacak. Bir de bilmiş bilmiş o kadar ağrı kesici içme zararlı demiyorlar mı, saçımı başımı yoluyorum ben o ağrılar yüzünden. Neymiş efendim, gençsin dayanırsın falan filan. Anneme de çok saygı duyuyorum bu konuda. Kadının bu ağrıları çektiği yetmezmiş gibi bir de 2 tane normal doğum yapmış yahu. Regl sancısından daha beter bir şey varsa o da normal doğumdur arkadaşlar. Bir de kadınlar her ikisini de yaşıyor. Boşuna dememişler cennet anaların ayakları altında diye. Erkekler de biz sünnet olduk, askerlik yaptık diye gezinsinler. Bir gün çeksinler şu regl sancısını da göreyim ben onları. Bu ağrılar öyle bir ruh haline sokuyor ki adamı sürekli sinirlisin. En ufak bir şeyi üzerine alınıyorsun, biri bir şey dese hemen patlıyorsun. Tek beklentin de anlayış ve çikolata tabii ki. Özellikle bu dönemde insanın canı tatlı şeyler istermiş, ben yaşamadım henüz. Yemek yiyemiyorum ki doğru düzgün, midem bulanıyor yahu. Başım dönüyor, bayılacağım neredeyse hani şakır şakır kanamasam hamileyim diyeceğim o derece. Ne diyeyim ya, lanet olsun.
1 Aralık 2012 Cumartesi
Ağlak
Hiç beklemediğin bir anda beklemediğin şeyler olur bazen. İstemezsin, aklının ucundan bile geçmez böyle bir şey olacağı. Ama olmuştur işte, aniden. Ve sen bir anda dünyanın merkezinden uzaklaşmaya başlarsın. Biraz önce aklının ucundan bile geçmeyen şeyler meteor yağmuru gibi art arda yağmayan başlar üzerine. Şaşırırsın, bir anda bocalarsın, ne yapacağını bilemezsin. Midende anlamlandıramadığın bir hareketlenme belki gözlerinde yaşlar belki de ellerinde bir titreme. Aklına gelen onca anı, şarkı sözleri, gülüşler. Elinin tersiyle ittiği/ittiğin bir gelecek belki de. Birlikte yaşayabileceğiniz bir gelecek. Ardından keşke gelir ve pişmanlıklar tabii. Onu takip eder ya'lar. Ya şöyle olsaydı, ya bunu deseydi, ya böyle yapsaydı/yapsaydımlar. Sonra kendini suçlamaya başlarsın her şey için. O'nun hiçbir suçu yoktur, bütün suç bütün hata sendedir. Hele bir de yalnızsan o an her şey gözünün önünde büyümeye başlar, seni ondan uzaklaştırır kendi dünyana hapseder. Suçlulukla dolu o dünyana. Aynada gördüğün yüzden nefret etmeye başlarsın, kendi sesinden iğrenirsin, düşüncelerine katlanamaz hale gelirsin. Yine zaman geçer bu kez daha bir ılımlısındır, En azından kendine karşı biraz daha hoşgörülü davranmaya başlarsın, daha bir adil olursun. Tüm suçun sana ait olmadığını anlarsın yeniden kendini sevmeye başlarsın. Kendi içinde yaşadığın kavgalar, çelişkiler sona erer. Dünya artık o sisli gri renginden kurtulur yeniden güneş açar, gökkuşağı çıkar belki de. Herkes daha güzel görünmeye başlar gözüne, dertlerinin aslında o kadar da kafayı takacak şeyler olmadığını anlarsın. Belki de harcanan zamana üzülürsün, yitip giden günler canını acıtır ama aşmışsındır. Bir aşkın ya da bir alışkanlığın mı demeliyim, sonuna gelmişsindir. Mutsuzlukla hatırlayacağın bir anı olmuştur geçmişe dönüp baktığında belki ama bittiğine üzülmek yerine yaşandığına sevinmelisin işte. Döktüğün gözyaşlarının anlamsızlığına sinirlenmek değil, duygusuz biri olmadığına en azından ağlayarak içinden atabildiğine mutlu olmalısın. Her şeyden önemlisi kendinle barışık olmalısın ve kendini sevmelisin. Yaptığın hiçbir şeyden pişmanlık duymamalısın. Ama biliyorsun işte, o orada, her zaman olmasa da zaman zaman, sana acı vermese de eskisi gibi içinde bir yerleri sızlatmaya devam ediyor, edecek. Öyle bir an gelecek ki istemediğin şeyler hatırlamak istemediğin kişiyi hatırlatacak sana. Tam aştığını, unuttuğunu sandığın anda eskisi gibi şiddetli olmasa da geri dönecek. Dediğim gibi, hüzünlü de olsa bir gülümsemeyle hatırlamalısın. Ya da unut gitsin, tabii yapabilirsen.
30 Kasım 2012 Cuma
Bir Liseli Dramı
Liseli olmak öyle pek de ilkokulda hayal edildiği gibi değilmiş. 2 yıldır profesyonel liseliyim ve bunu yeni anladım. 8. sınıftayken hep hayal ederdim, lisede şöyle bir ortamım olacak, ben böyle olacağım, derslerim çok iyi olacak ama inek de olmayacağım falan filan. Ama ilk hezimetimi ilk sınavlarda yaşadım. Güle oynaya girdiğim sınavda kalem kıpırdatamayınca anladım lisesinin öyle hayal ettiğim gibi bir yer olmadığını. Zaten ben de hayal ettiğim ben değildim. Hiçbir zaman saçları mükemmel görünen, havalı, ne bileyim olgun bir kız olamadım. Hem ben saçımı açık bırakamıyorum bile neyini hayal ettiysem. Belki annemin okula açık saçla gidilmez diyerek 1. sınıftan beri üzerimde baskı uygulamasının da etkisi olabilir tabii ama saçım açıkken ben ben değilmişim gibi hissediyorum yahu. Böyle bir anda bir olgunluk geliyor çöküyor üstüme. Gülmüyorum, eğlenmiyorum neden çünkü saçlarım toplu değil, neden çünkü ben bir manyağım. Ama bu sadece okul için geçerli. Neden çünkü ben okulda bir mazoşistim, saçlarını açık bırakamayan bir psikopatım ben. Ama saçımı bir toplayayım ayy sanki dünyalar benim oluyor, ergenlik döneminde o hep arayışında bulunduğumuz kimliğime kavuşuyorum, kendime geliyorum karnımdaki tenyalar bile halay çekmeye başlıyor. Bu yıl bile saçımı kestirirken hiç toplamayacağımı düşünmüştüm. Heyhat işte. Bir de ben o "lan bugün ne giysem okulda acaba" diyen kızlardan da olmadım pek. Akşamdan elime ne geçerse, neyim temizse giyip çıkıyorum evden. Her ne kadar beni olduğumdan mal ve şişman gösterse de en çok erkek kazaklarını giymeyi seviyorum. Ah onlar nasıl rahat nasııl. Hem istediğin kadar yiyebiliyorsun göbeğinin çıkma derdi yok. Yani göbeğin çıkıyor da kazağın bol olduğu için belli olmuyor, ne güzel. Tabii ben saçlarım toplu, üzerimde erkek kazağı, altımda pantolon okulda gezinirken oğlan çocuğu gibi görünüyorum o ayrı. Ama napıyım, maksat rahatlık. Hayır yani kime kendimi beğendireceğim ki, okulda bakacak bir tane bile çocuk yok. Öyle boş boş geziniyorum teneffüslerde. Bir de öyle bir okulda okuyorum ki, herkes herkes hakkında her şeyi biliyor. Spy School halt etmiş bizim lisenin yanında. İnsanlar gelmeden hakkındaki bilgiler geliyor okula. O ona, o ona derken herkes her şeyi öğreniyor haliyle. Böyle bir okulda istesen de sır tutamıyorsun. Tamam canım eğitimi güzel ona bir şey dediğimiz yok ama ortamı o kadar kötü ki, bazen okul değiştirmeyi hayal ediyorum itiraf etmek gerekirse. Tabii sadece itiraf ediyorum her ne kadar garip bir okul olsak da seviyorum okulumu yani öylece bırakıp gitmeyi götüm yemiyor. 1200 kişilik bir okulda tanımadığım tek tük kişi çıksa bile hemen onlar hakkında bilgi edinebiliyorum zaten. Aslında o kadar da kötü bir yer değil canım, kötüler olduğu gibi iyiler de var ama tabii biraz azınlıkta. En azından arkadaşlarımdan memnunum beni her türlü mallığımla sevebilen insanlar çünkü onlar. Belki ilkokul hayallerimdeki gibi bir ortamım ya da bir lise hayatım yok ama en azından sahip olabileceğimin en iyisine sahibim sanırım. Tabii her 9. sınıf öğrencisi gibi ben de geçtim o kafama göre arkadaş arama evresinden. Evet, birçok hata yaptım, bana uymayan davranışlarda bulundum, kendimle çeliştim birçok kez. Ama sanırım sonunda doğru insanları buldum ya da onlar beni buldu bilmiyorum. Kim ne derse desin insan en büyük acıları lise döneminde çekiyor ve en iyi dostlarını da bu dönemde kazanıyor. Çoğunlukla belli etmesem de arkadaşım dediğim herkesi seviyorum. Ve tabii bir de düşmanlar var. Kimseye açıkça düşmanlık ilan etmedim ya da kimse bana etmedi ya da ben öyle sanıyorum yine bilmiyorum. Ama asla olmaz dediğim veya sevmiyorum dediğim, uzak durmalıyım dediğim kişiler var tabii ki. Mümkün oldukça uzak durmaya çalışıyorum ama bir şekilde o göt kadar okulda bir araya geliyoruz tabii. Olabildiğince az sinirsel harapla atlatmaya çalışıyorum o anları. Arkadaşım değilsen düşmanımsındır benim. Bu fazla kesin oldu, düzeltiyorum arkadaşım değilsen veya tanışmadığımsan düşmanımsındır. Bu biraz daha mantıklı evet. Ne yazık ki böyle kesin kurallar var okulumuzda. Ben de isterdim tabii ki herkes beni sevsin, arkadaşım olsun ama benim herkesi sevmediğim gibi beni sevmeyenler de var. Hayır yani lokum gibi kızım neyimi sevmiyorlarsa, beni sevmeyen insanları anlamıyorum ısfghjsfdg. Megalomanlık yapmadan bitiremeyeceğim sanırım bu yazımı, neyse ben en iyisi fazla uzatmadan kaçayım. Liseli olmak zor.
27 Kasım 2012 Salı
Hot N Cold
Emre Aydın'ı ileri görüşlülüğünden ötürü çok büyük tebrik ediyorum şuan. Adam yazdan başladı soğuk soğuk odalar demeye. Aynen öyle durum, hangi odaya gitsem soğuk yahu. Bir tek tuvalet sıcak orada da fazla zaman geçiremiyorum malum. Daralıyorum diye atlet giymem, rahatsız oluyorum diye çorap giymem, üstümde tişört altımda eşofman sonra Eftal neden üşüyor? Ondan değil bende bir de kansızlık var pıtır pıtır üşüyorum vallahi. Soğuktan ellerim bir acıyor ki sorma. Klimayı da hiç açasım gelmiyor, kış geldi tribine girmek istemiyorum. Ama kendimi ne diye kandırıyorsam eşşekler gibi kasım ayındayız hatta kasım ayının sonundayız yahu. Evde süpermen gibi battaniyeyle dolaşıyorum, uçan adam sabri modunda. Bu sabah otobüs beklerken resmen o akvaryumdaki buz şeysi var ya hani hah oradaki buzdan heykellere döndüm. Converse + çorap varken ayak parmaklarım bile dondu. Ellerim de bir üşüdü ki sorma, acısından mesaj bile yazamıyorum. Tanrı vergisi ultra minik parmaklarım olduğu için eldivenler çok şekilsiz hatta bildiğin iğrenç görünüyor ellerimde, takamıyordum da. İyi ki atkı takmışım valla, bere kaşındırıyor diye bere de takmıyorum ama canım kulaklıklarım benim, kulaklarımı çok güzel sıcak tutuyorlar, buradan kokulu kokulu öpüyorum onları. Kış mevsimini sevme nedenim herhalde mont+bot+atkı yapmak ve bir de doğum günüm olması :D Ama bu yıl 21 aralık davasından mıdır nedir doğum günümle ilgili kötü bir his var içimde. Dilediğim gibi geçmeyecek. Neyse canım moral bozmaya lüzum yok. Soğuk ve kapalı havalardan hiç hoşlanmıyorum ya da kapalı havalardan hoşlanmıyorum mu demeliyim, bilemedim. Ruh halim berbat, enerjim düşmüş, sadece esnemek ve uyumak istiyorum. Böyle çevremdeki her şeyden sıkılıyorum, geriliyorum, boş boş bakıyorum falan. Okulda her gün aynı şeyleri yapmak o kadar baydı ki, hadi diyorum bu öğlen dışarı çıkmayayım, ama içeride de ayrı sıkılıyorum. Aç olmadığım halde yemek yiyorum sırf zaman geçsin, sıkıntım dinsin diye ve biliyorum açken daha depresif biri olduğumu habire yiyorum ben de. Tam dedim ben en az bir 56 kilo olmuşuımdur ufuuu, ama bugün teyzemlerde tartıldım vee hala 53 kiloyum sayın seyirciler. Evet 54'e dayanmış bir 53 yani 53,8 ama sonuçta tartıda 54 değil 53 yazıyor bir kere. Durup durup da aklıma Perşembe günkü veli toplantısı geliyor, hayır sevgili sınıf öğretmenimiz neden bildiğim kadarıyla sadece benim babama mesaj atmış ki? Tamam babam gelmiycek çünkü söylemedim dedim, tamam o da evinize gelirim yine de konuşurum dedi. Ben de kapıyı açmam ki dedim. İş inada mı bindi nedir? Neyse zaten salak Eftal her zamanki gibi neyi söylemeyecekse ağzından kaçırdığı için babam perşembe günkü veli toplantısına geliyor, tanrıya şükür ki babam geliyor ya annem gelseydi, düşünmek bile istemiyorum. Sözün özü; soğuk soğuk odalar yoksun neye yarar örtünsem kat kat yorganlar amaaaaan.
25 Kasım 2012 Pazar
Yıkarlar değil Yıkarlar
Bazen tam bir deniz kızı Eftalya oluyorum. Sanki yarım saat önce banyoya girmeye üşenen, kokuşuk kokuşuk oturan ben değilmişim gibi bir girdim mi bir daha öldür allah çıkmıyorum sudan yahu. Tabii sonrası elektrik + su faturasının gözüme gözüme sokulması. Ben ki yazları gölgeli şezlongumda mıyıl mıyıl uzanmış, yavşak yavşak bakınırken, sıcaktan bunalıp 8 kilo ter atarken üşengeçliğimi yenip denize bir giriyorum ufuuuu sonrası mukdeşem. Bebeler gibi sığ suda cıbıl cıbıl oynamak mı dersin, dalıp sonra yosunlardan korkup hızla su yüzüne çıkmak mı dersin, kendi kendimle yarış yapıp en uzağa en hızlı kim gidecek şizofrenliği mi dersin, sonra efendicağızıma söyleyeyim suyun içinde fok balığı gibi taklalar atmak mı istersin, ne ararsan bende mevcut. Mesela bu yaz Marmaristeyken hepsini birer birer yaptım. Yalnız yüzmek her ne kadar hüzün verici olsa da bir süre sonra alışıp bu nimetten faydalanmadım da değil. İstediğimde girip istediğimde çıkmak, istediğim kadar uzağa gitmek, canım mı sıkıldı hoop çıplak ayaklarla etrafta bir tur atmak, turist amca ve teyzelerle karşılıklı gülümseşmek ne biliyim el sallaşmak falan, güzel şeylerdi bunlar. Hala Marmaris tatilinin izlerini taşıyorum, bikini izlerim duruyor hala, biraz solmuş yer yer yok olmuş ama olsun hala orada, hala benimle. Banyodan çıkıp nerelere geldim yahu. Amma tatilin faydalarından hazır söz açılmışken es geçmek de olmaz tabii ki. Düşünsenize bir kere yoklama derdi yok, sabah erken kalk derdi yok. Tek kötü yanı okul zamanları benim dışımda bir etkenle toplanan yatağımı ben toplamak zorunda kalıyorum ama o kadar kusur kadı kızında da var canım. Sınavlara hazırlan, derslerde uyumamaya çalış, defterleri tamamlayacağım diye uğraş derdi de yok. Neredeyse 10,5 yıllık öğrencilik hayatımda ilkokuldan beri (6. sınıf olabilir) hiçbir zaman defterim tam olmadı. Hele liseye geçince bırak tamamlamayı defter taşımaz oldum. Nerede o eski günü gününe ders çalışan (annemin katkıları büyük), derslere katılan, öğretmenini can kulağıyla dinleyen, en önün değişmez sahibi Eftal, nerede şimdi ki derslere uyumak için giren, dersi sadece ilk ve son 5 dakikada dinleyen, hayaller kuran, yatan, ders çalışmamak için harcadığı çabayı ders çalışmak için harcasa 2 yılda hem üniversiteyi hem de liseyi bitirecek olan Eftal. Şimdi düşünüyorum da çocukken susuz yemişler bizi. Oku öğretmen/doktor/polis/mühendis ol, paranı kazan, kendi evinde mutlu mutlu yaşa diyerek. Büyüdükçe hayatın gerçeklerini daha bir hissediyor, daha bir fark ediyor insan. Hatırlıyorum küçükken ben abim asker diye askeri hemşire olmak isterdim, sonra geçen gün bir tanıdığımız geldi beni en son 5. ya da 6. sınıfta görmüş olacak bana sen en son astronot olmak istiyordun dedi, zaman geçtikçe ben önce ingilizce öğretmenliğini, doktorluğu, avukatlığı, genel müdürlüğü, gazeteciliği, köşe yazarlığını en son da turizm rehberliğini düşündüm. Yani büyüdükçe ideallerim daha kolay ulaşacağım şeylere dönüştü. Hatta bir ara gökbilimci olmak istiyordum, gökyüzüne takmıştım kafayı, salak salak kitaplar, kasetler, belgeseller falan izliyordum. Arkeolog bile olmak istedim yahu. Şimdi bir de şu halime bak. Lisedeyim, dilciyim, geleceğe dair tek planın İngiliz Dili ve Edebiyatı okur sonra da rehberlik lisansı alırım, sonrası allaha kalmış. Hee Eftal yaparsın sen merak etme. Oğlum nereye yapıyon lan, millet o kadar çalışıyor, didiniyor. Peheeeyy. Ben bu gidişle üniversite mezunu bir işsiz olmazsam furun beni. Düşünüyorum da bir kafe açsam, böyle hem restaurant hem pastacı kıvamında. 2 katlı hoş bir mekan. Kendi işimin patronu, garsonu, temizliçisi olsam. Rehberlikten de soğumamın nedeni sadece tek bir bölgenin rehberi olma olayı. Ben ki dünyayı gezmek istiyordum. Şimdi git bakkala ekmek al desen yapmam valla. Düşünsene rehber olmuşum aynı zamanda bir gazetede gezi yazıları falan yazıyorum. Ay yok anacım o da sıkar beni. Böyle konulu bir şey oldu mu senden bir şey yapman beklendi mi yapamıyorum ben, içimden gelmeli. Nah böyle blogta yazar gibi yazarsam oh ne ala. PuCCa gibi bi' şey oluyormuşum. Ama bende onun hayatı ne gezer. Neyse ya daha 15 yaşındayım uzun boylu düşünmek için çok erken. De keşke en azından ne olmak istediğimi bilseydim. Aaaa bak yine karıştı ben ne diyordum, hah su. En büyük zevklerimden biri banyodan çıkıp kafamda havlu, üstümde bornoz öyle malak malak oturmak. Şuan bile kafamda havlu var işte. Eheheheh. Ben ki yaz kış sıcak suyla yıkanan insanım, hiç bana göre değil öyle soğuk suyla yıkanmak o ne öyle horon tepiyormuş gibi. O sıcak suyun verdiği mayışmayı, rahatlamayı, masaj etkisini ne verebilir ki başka. Ucuz spa. Bornozla oturma rekorum 2,5 saat. Onda da terleyip çıkartmıştım yoksa ben öyle devam edebilirdim. Banyo yapmak güzel şey, insan temizken özgüveni daha bi sağlam oluyor ha bir de o kokulu duş jellerinin hastasıyım.
21 Kasım 2012 Çarşamba
2. bölüm
o konuşmayı izleyen günlerde içinde hep bir sıkıntıyla dolaştı sam. korkak biri değildi fakat babasının bu sözleri onda çok büyük bir etki yaratmıştı. dalgın dalgın yine bu konu üzerinde düşünerek okula giderken birdenbire bir şey ona çarptı. "aman tanrım, çok üzgünüm, iyi misiniz?" neye uğradığını şaşırmıştı sam, düştüğü yerden yavaşça doğrulmaya çalışırken bir el ona yardım için uzandı. biraz çekinerek de olsa o eli tuttu sam ve ayağa kalkabildi. elin sahibi şimdi sam'i bırakmış, eşyalarını topluyordu. bütün kitaplarını temizleyip ona geri verdi ve "gerçekten çok özür dilerim, iyi misin?" dedi. sam o ana kadar tamamen kendisi üzerinde olan ilgisini sesin ve elin sahibine çevirdi. karşısında o kadar yakışıklı biri duruyordu ki onun gerçek olduğuna inanamadı bir an. sam'e bakarak o kadar güzel gülümsüyordu ki. sam bir cevap vermediğini hatırlayarak "iyiyim, önemli değil" dedi. sesin, elin ve o mükemmel gülümsemenin sahibi elini tekrar uzattı sam'e ve "iyi olduğuna sevindim, ben elton" dedi. sam de kendisine 2. defa uzatılan bu eli 2. defa tutarak "ben de sam, teşekkürler."dedi. elton "ben buralarda yeniyim, sanırım sen de kornapya lisesindesin." dedi. sam elton'a dönerek "evet, istersen sana yardımcı olabilirim" dedi. elton da bu nazik teklifi kabul etti. okula sadece birkaç blok kalmıştı. beraber yürümeye başladılar bir süre sonra sessizliği elton sam'e okul hakkında sorular sorarak bozdu. sam de elinden geldiğince bu sorulara cevap verdi. ne yazık ki bu büyülü anlar okula girişle birlikte bozuldu. sam'in yanında böylesine yakışıklı birinin nasıl olup da olduğuna inanamayan okulun popüler kesimi girişe hücum etti. sam de elton'a hüzünlü bir bakış atarak hızlıca sınıfa koştu ve sırasına yerleşti. pencere kenarındaydı sırası ve elton'ın bu ani ilgiden ne kadar hoşlandığını açıkça görebiliyordu. ara sıra etrafına bakınsa da dikkati tümüyle blairda idi. siyah uzun dalgalı saçları, beyaz teni, yeşil gözleri ve uzun bacaklarıyla blair birçok erkeğin ilgisini çekerdi zaten. ona dikkat etmeyen sayılı erkekler de okulda bir azınlık oluşturan eşcinsel grubundaydı. berbat birer 4 ders geçirdikten sonra nihayet öğle yemeği zili çaldı. tüm kornapya lisesi bir anda yemekhaneye saldırdı. sam bu kalabalıkta düşmemek, sürüklenmemek ve ezilmemek için olağanüstü bir çaba harcadıktan sonra nihayet yemek tepsisiyle birlikte oturacak bir yer aramaya başlamıştı. oturabileceği her yer dolmuş, oturamayacağı bir çok yer ise boştu. tanrı aşkına hangi aklı başında popüler biri onu masasına davet edebilirdi ki. kimsenin bunu yapmayacağı sam yanlarından geçerken boş sandalyelere çanta, ceket vs koymalarından belliydi zaten. sam tam dışarı çıkmayı düşünürken birden birinin ona seslendiğini duydu ama umursamadı. sonuçta sam bilindik bir isimdi, bu okuldan ondan başka samler de olabilirdi. fakat bu ısrarlı sesleniş bitmeyince dönüp arkasına baktı ve elton'ın ona seslendiğini gördü. bir an o kadar şaşırdı ki şaşkınlıktan neredeyse yemek tepsisini düşürüyordu ve bu 17 kornip bayıldığı yemek tepsisine asla yapamayacağı bir şeydi. tabii akşama kadar açlıktan ölmek istemiyorsa. elton seslenmeyi bırakmış, yanına geliyordu. ne yapacağı, ne diyeceğini şaşırdı sam. elton yanına gelip "dakikalardır sana sesleniyordum sam, benim masam boş oraya gelebilirsin" dedi. aynı anda ikisi de dönüp elton'ın bahsettiği masaya baktılar ve o masanın tamamen kızlarla çevrili olduğunu fark ettiler. bunun üzerine sam" hiç gerek yok ben bahçede yemek istiyordum zaten" dedi ve arkasını döndü. elton sam'i kolundan tutarak kendine çekti ve "lütfen biraz bekler misin?"dedi, koşarak masaya gitti. tepsisini alıp sam'in yanına geldi ve "o halde gidelim hadi." dedi. sam şaşkınlıktan artık küçük dilini yutmak üzereydi. bahçede boş bir bank bulup yerleştiler ve derse giriş zili çalana dek birbirlerine her şeyi anlattılar. sam okuldan eve dönerken bugünün mükemmel bir gün olduğunu düşünüyordu, tam eve adımını attığı sırada aklına daha önce takılmadığı bir ayrıntı geldi, küçücük ama bir o kadar da önemli bir ayrıntı. neden elton sürekli sam'den gözlerini kaçırıyordu?
o konuşmayı izleyen günlerde içinde hep bir sıkıntıyla dolaştı sam. korkak biri değildi fakat babasının bu sözleri onda çok büyük bir etki yaratmıştı. dalgın dalgın yine bu konu üzerinde düşünerek okula giderken birdenbire bir şey ona çarptı. "aman tanrım, çok üzgünüm, iyi misiniz?" neye uğradığını şaşırmıştı sam, düştüğü yerden yavaşça doğrulmaya çalışırken bir el ona yardım için uzandı. biraz çekinerek de olsa o eli tuttu sam ve ayağa kalkabildi. elin sahibi şimdi sam'i bırakmış, eşyalarını topluyordu. bütün kitaplarını temizleyip ona geri verdi ve "gerçekten çok özür dilerim, iyi misin?" dedi. sam o ana kadar tamamen kendisi üzerinde olan ilgisini sesin ve elin sahibine çevirdi. karşısında o kadar yakışıklı biri duruyordu ki onun gerçek olduğuna inanamadı bir an. sam'e bakarak o kadar güzel gülümsüyordu ki. sam bir cevap vermediğini hatırlayarak "iyiyim, önemli değil" dedi. sesin, elin ve o mükemmel gülümsemenin sahibi elini tekrar uzattı sam'e ve "iyi olduğuna sevindim, ben elton" dedi. sam de kendisine 2. defa uzatılan bu eli 2. defa tutarak "ben de sam, teşekkürler."dedi. elton "ben buralarda yeniyim, sanırım sen de kornapya lisesindesin." dedi. sam elton'a dönerek "evet, istersen sana yardımcı olabilirim" dedi. elton da bu nazik teklifi kabul etti. okula sadece birkaç blok kalmıştı. beraber yürümeye başladılar bir süre sonra sessizliği elton sam'e okul hakkında sorular sorarak bozdu. sam de elinden geldiğince bu sorulara cevap verdi. ne yazık ki bu büyülü anlar okula girişle birlikte bozuldu. sam'in yanında böylesine yakışıklı birinin nasıl olup da olduğuna inanamayan okulun popüler kesimi girişe hücum etti. sam de elton'a hüzünlü bir bakış atarak hızlıca sınıfa koştu ve sırasına yerleşti. pencere kenarındaydı sırası ve elton'ın bu ani ilgiden ne kadar hoşlandığını açıkça görebiliyordu. ara sıra etrafına bakınsa da dikkati tümüyle blairda idi. siyah uzun dalgalı saçları, beyaz teni, yeşil gözleri ve uzun bacaklarıyla blair birçok erkeğin ilgisini çekerdi zaten. ona dikkat etmeyen sayılı erkekler de okulda bir azınlık oluşturan eşcinsel grubundaydı. berbat birer 4 ders geçirdikten sonra nihayet öğle yemeği zili çaldı. tüm kornapya lisesi bir anda yemekhaneye saldırdı. sam bu kalabalıkta düşmemek, sürüklenmemek ve ezilmemek için olağanüstü bir çaba harcadıktan sonra nihayet yemek tepsisiyle birlikte oturacak bir yer aramaya başlamıştı. oturabileceği her yer dolmuş, oturamayacağı bir çok yer ise boştu. tanrı aşkına hangi aklı başında popüler biri onu masasına davet edebilirdi ki. kimsenin bunu yapmayacağı sam yanlarından geçerken boş sandalyelere çanta, ceket vs koymalarından belliydi zaten. sam tam dışarı çıkmayı düşünürken birden birinin ona seslendiğini duydu ama umursamadı. sonuçta sam bilindik bir isimdi, bu okuldan ondan başka samler de olabilirdi. fakat bu ısrarlı sesleniş bitmeyince dönüp arkasına baktı ve elton'ın ona seslendiğini gördü. bir an o kadar şaşırdı ki şaşkınlıktan neredeyse yemek tepsisini düşürüyordu ve bu 17 kornip bayıldığı yemek tepsisine asla yapamayacağı bir şeydi. tabii akşama kadar açlıktan ölmek istemiyorsa. elton seslenmeyi bırakmış, yanına geliyordu. ne yapacağı, ne diyeceğini şaşırdı sam. elton yanına gelip "dakikalardır sana sesleniyordum sam, benim masam boş oraya gelebilirsin" dedi. aynı anda ikisi de dönüp elton'ın bahsettiği masaya baktılar ve o masanın tamamen kızlarla çevrili olduğunu fark ettiler. bunun üzerine sam" hiç gerek yok ben bahçede yemek istiyordum zaten" dedi ve arkasını döndü. elton sam'i kolundan tutarak kendine çekti ve "lütfen biraz bekler misin?"dedi, koşarak masaya gitti. tepsisini alıp sam'in yanına geldi ve "o halde gidelim hadi." dedi. sam şaşkınlıktan artık küçük dilini yutmak üzereydi. bahçede boş bir bank bulup yerleştiler ve derse giriş zili çalana dek birbirlerine her şeyi anlattılar. sam okuldan eve dönerken bugünün mükemmel bir gün olduğunu düşünüyordu, tam eve adımını attığı sırada aklına daha önce takılmadığı bir ayrıntı geldi, küçücük ama bir o kadar da önemli bir ayrıntı. neden elton sürekli sam'den gözlerini kaçırıyordu?
19 Kasım 2012 Pazartesi
peki ya sonra?
1. bölüm
çamurlu bir kornapya öğleden sonrasıydı, elinde bir somun ekmek ile ilerliyordu sam. ekmek annesi içindi zira annesi pek severdi ekmeği. okul çıkışı sokağın köşesindeki fırından almıştı ekmeği, daha yeni çıkmıştı fırından, sıcacıktı. dayanamadı kopardı bir köşesinden. ekmeğin o mis kokusuyla doldurdu ciğerlerini. bir ısırık aldı daha sonra. sonra bir tane daha. o da çok severdi kornapya ekmeğini. bir çok yönünden annesine benzerdi zaten. yeşil saçları, siyah gözleri, alt dudağına oranla biraz fazlaca ince olan üst dudağı ve düzgün burnu birer kopyasıydı annesinin. uzun kirpikleriyse babasından ona geçen tek şeydi fiziksel olarak. bazen keşke ablam gibi olsaydım diye düşünürdü. çok güzeldi ablası. dolgun dudakları, yeşil gözleri, bal rengi saçları vardı. bir gören döner bir daha bakardı kornapya sokaklarında yürürken ona. çok talibi vardı ya, eşcinseldi ablası. sam bayılırdı ona sevgililik teklif eden erkeklere ama ablası bayılmazdı işte. çok sevdiği bir sevgilisi vardı, uzun zaman saklamışlardı ilişkilerini ama sonunda isyan etmişlerdi işte. lilydi ablasının adı, jesmie de sevgilisi. o kadar iyi anlaşırlardı ki aynı zamanda en yakınlarıydılar birbirlerinin. sam hep kıskanırdı onları. hep onlarınki kadar iyi bir ilişkisi olsun isterdi. ama o yalnız bir çocuktu. bir türlü sevememişti yaşıtlarını, yaşıtları da onu. farklılıklarıyla dalga geçerlerdi hep. yaşıtları neyde iyiyse kötüydü sam, neyde kötüyse en iyisiydi. bu yüzden sevilmiyordu işte. 22. yüzyıl kornapyasında henüz oturmamıştı hoşgörü kavramı. bilmiyorlardı henüz farklılıklarla dalga geçilmenin ne kötü bir durum olduğunu. böyle bir hayatı vardı işte samin. marangoz çırağıydı okul çıkışı. hafta sonları ise bir pastanede çalışırdı. çalışmayı severdi o, yeni yerler görmeyi, yeni insanlar tanımayı. ama en çok da kemanını severdi. eline ne zaman alsa kemanını mutlaka dinletirdi. sanki kemanla tek vücut olur, onu çalmaz onu yaşardı. hayalperest biriydi ya, en büyük hayali kemanıyla dünyayı dolaşmaktı. eğer bir arkadaşı varsa, kemanı onun en yakın arkadaşıydı. 15 yaşında biri için kolay bir hayat yaşıyordu. her şeyin biranda ters yüz olması beklenmedik bir durumdu. ama o durum gerçekleşti. bir gün babası eve geldiğinde yüzü asıktı, bu alışılmadık bir durumdu çünkü hep gülerdi babası. akşam yemeğine dek odasına kapandı ancak akşam yemeği vaktinde çıktı odasından. yemek masasındaydı tüm aile, bekliyorlardı onu. ciddi bir yüzle oturdu sandalyesine ve tok bir sesle başladı konuşmaya." size vereceğim bu haber sevgili ailem, bundan sonraki yaşantımızı yakından ilgilendiriyor. uzun süredir içinde bulunduğumuz bu karmaşık durum sonunda bir sonuca bağladı. kornapya, evimiz, artık işgal altında. hepiniz haberlerde çıkan o uzay araçlarını hatırlarsınız. beklenen düşman havadan değil yer altından geldi ne yazık ki. hangi türe ait oldukları bilinmiyor fakat kardeksler adı verilen bu tür, tam bir insan düşmanı. insanlar gibi yürüyüp, koşabiliyor, konuşup, düşünebiliyorlar. ancak insan değiller. ayırt edebilmek çok güç, tek fark göz bebekleri. dikkatli baktığında göz bebeklerine kendi yansımanı göremiyorsun. hepinizi uyarıyorum. kendinize dikkat edin. hayat bundan sonra dilediğimiz kadar kolay olmayabilir."
çamurlu bir kornapya öğleden sonrasıydı, elinde bir somun ekmek ile ilerliyordu sam. ekmek annesi içindi zira annesi pek severdi ekmeği. okul çıkışı sokağın köşesindeki fırından almıştı ekmeği, daha yeni çıkmıştı fırından, sıcacıktı. dayanamadı kopardı bir köşesinden. ekmeğin o mis kokusuyla doldurdu ciğerlerini. bir ısırık aldı daha sonra. sonra bir tane daha. o da çok severdi kornapya ekmeğini. bir çok yönünden annesine benzerdi zaten. yeşil saçları, siyah gözleri, alt dudağına oranla biraz fazlaca ince olan üst dudağı ve düzgün burnu birer kopyasıydı annesinin. uzun kirpikleriyse babasından ona geçen tek şeydi fiziksel olarak. bazen keşke ablam gibi olsaydım diye düşünürdü. çok güzeldi ablası. dolgun dudakları, yeşil gözleri, bal rengi saçları vardı. bir gören döner bir daha bakardı kornapya sokaklarında yürürken ona. çok talibi vardı ya, eşcinseldi ablası. sam bayılırdı ona sevgililik teklif eden erkeklere ama ablası bayılmazdı işte. çok sevdiği bir sevgilisi vardı, uzun zaman saklamışlardı ilişkilerini ama sonunda isyan etmişlerdi işte. lilydi ablasının adı, jesmie de sevgilisi. o kadar iyi anlaşırlardı ki aynı zamanda en yakınlarıydılar birbirlerinin. sam hep kıskanırdı onları. hep onlarınki kadar iyi bir ilişkisi olsun isterdi. ama o yalnız bir çocuktu. bir türlü sevememişti yaşıtlarını, yaşıtları da onu. farklılıklarıyla dalga geçerlerdi hep. yaşıtları neyde iyiyse kötüydü sam, neyde kötüyse en iyisiydi. bu yüzden sevilmiyordu işte. 22. yüzyıl kornapyasında henüz oturmamıştı hoşgörü kavramı. bilmiyorlardı henüz farklılıklarla dalga geçilmenin ne kötü bir durum olduğunu. böyle bir hayatı vardı işte samin. marangoz çırağıydı okul çıkışı. hafta sonları ise bir pastanede çalışırdı. çalışmayı severdi o, yeni yerler görmeyi, yeni insanlar tanımayı. ama en çok da kemanını severdi. eline ne zaman alsa kemanını mutlaka dinletirdi. sanki kemanla tek vücut olur, onu çalmaz onu yaşardı. hayalperest biriydi ya, en büyük hayali kemanıyla dünyayı dolaşmaktı. eğer bir arkadaşı varsa, kemanı onun en yakın arkadaşıydı. 15 yaşında biri için kolay bir hayat yaşıyordu. her şeyin biranda ters yüz olması beklenmedik bir durumdu. ama o durum gerçekleşti. bir gün babası eve geldiğinde yüzü asıktı, bu alışılmadık bir durumdu çünkü hep gülerdi babası. akşam yemeğine dek odasına kapandı ancak akşam yemeği vaktinde çıktı odasından. yemek masasındaydı tüm aile, bekliyorlardı onu. ciddi bir yüzle oturdu sandalyesine ve tok bir sesle başladı konuşmaya." size vereceğim bu haber sevgili ailem, bundan sonraki yaşantımızı yakından ilgilendiriyor. uzun süredir içinde bulunduğumuz bu karmaşık durum sonunda bir sonuca bağladı. kornapya, evimiz, artık işgal altında. hepiniz haberlerde çıkan o uzay araçlarını hatırlarsınız. beklenen düşman havadan değil yer altından geldi ne yazık ki. hangi türe ait oldukları bilinmiyor fakat kardeksler adı verilen bu tür, tam bir insan düşmanı. insanlar gibi yürüyüp, koşabiliyor, konuşup, düşünebiliyorlar. ancak insan değiller. ayırt edebilmek çok güç, tek fark göz bebekleri. dikkatli baktığında göz bebeklerine kendi yansımanı göremiyorsun. hepinizi uyarıyorum. kendinize dikkat edin. hayat bundan sonra dilediğimiz kadar kolay olmayabilir."
tanışma merasimi
ben o "tanısan aslında çok seversin" insanlarındanım. tanımadan sevemezsin beni. nefret edersin hatta. ortam yoktur benim, ya severek soğuturum seni kendimden ya da hiç sevmem yine de soğursun benden. çok kolay sevdiririm bi o kadar da kolay soğuturum seni kendimden. baştan söylüyorum bak sonra demedi deme. dürüstlük işte, 2. blogum bu benim. hafif manyak olduğum için olayları öyle bi yaşamışım, öyle bi yazmışım ki ben bile soğudum o blogtan. ammaa bunlar ciddi olaylar gelelim biz seninle burda ne bok yiyeceğimize. ya da benim ne bok yiyeceğime. okul, ev, ergenlik derken bunalan, kafayı yiyen iç dünyamı sunuyorum herkese. al bi de sen vur düşene bir tekme. beni sıkça kafamda bir havluyla oturmuş yazarken görebilirsin, çünkü hayatta en çok üşendiğim şeydir saçımı kurutmak. sonra da vay efendim neden kıvırcık oldu saçım... yazmaya tweet atmakla başladım her ergen gibi sonra da 140 karakter yetmedi saçmalamama. millet beni susturdukça ben de yazar oldum. küçükken şiir yazardım, çok da beğenilirdi. büyüdükçe evrim geçirdim şiir yazamaz oldum, duygular ve yoğunlukları değişti. ciddi yazamam öyle kompozisyon falan ama denemelerim de olur. kitap okumayı çok severim ama okumam öyle sık sık. bi dönem o kadar çok okudum ki her türden, farklı bir kitap bile olsa aynılaşıyor zamanla. devrik cümlelerin kraliçesi, yüklemsiz cümlelerin prensesi, anlamsız sözcüklerin efendisiyim. bir dizüstü edebiyatı değil benim olayım, edebiyat yapmam ders olarak da sevmem zaten. dil öğrencisi olduğumdan zaman zaman ingilizce de saçmalarım. kafam hep karışıktır benim. yüzüme bakan güler nedense. nefret edenim de çoktur, sevenim de, sever gibi gözükenim de. her şeyden önce kendimi severim ben. kendim için yaparım ne yaparsam. yay burcuyum, keşke demek büyük zayıflıktır bana göre. dibine kadar yaşamayı severim. kafamı dağıtırım, olayları sapıtmam. içkiye, sigaraya vb madde bağımlılığına karşıyım. insanların tercihlerinin yargılanmasına da. hiç tanımadığım birini sonuna kadar savunur sonunda kötü olan ben olurum. anlık sinirlenirim işte. ağlamaktan da nefret ederim. çakma bir pollyannayım. çok isterdim Adile Naşit'in masallarıyla büyümeyi, olmadı yetişemedik o güzelliğe. benden sonraki nesle ne bırakacağımı düşünürüm bazen. alın torunlarım okuyun yazılarımı tabii beni alacak bir koca bulabilirsem. ben de herkes gibiyim aslında. içinizden biriyim. kelimelerle oynamayı seven yanınızım. bazen saçma bazen de "oha amk ne kadar doğru" diyeceğin sözlerin sahibiyim. öylesine bir çatlağım işte. ordinary bir insan budalası.