ben ters adamım hayri.
sinirli adamım.
3 bilinmeyenli denklemdeki tek değişkenim hayri.
ben ters adamım.
bende öyle bir sinir var ki,
ses duydum mu geriliyor.
yalnız kalmak isteğindeysem eğer
biri benimle konuştu mu delleniyorum hayri.
mesela, şu açık kalan kapı.
beynimi tırmalıyor.
ben ters adamım hayri.
sağım solum belli olmaz öyle.
yapmam derim yaparım.
gülerken ağlarım.
güzelim akşam
-mış.
güzel akşamlar yokmuş hayri.
akşamı güzelleştirenler varmış
o da bizde yokmuş.
birbirine uymayan 4 kişiyi almışlar
aile diye dört duvara kapatmışlar.
biri gitmiş.
biri kalmış.
kıyamet bundan kopmuş.
ben ters adamım hayri.
görünmez olmak isterim çoğu zaman.
görünmek de isterim bazen.
çok az zaman.
yok olmak isterim.
moleküllerime ayrılmak isterim.
en çok da ben düşünürken
dünya sussun isterim.
ben bencil adamım hayri.
ters adamım.
şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?
şimdi biz neyiz biliyor musun?
yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.
iç çekişlerimde ne var biliyor musun?
atamadığım çığlıklarım var.
yağmur.
dilerdim ki bu deli yağmur yağmasaydı.
neden tüm yağmurlu dizeler birlikte ıslanmak üzerine?
"bir yağmur yağsa da beraber ıslansak"
"yağmurlar başlamak üzere niye böyle geç kaldın"
gök gürültüsü.
şimşekler.
hava nasıl dayanıksız!
"önce fikrin düşer boğar gecemi sorulara
hiç mi gelmez içinden huzur ne gerek var bu kavgalara"
okunan her satır
yazılan her dize
her biri suskun fakat
bağımlıdır ikimize
bir yalnızım bu akşam.
hatırlamak güzel şeymiş seni
unutmaktır asıl acı veren
ne demiş sokrates
"bir insanın onsuz yapabileceği ne çok şey var"
o insan kim?
o kim?
kim?
nerede?
ne zaman?
bu şarkıyı çok seviyorum ya.
çünkü
biz daha normalken
daha gençken
yeni tanışıyorken
benim moralimin bozuk olduğu bir gün
yılmaz bu şarkıyı göndermişti bana
ve
"hadi anlat derdin ne" demişti
tabii kelime kelime yanlış hatırlamıyorsam
sonra ben ağlamıştım
çünkü
ilk kez
bana
bu kadar samimi bir şekilde
ilgi göstermişti
ya da ben öyle algılamıştım
ve
aşık oldum
o karşılıklı ve normal konuşabildiğimiz
benim henüz saçmalamaya başlamadığım dönemde
böyle çok şarkı alışverişi olmuştu
hatta bir ara abim ve eşi de yanımdaydı mesajlaşırken
80lerden şuan hatırlamadığım bir şarkı göndermişti
yine bir kriz sonrasıydı galiba
seçkin abla şarkıyı görünce yılmaz gözünde level atlamıştı
bana da sen de bunu gönder diyerekten mercedes benz'i söylemişti
o dönem janis joplin dinlemiyordum
tanımıyordum bile
o sesine hasta olduğum kadın o ara yabancıydı
her neyse
ben şarkıyı söyleyince şaşırmıştı yılmaz
itiraf işte, bilmiyordum bile
çok kısıtlı bir müzik zevkim vardı
ve yılmaz simple plan'i sevmemişti
astronaut'u dinlemesine rağmen hem de
ilginç
sık dinlemiyorum şu ara ama hala severim
arada türk sanat müziği gönderirdi
müzeyyen senar, zeki müren, semiramis pekkan....
babam duydukça gelirdi beraber dinlerdik
o bile şaşırırdı
hatta bi ara sormuştu hayırdır sen böyle kaliteli şarkılar dinlemezdin diye
ben de yılmaz'ı anlatmıştım
şaşırmıştı
gülmüştü
sonra da takılmadı
yaşasın bağzı babalar
bana ilk ve sanırım tek dokunuşunu da hatırlıyorum
bloktan içeri girerken omzumu sıkmıştı ve
"senin omuzların gerçekten genişmiş"
demişti
bu da ayrı bir konuydu
çok şikayet etmiştim ona omuzlarımı
ben sık sık trip atardım ona galiba
bir ara naber dediğimde cevap vermemişti
sinirlenip gitmiştim
arkamdan bağırmıştı
okumam için bana ilk temel eserimi veren oydu
babalar ve oğullar'ı vermişti
sıkılıp okumadığımı anlamıştı bi de
zar zor okumuştum o kitabı
geri vermek için de teneffüs bitene kadar basketbol oynamayı bitirmesini beklemiştim
o gün de saçım böyle örülüydü
en azından bi kısmı
bankta otururken yanıma gelip oturmuştu
farklı çoraplar giymişti
marjinal şey
lord of the rings vs harry potter çatışması yapıyorduk
harry potter'da ısrarcıydım
ilk kez rimel sürdüğümde onu görmüştüm ve
farklı bir şey var mı diye sormuştum
benim için çok büyük bir değişimdi
kızlar fark eder
erkek, etmedi
komikti
arkadaşlarla otururken gelmişti
tiyatro muhabbeti yapmışlardı
sıkılmıştım
katılmamıştım
fark etmişti
maşenka'yı okuyordum sonra
ağırdı, sürükleyici değildi
canım sıkıldıkça onu arardım
yine aramıştım
maşenka hakkında aslında var olmayan ipuçları verdi
sırf okumam için
merak ettirdi
20-25 dakika boyunca ben konuşurdum
o da arada bir dinlerdi
ne söylediğimi hatırlamazdım bile telefonu kapattığımda
bir ara pink floyd dövmesi yaptıracağım demişti
hani şu meşhur ışığın kırılması
biliyor musun demişti
o kadar cahil değilim herhalde
sırf konuşmayı uzatmak için saçmalar dururdum
buna katlanırdı
kaç kere rezil olup
kaç kere özür diledim
yüz yüzeyken çok utanırdım
bu yüzden daha da çok saçmalardım
hava durumuna bakmaya üşenip ona soruyordum
havalar yeni soğumaya başlamıştı
ve her şey de benim ona
"saçlarına dokunabilir miyim?"
dememle başlamıştı
şuan playlistim janis joplin, led zeppelin, pink floyd, rolling stones gibi isimlerle dolu
babalar ve oğulları bir kez daha okudum
hiç sıkılmadan
maşenka en sevdiklerimden
yazdıklarını, söylediklerini, yaptıklarını hatırlıyorum
daha doğrusu unutamıyorum
aynı anda olmasa da
her şeyi hatırlıyorum
aklımdan çıkaramıyorum
ve hala
vazgeçmem bekleniyor
benden geçse de
aklımdan geçmiyor
kalbimden geçmiyor
geçemiyor.
yet her.
okuldan bunaldım.
dershaneden bunaldım.
yaşadığım bu lanet olası şehirden bunaldım.
bunaldım arkadaş.
damağımda kekremsi bir tat
geri kalan her şey gri.
kötü bir gün geçirdim
ve bu beni daha sivri bir insan yapmadı.
beni öldürmeyen her acı
bana sihirli güçler katmadı.
bak işte bunlar sancılarım benim.
bunlar o kadar cehennemi ki o kadar olur.
içimdeki ateş 43 derece.
içimden havale geçiriyorum.
insanlar sevgili dostlarım, insanlar iğrençler.
sadece otobüste osuran insanlar değil
tamamı.
bugün bir kez daha nefret ettim insanlardan.
ve kendimden de.
ben de kıyısından köşesinden insanım sonuçta.
beni yalnız bırakan herkesten nefret ettim.
o kadar nefret ettim ki midem bulandı.
ben nefret ettikçe midem bulandı.
midem bulandıkça nefret ettim.
en değerli küfürlerimi bir sandıkta saklıyordum, açtım.
çevremdeki herkese, başta kendim olmak üzere, çeyiz gibi dağıttım.
herkes cüssesine göre bir küfür kaptı,
en büyüğü de bana kaldı.
melankolinin babaannesi kaşar.
ben ki, mutlu bir insandım.
aptal bir insandım.
aptalken mutluydum.
ne zaman ki olgunlaştım, gözlerim açıldı ve farkındalık düzeyim yükseldi
işte o zaman somurtkanlığın en büyük müdavimi oldum.
hüznün müridi oldum.
aptallığımı özledim.
saflığımı da.
kahkahalarım vardı benim etrafıma saçmaktan hiç gocunmadığım.
şimdiyse elimde neredeyse hiç kalmadılar.
erken bitirdim.
erken bittim.
kaderi öpüp başıma koymuşum,
gülmüşüm,
oturmuşum,
konuşmuşum.
belli efendim, besbelli
yaşamaktan soğumuşum.
vurucu bir son olurdu bu bak.
olmasın.
kendimi eğlenceli biri olarak görürdüm önceleri
şimdi ise bok çukurunun dibindeyim.
splinter usta bile benden umudu kesmiş.
çöpe sallayın beni.
hooooooooooooooooop.
bitirdim.
there's no way out
and never will be
so
lie
lie
lie
lay
lay
lay
my darling
3. halini unutmasaydım yazardım belki
lie lie lie my darling isimli eserimi okudunuz
bir özdemir asaf değilim arkadaşlar
i love bad bitches that's my fuckin problem
and yeah i like to fuck i got a fuckin problem
bir asap rocky de değilim arkadaşlar
şu sıralar aslı'nın zoruyla dahil olduğum bir web sitesinde kimsenin okumaya tenezzül bile etmeyeceği türden bir hikaye yazıyorum.
okumayın abi ya.
ama yazarım ben.
hey hey hey
kafamı boşaltıyorum falan.
bugün tehlikeli oyunlar'da ilerleme kaydettim
aslında şu sevgi ve selim beyli olan kısımlar baya sürükleyici
ups.
bugün ne oldu biliyor musunuz?
yeni bir hayat dersi aldım.
aramın çok da iyi olmadığı biriyle, hatta tartışmıştık bile, karşılıklı dertleştik.
ve sanırım birbirimizi sevdik.
sevdik yani.
aldığım ders de ön yargılar bok yesin oldu.
bundan sonra arka yargılarımı kullanacağım.
kim bilir ön yargılar yüzünden hayatımızı değiştirebilecek kaç kişiyi ya da anı kaçırdık?
fuck diyor ve john lennon olmaya gidiyorum.
muhabbetle iyi bir haberim var
soğumaya başladım aqq
görmedim ve özlemedim
ve umursamadım
ve günde 65486526 defa bahsetmedim
sıkılmaya başladım be
sıkıldım
artık çok saçma geliyor
ne saçma çocuk aqq oluyorum
napıyorum ben ya
neyse
soğuma belirtileri gösteriyorum
not everyone
anlayan anladı
xd
ya ama ya
üff
dellenorom
böyle olunca dellenorom
zaten dellenmiş konumdayım
daha da dellenorom
yapma işte
yapma
alla alla
soğutmak için yapıyosun farkındayım
aq
siktir et beni
sallama yea
dellenorom arkadaşım
ötesi yok
sinirleniyorum yani
zaten felsefe siqti
allam
abartısız en az 3 gün çalıştım ya
kızlı erkekli çalıştım
sınava girene kadar çalıştım
hatmettim o aq kitabını
iyi geçmişti bi de
itiraz da edemem
şimdi gidip atar yapsam diyecek ki
sürekli uyuyosun, ders dinlemiyosun
bıdı bıdı bıdı
pffff
dabıl dellendim şimdi
nys
bunu yayımlayayım da okur okur kendimle eylenirim
xd
güzelim cumartesi, pazar sabahları işkenceye dönüştü.
ne güzel rüyalarım vardı benim.
şimdi ise hep kabus.
hep ağlayarak uyanıyorum.
ya gidişini görüyorum
ya da savaş.
en çok korktuğum iki şey.
belki de bilinçaltım beni olası ve olacak duruma hazırlamaya çalışıyor.
baya da iyi başarıyor bunu.
üzülüyorum ama.
ağlayarak uyanmak nedir?
canım yanıyor be.
acıyor.
ben yine bu kilo konusuna taktım ya.
lanet olsun vücuduma aldığım tüm o çikolatalara, hamburgerlere, pizzalara.
mantı yedim pişmanlığı bu.
aslında hamburger yemek istiyordum ve yemedim.
büyük başarı.
ammavelakin durum şu; çikolata yedim.
ha maşallah kafası.
eski fotoğraflarıma bakıyorum ve korkuyorum.
"ya yeniden bu hale gelirsem?"
çünkü baya bokum gibiyim.
gerçi şimdi de giderim yok ama en azından insana %15 daha fazla benziyorum.
yanaklarım kendi bağımsızlığını ilan etmedi henüz.
göbeğim de daha saklanılabilir boyutta.
kendime yeni bir şey alacağım zaman elim hemen büyük bedenlere gidiyor.
bence ben hep 38 bedenim ve hep large giyeceğim.
sonra 36 beden deniyorum oluyor.
medium giyiyorum, eh işte.
omuzlarım abi.
3. köprüyü benim omuzlarım oluşturuyor.
erkek reyonundan giyinince de kızıyorlar bana.
ne yapayım?
benden daha dar omuzlu erkekler var yahu.
dik duramıyorum.
düşünsenize bi.
dik durunca üçgen vücut oluyorum.
üçgen vücutlu bir kız.
tanrım ne çekici.....
ya deli gibi zayıflayıp yaseminyatüre dönüşeceğim
ya da bi fitness salonuna yazılıp cinsiyet değiştireceğim.
önümde başka bir seçenek yok gibi görünüyor.
tanrım.
resmen.
insan.
müsveddesiyim.
pf.
hani nefes alırcasına kıskanıyorum.
göz kırparcasına kıskanıyorum.
kalp atışlarımcasına kıskanıyorum.
başkasına gülümseyişini kıskanıyorum.
başkasına bakışını kıskanıyorum.
başkasıyla konuşmasını kıskanıyorum.
başkasını dinlemesini kıskanıyorum.
başkasıyla oturmasını kıskanıyorum.
başkasıyla yürümesini kıskanıyorum.
başkasının yanında durmasını kıskanıyorum.
başkasıyla müzik dinlemesini kıskanıyorum.
başkasıyla kahkaha atışını kıskanıyorum.
hani tırnaklarımı tek tek çekiyorlarmışçasına kıskanıyorum.
göz kapaklarımdan iğneler geçirip onları açık tutturuyorlarmışçasına kıskanıyorum.
içi asit dolu bir küvetin üzerinde göğüs hizamda bir tahtaya bağlanmışçasına kıskanıyorum.
başkasına cevap vermesini kıskanıyorum.
başkasını takip etmesini kıskanıyorum.
başkasıyla arkadaş olmasını kıskanıyorum.
başkasını seviyor olmasını kıskanıyorum.
hani, içimde bir volkan durmadan kan kaybediyormuşçasına kıskanıyorum.
bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
bak bu sensin çocuğum enine boyuna
bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
sabahlara kadar koynumda yatmışsın
bak bende yalan yok vallahi billahi
sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur
işe bak sen gözlerin de burda
gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
iyi ki burda yoksa ben ne yapardım
bak çocuğum kolların işte çıplak işte
bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
gözlerin sabahın sekizinde bana açık
ne günah işlediysek yarı yarıya
sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
bunların konuşması olur öpülmesi olur
seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
vapurdaydık vapur kıyıdan gidiyordu
üç kulaç öteden istanbul gidiyordu
uzanmış seni usulca öpmüştüm
hemen yanımızdan balıklar gidiyordu
düşündüğüm her şey gerçekleşiyor, kahin boku yemişim.
midem bulanıyor yine. daha önce de olmuştu.
demek ki mental bir sorun söz konusu.
o kadar ki acıya, hüzne, kedere bağlanıyor insan.
eksikliğini hissediyor hatta, arayışına giriyor.
ama ben haykırınca da anlatamıyorum.
bana söylenenler bildiğim şeyler, ben mi yüzeysel bakıyorum?
yoksa gerçekten de fazla mı düşünülüyor?
başkalarını umursamamam gerektiğini küçük yaşta öğrendim.
pek eyleme geçiremedim belki ama öğrendim.
öğretilmesi gereken insanlar var.
neden mi? neden?
kim bulmuş bu neden sorusunu?
bana da cevaplar lazım.
nasıl'ın cevabı lazım.
daha ne yapayım'ın cevabı lazım.
ben, oluyor demedim zaten.
ben oluyor.
bende oluyor.
ne yaptıysam zararını ben çekiyorum.
resistance durumu falan.
aklım kalbime direniyor.
olan hep mideme oluyor.
midem bulanıyor.
yanıyor.
korkuyorum da.
daha ne kadar ileri gidebilirim, daha ilerisi var mı?
bana masum görünen şeyler aslında tehlikeli mi?
benim beynim farklı çalışıyor, erken doğumum, lop eksiliğindendir.
ama tutuyorum kendimi.
görünmez kayışlarla bağlıyım aslında, bilinmiyor.
konuşmuyorum. yazmıyorum.
düşünüyorum sadece.
kendi kafamda yaşıyorum.
tam tarih veremem ama 2 yıla yakındır umut etmiyorum.
üzülüyorum tabii
neden üzülmeyeyim
ama üzülmeye alışıyorum. alıştım bile.
hani başka türlüsü olsa yadırgarım.
o denli arıyorum belamı.
dönüp gelip kendime yerleşemiyorum.
kendime yaptıklarım başkalarını geriyor, olmuyor.
olmamalı.
ben yapıyorsam cezasını ben çekmeliyim.
elimde olmayan şeyleri yapmayı deniyorum.
başaramayınca daha kötü oluyor.
kendimi kendimle hayal kırıklığına uğratıyorum.
kendimin annesi oluyorum sonra.
kendi kafamda, kendi dünyamda yaşamaya çalışıyorum.
ötede yaşıyorum.
arada bir kaçamak yapayım diyorum, yakalanıyorum.
sonra ne oluyor, tepe taklak kendi çukuruma yeniden düşüyorum.
zamire dikkat.
ben değersizim.
değersizliğimi seviyorum.
hiç kimse olmayı seviyorum.
bu da elimden alınırsa sıfatsız kalırım.
yok kalırım.
kırık dökük bir ruhum, üç beş kelimem, eh birkaç yudum da aşkım var.
bunları bari bana bırakın.
şartlara göre yaşamayı öğrenmeli insan dediğin.
Bu üstte görülen arkadaş benim duvarım, ya da benim seslendiğim şekliyle "holy wall". Bu duvar böyle bu şekil boydan boya devam edecek. Şu ara gariptir Türkiye haritası gibi görünüyor, yandan yemişi tabii biraz.
Sevdiğim dizeleri defterlere, kağıtlara, en olmadı masalara yazmam normaldi zaten. Bir ateş harladı bir gece öylesine, sonra da ufak ufak bu resim oluştu işte. Hayalim de odamın tüm duvarlarını kaplamak. Duvarım şu ara Nilgün Marmara, Cemal Süreya, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Edip Cansever, Attila İlhan, Orhan Veli, Turgut Uyar'ı bünyesinde barındırmakta. Yüzey alanı arttıkça hacim de artacak haliyle (?). Gideyim biraz da Can Yücel ekleyeyim, sonra da deliliğe övgüler düzerim.
Kış geldi. Havalar buz gibi. Kar, rüzgar, fırtına gırla. Sabahları sıcak yatağımı bırakmak istemiyorum. Giyinirken klima açık oluyor, sıcacık odada üzerimi değiştiriyorum. Kazak giyiyorum, hırka giyiyorum, mont giyiyorum, atkı takıyorum, bot giyiyorum. Var çünkü. Kalın kalın giyinip okula küfrede küfrede evden çıkıyorum. Üşürsem de o servis beklediğim süre içinde üşüyorum, çok fazla da beklemiyorum zaten. Sıcak servise biniyorum, okula geliyorum. Okulda, sınıfta zaten klima açık, sınıf sıcak. Fazlalıklarımdan kurtuluyorum, montumu vs çıkarıyorum. Teneffüse, kantine falan gidersem montumu giyip dışarı çıkıyorum, üşümemek için. Her neyse, okul bitiyor, dershaneye ya da eve geliyorum. Sıcak eve. Klima zaten açık oluyor, bazen terliyorum bile, dışarıda hava buz gibiyken tişörtle geziyorum evin içinde. Sıcak hatta kaynar suyla banyo yapıyorum, ısınıyorum da. Akşam da zaten uykum gelince çift kat battaniye ve yorganın altına giriyorum.
Ve ben tüm bu imkanlarımla soğuk havaya küfrediyorum. Üşüyorum diyorum. Üşümek fizyolojik bir olay. Eğer seni ısıtacak şeylerin varsa üşümekten şikayet edebilirsin, diğer yandan alışmak zorundasındır.
Kışın zorlu geçtiği yerler var. Son günlerde o kadar soğuk oldu ki Antalya. Ama ısınabiliyorum. İyi ki ısınabiliyorum. İyi ki etrafına sarıp ellerimi yudumlayıp içimi ısıtabildiğim çayım var. İyi ki.
Herkes benim kadar şanslı değilken halimden şikayetçi olmak bencillik. Ne ara bu kadar bencil olduk? Ne ara gerçeklere at gözlükleriyle bakar olduk? Bizler ne ara insanlıktan bu kadar uzaklaştık? Elimden ne gelir bilmiyorum ama en azından gözlerim açıldı. Elimizdekinin değerini bilmiyoruz arkadaşlar, değer bilmiyoruz.
AİLE FOTOĞRAFIMIIIIZ.
Evet sevgili blogumun halkı. Bugün bendeniz pek sevilmeyen yazarınız Eftal'in naçizane doğum günüydü. Bu üstte görülen şapşirikler de 11/D2 kapsamına giren benim second ailem. İkinci ailem diyorum çünkü bu insanları ben first ailemden daha çok görüyorum. 3 kişi dışında tüm dil sınıfıyla haftanın 6 günü saatler boyu birlikteyiz. İyi ki dil seçmişim, iyi ki Antalya Lisesi'ndeyim dememi sağlayan yegane insan grubu. Hepsini ayrı ayrı pek çok seviyorum. Cuaaanlarım beenim. Ablanıısss sizee kurbaaan olsuuun!!!
Bugüne gelirsek, pek de beklentili değildim açıkçası.
Bu gördüğünüz bir grup insan da Kerişgenler işte. Bir tek onlardan ümitliydim doğum günümü kutlamak konusunda. Zaten hele bi kutlamasınlar, saçlarını başlarını yolarım. Çıkışta klasik mantı etkinliğimizde buluşuruz falan diye düşünüyordum. Nitekim sabah da öyle oldu, doğum günümü kutladılar. Sude Gündeş Ersoy bana şarkı söyleyip doğduğuma pişman etti xdxdxd Sonra da tabu oynamaya başladık. Çok da eğlenceliydi. Derkeeen. Tüm okul sınavdayken biz de dilciliğin nimetlerinden biri olan sınav yeak yea rahatlığındaydık, Pınar (namı diğer Kerişgen Başı) ve Gizem (Onursal Başgan) bi ayaklandı bi gitti bi bişi oldu. Tabii ben ultra salak ve ultra saf olduğumdan hiçbi şeyden şüphelenmedim, oyuna devam ettim. Derkeeen pek sevgili arkadaşlarım ellerinde bir pastayla "iyi kieee doğduuuğn Eftaaağğağağğağağal!!" şarkısı eşiliğinde geldiler. Tabii ben aynen şoke. O kadar şaşırdım, o kadar duygulandım ki anlatamam. 9 yaşından bu yana dilek tutup mum üflememem bi yana, doğru düzgün doğum günümü de kutlamamıştım. O kadar duygusaldı ve o kadar değerli ve beklenmedik ve güzeldi ki ben odun Eftal bile ağladım. O derece. Sonra dilek tuttum, veee püff!!! O heyecanı bile özlemişim yahu. Çok duygulandım yea. Sonra mı? Sonra baya baya eğlendik. Cipsti kolaydı falan derken biz bi baktım pasta savaşına girmişiz. Ağız yüz full pasta. Ama nasıl eğlenceli bi şey o ya. Pastaya kafa atıp (ciddi anlamda) tuvalette yüz yıkamaya çalışmak ayrı bi atraksiyondu. Sözün özü; geçirdiğim en güzel doğum günüydü. Sevdiğim ve sevildiğim insanların arasında olmaktan çok mutluydum, mutluyum. Hepsinin değeri benim için ayrı ve her fırsatta da belirttiğim gibi biz D2 olarak ayrı bir dünyayız. HEPİNİSİ ÇOK SEVİYORUMSS!! Hobbit'e gidelim hemen.
Bu da pastam xdxdxd Artık At Hırsızı denilince akla ben gelir oldum xdxdxd
kelimelerin kayıp gitmesine ne demeli? hani hep aradığın, tam dilinin ucunda olan o kelimenin parmaklarının ucundan kayıp gitmesi durumu. 3 gün sonra doğum günüm. en son doğum günümün üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen büyümedim bile. değişmedim. belki biraz. aslı olgunlaştığını söyleyip beni kendimden utandırdı. benim olgun olabildiği tek yer blogum, o da belki, şansım yaver giderse. bir yılda bir sürü kitap okudum, bir sürü şarkı dinledim, bir sürü yeni şey öğrendim, yeni yerlere gittim, yeni insanlar tanıdım... bir çok değişim yaptım üzerimde. ama her şeyi bir kenara bırakırsak bundan 3 yıl önceki halim bile şimdiki halimden daha iyiydi. bundan önce yazmaya başladığım yazıyı sileli daha 5 dakika bile olmadı. the carrie diaries saçma falan ama son bölümünde güzel bir motto var. "bahsetmekten korktuğun şeyleri yaz, o zaman iyi bir yazar olursun." bu düşünceye göre ben iyi bir yazar değilim. çünkü yılmaz'dan bahsetmekten korkmuyorum, çekinmiyorum ve gerçekten en kolay yazabildiğim konu bu. bu yüzden de yayımladığım 228 yayından pek çoğu onun hakkında. bir de biliyorum arada sırada da olsa okuduğunu, sanki ona içimi döküyormuşum gibi hayal ediyorum, oluyor. eh tabii kimsenin beni ciddiye almadığı, bu yüzden de dinlemediği durumu var, blogumda yılmaz hakkında canımın istediği kadar şeyi, canımın istediği gibi söyleyebiliyorum. korktuğum şeyler ise, gerçekler. ufak dokunuşlar yapsam bile hep teğet geçiyorum bu konuları. yalan söylemektense hiç söylememeyi tercih ediyorum mesela. the smiths dinleyerek yazdığım bir gerçek, yarın sırf sürekli onu görme arzuma karşı koyabilmeyi öğrenmeye çalışmak için okula gitmeyeceğim bir gerçek, okulda kendi kafama göre eğlenirken insanların beni aşağıladığı görmem ve o an içimden burun deliklerinden ayak parmak uçlarına kadar kızgın demir parçaları sokmayı geçirdiğim bir gerçek...... bahsedilmesi kolay gerçekler. bir de diğerleri var. örneğin ali ve konuralp'in benimle sırf arkadaş olmaya değer olduğum için değil de kaan ve ceren'in birlikte olmasını sağlayabilmek için arkadaş olduğu gerçeği var. genellikle umursamasam hatta zaman zaman hoşuma bile gitse arkadaşlarım olarak nitelendirdiğim kişilerin beni gereksiz yere kendilerinden küçük görmesi gerçeği var. bunu açmak istiyorum, örneğin konu cinsel deneyimler, aşk, kız-erkek ilişkileri olduğunda bu kadar masum olduğumu bilmek beni mutlu ediyor ve gerçekten cehaletimi seviyorum ama benim de kalifiye olabileceğim konularda sırf kendi egosunu tatmin edebilmek için beni ezmeye çalıştıkları an kafalarını lava batırıp sodyum nitratla kaplama isteğime bir dur diyemiyorum. ben demiyorum ki ben mükemmelim. hatta kendimle en çok dalga geçen insan benim. sınırını bil, nasıl oluyor ki ben sana bir şey dediğimde alınıyorsun, ben de alınabilirim. insanlar beni şuan nasıl görüyor bilmiyorum ama diyorum ya 3 yıl önceki halim bile daha iyiydi. mesela 9. sınıftaki yaptığım o utanç verici şeylere karşın bugün gökay ile selamlaşmam belki de günümün en sempatik olayıydı. ben bazı şeylere takılıp kalıyorum, devam edemiyorum. gökay onlardan biri mesela. 9. sınıfta liseye geçiş heyecanı mı desem, yeni insanların üzerinde kalıcı bir etki bırakma isteği mi desem, yoksa nihayet yeni bir başlangıç yapabilme umudu mu desem bilemedim, çok fazla şuan pişman olduğum şey yaptım. ve nihayet bu şeyler için gökay'dan özür diledim, yine diliyorum, verdiğim rahatsızlık için özür dilerim. belki de yılmaz bu yüzden bana takıntılı diyor, eğer bu yüzdense kabulleniyorum zaten. kafamı olur olmadık şeylere çok takıyorum ben. ve bu yazıyı yayımlayarak hatta yazarak ceren'e ve aslı'ya meydan okuyorum biraz da. ikisi de çok özel yazdığımı söyledi. (şuan gökay'ın özel hayatını nasıl yazabiliyorsunvari sorusuna yanıt veriyorum) her şeyi anlatmamam, tüm özelimi yazmamam gerektiğini söylediler. hatta ceren umay ve gökay'ın okuduklarını öğrendikten sonra "hemen blogunu kilitliyorsun eftal, hatta bilmiyorsan bana ver ben kilitlerim" şeklinde bir tepki verdi. 1. blog benim blogum. 2. yazıyorum çünkü yazmayı konuşmaya tercih ediyorum. 3. dediğim gibi, kimse beni ciddiye almıyor dolayısıyla içimi buraya döküyorum. 4. en başta blog açış amacım buydu, çünkü ben yazmazsam içimde çok şey birikiyor, büyüyor. yine bir çığ atağı ve ardından psikolog seansları kabusu yaşamamak için yazmak zorundayım. 5. dürüst olmak gerekirse günlüğe yazmaktan daha kolay hem annemin bulma ihtimali yok. 6. okusalar da umrumda olmaz, hatta daha iyi olur çünkü kendi öz annem bile benim dertlerimi dinlemiyor. bak ne geldi aklıma, yılmaz yine bana "derdi olan tek kişi sen değilsin" mi ne demişti. kırıcıydı her zamanki gibi. sürekli kendi derdimden bahsettiğim için olsa gerek. bak bu da ona bir cevap oldu. bugün olanlar.... söyleyebileceğim tek şey; bazı insanlar kendilerine güveni yokmuş gibi görünür sırf iltifat alabilmek için. bundandır ki sürekli kaç kişinin veya kimin/kimlerin ondan hoşlandığını, kimin ona vücudu/yüzü/kişiliği vs hakkında ne söylediklerinden bahseder. genellikle de en güvenmedikleri özelliklerine söylenen iltifatları anlatırlar. bazıları da kendi egolarını tatmin edebilmek için başkalarıyla dalga geçer, aslında hepimiz geçeriz. bu konuda sınırını bilmek önemli. demem odur ki, üzerinde çok fazla düşünecek bir şey yok. konunun özü koy götüne rahvan gitsin.
gelecek yılın son demleriydi. ygs olmuş, lys olmuş ilginçtir okul hala kapanmamıştı, galiba son gündü. pınar vardı, konur vardı, ben vardım bir de o vardı işte. bir tek onu hatırlıyorum, konur yakın doğu üniversitesini kazanmıştı hava limanına uğurluyorduk. konur gitti üçümüz kaldık okul bahçesinde. pınar her zamanki kerişgenliğiyle bi gıdım rahat vermiyordu. ben de neden hala gitmedi bu aq çocuğu diye düşünüyordum o ara. derken kalktı, yürümeye başladı. işte gidiyordu. bir şey demeden. arkasını dönmeden. şikayet etmeden. o an kafamda tek bir düşünce vardı; gidiyordu, tamamen, bir daha hiç görmeyecektim belki de, hiç başlamamış olan her şeyin sonuydu. pınar'la göz göze geldik, sanki aklımdan geçenleri biliyormuşçasına gülümsedi, hadi dedi. bu işaret yetmişti, arkasından koştum, seslendim. tınlamadı. yılmadım bir daha seslendim, yine umursamadı öküzün evladı. son bir kez daha seslendim, dönüp bakma zahmetine girdi, nihayet. "en azından bir vedayı hak etmiyor muyum?" dedim. öylece yüzüme baktı bön bön. sonra da hiçbir şey demeden yürümeye devam etti. ben de geri döndüm, pınar'a doğru yürürken gözyaşlarımı tutamıyordum. ve pınar'dan bir cesaret verici bakış daha. ardından semerimden boşalmış gibi ağlayarak ona doğru koştum ve var gücümle sarıldım. tam bir odun olduğu için sarılmadı bile. ama bu defa benim umrumda değildi, hayalimi gerçekleştirmiştim ve onun kollarındaydım, hiçbir şeyin önemi yok gibi bir şeydi. hiç konuşmadı. ben de hiçbir şey söylemedim, orada öylece ona sarılıp ağlamaya devam ettim. kendime sarılacak kuvveti bulamadığım, avaz avaz içime ağladığım tüm gecelerin hıncını çıkarırcasına ona sarılıp ağlamaya devam ettim. sonra ne mi oldu? siktir olup gitti ben de ağlayarak uyandım.
*not: pınar lütfen bir daha depresif konuşmalar yapmayalım, bilhassa gecenin bir köründe, uyumadan önce.
obsesif aşkı aşma durumu nam-ı diğer hadise sendromuna gireli 1 hafta oldu. büyük ilerleme kaydettim. ondan bahsetmemek için çaba harcadım, profiline sadece bir kez girdim ki bu büyük bir değişim, telefonumdaki playlisti yeniledim, turgut uyar, nilgün marmara ve bilhassa cemal süreya'dan olabildiğince uzak durdum, okulda teneffüste dışarı çıkmadım çok fazla, zaten benim dışarı çıktığım teneffüslerde o içeride oluyordu yani her şey iyiydi, hoştu.
bu girişten de anlaşılacağı üzere i failed, again. bugün yine kendimi "aayy çok tatlı yaaa" diye şapşallanarak arkasından bakarken buldum. 8 cümlemden 13'ü onun hakkındaydı falan filan. denedim, deniyorum gerçekten. ama olmuyor işte. çünkü sıkılıyorum, çünkü işsizim, çünkü yapacak hiçbir şey yok. ekşın kanseri oldum. ekşın eksikliğinden uçup gideceğim. ders çalışmaya bile başladım. sırf internette fazla zaman geçirmeyeyim, profilini 685456 kez hatmetmeyeyim diye.
garip insanlar garip anlar.
sanki herkes bu yılı bulmuş gibi. dönem başında bu yılın da öncekiler gibi saçma sapan geçeceğini düşünmüştüm. ama tabii birçok şey farklı. örneğin aslı yok, betül yok, melike yok. dershane var ki bu bana sadece tek bir gün day off bırakıyor, zamanım yok. aynı anda 12-13 tane dizi izlemeye çalışıyorum, filmler gırla. başlayıp bitiremediğim kitaplar, filmler, diziler..... öyle ki oturup doğru düzgün yazı bile yazamıyorum günlüğüme. belki de hafta olmuştur yazmayalı. aynı zamanda kış geldi, çay bahçesi günlerim yalan oldu. güneşin sempatikliğini, çayın içimi ısıtışını hatta o ilk yudumun dilimi yakışını, her zaman gidip aynı masaya oturmayı, denize karşı şiir okumayı, yazmayı, yalnız kalmayı nasıl özledim anlatamam. denize zaafım var, bilindiği üzere. geçen yıl güzeldi. müzik dinleyerek sahilde uzun yürüyüşler yapmak, düşünmek, hayal kurmak, başkalarının ne düşündüğünü umursamadan boş bir bank bulup yazmak, dinlediğim şarkılara eşlik etmek, bazen gaza gelip dans etmek, rüzgarı saçlarımda, özgürlüğü ta içimde hissetmek....
şimdiyse bunlara ayıracak zamanım yok ve bu çok üzücü. yürüyüş yapmak kadar hem mental hem de fiziksel yönden dinlendirici bir şey yok bence. sağlıklı da hem.
ruhumu kaybetmişim gibi hissediyorum. sanki içim ölmüş gibi. kukla oldum. kendimi anlatacak bir sıfatım bile yok.
4 Aralık 2013 Çarşamba
elime 3-5 kuruş para geçti miydi direkt kitaba yatırıyorum. kesinlikle en gururlandığım özelliğim bu. ama hala büyük saat'i alamadım ya. koyuyor be. ben ki allem edip kallem edip kırmızı kahverengi defter'i bir şekilde okumuş insanım, hala okuyamadım büyük saat'i. sevda sözleri de sırada bekliyor. daha ölüler böyle sever'e elimi bile süremedim. tehlikeli oyunlar güzel ama ilerlememekte ısrarcı. bir semerkant vardı, hala bitiremediğim sahi ne oldu ona? kitap okumalıyım arkadaşlar, daha çok okumalıyım.
sevgili anne,
yıllardır sana laf anlatmaya çalışıp bir türlü kendimi dinletemediğim için içimi buraya dökeceğim.
beni (9 ay bile değil) 7 ay karnında taşıdın, büyüttün, besledin vs vs iyi hoş güzel hepsi. hep senin sözünü dinlediğim için ilkokul hayatım boyunca öğretmenlerin gözdesi ama arkadaşlar arasında dışlanan çocuk oldum. benden nefret eden birçok kişi oldu. hala da olmakta. aklım ermeye başladığından beri beni nazi disipliniyle yetiştirmeye çalıştın. abime yaptıklarını benim üzerimde de uygulamaya çalıştın. beni hep abimle kıyasladın. ama bak abime, senin nazi disiplininden kaçıp askeri disipline sığındı. ve yılda 1-2 kere gelirse geliyor yanına, aramıyor bile. ders çalışma konusunda hep baskı uyguladın, ikimize de. kafandaki o mükemmel evlat imgesi bir türlü gerçekleşmedi. en çok abimde yaklaştın. bense, bildiğin gibi aykırı olanım. liseye geçip gerçek beni bulana kadar sana uydum, tabii ufak tefek değişimler o zamandan baş göstermeye başlamıştı. küçük örnekler vereyim, okurun anlaması açısından, ilkokulda ben bir gün bile saçımı açık bırakıp gitmedim okula. ya örgülüydü ya da annem düzgünce (!) tarayıp toplardı saçımı. diğer öğrencilerin aksine önlüğümde yakayı takmaya yarayan düğme yoktu, kurdele vardı. ve önlük cebimde de daima bir mendil bulunurdu. beyaz külotlu çoraptan başka bir şey giymezdim ve evet okul ayakkabısı o dönem hala vardı. okuldan eve gelene kadar çişimi zor tutar ve tam annem evin kapısını açtığı anda salardım. çünkü okulda tuvalete gitmem yasaktı. 2. ve 3. sınıflar hep böyle geçti. sidikli bir çocuktum, inkar etmiyorum. ders çalışırdım, kitap okurdum. 5. sınıfa kadar bilgisayarım olmamıştı. hiç çocukluk arkadaşım olmadı. çünkü antalya'ya yeni taşınmıştık ve sen dışarı çıkıp oynamama izin vermiyordun. evde koltukların üzerinde zıplamam yasaktı, mutfak dışında bir yerde yemek yemem yasaktı, enerjimi atabileceğim hiçbir şey yoktu. evdeydim. yalnızdım. çocuktum. sıkıldım dediğimde hep aynı cevapla karşılaşıyordum; ders çalış/kitap oku. ders çalışmadım ama kitap okudum. bazen de zorla ders çalıştırırdın. daha ikinci sınıftaydım ve sen beni hafta sonları matematik kursuna yolladın. ilkokulda dershaneden zorla matematik etüdü aldırdın, çalışkanlığımı hep matematikle ölçtün, 9. sınıfta matematik ve geometriden özel ders aldırdın. çünkü sen mükemmel bir evlat istiyordun. çünkü sen sayısalcı olmayan insanların da zeki olabileceğine inanmıyordun. çünkü sen istediklerini almaya abimde öyle alışmıştın ki. ama bende olmadı, işler ters gitti. hiçbir şey planladığın gibi gitmedi. ben zaten planlanmamış çocuktum. senin tarihi geçmiş kurallarınla büyüdüm, tabiri caizse beynimi yıkadın anne. hiçbir zaman yalan söyleyemedim. hiçbir zaman risk alamadım. hiçbir zaman iyi olduğuma inanamadım. bana öyle şeyler yaptın ki, daima herkesi kendimden iyi gördüm. bana hep rekabeti aşılamaya çalıştın ama tek yaptığın beni aslında ne kadar başarısız, ne kadar zayıf olduğuma inandırmaktı. bundandır belki hiçbir zaman kendime tam olarak güvenemedim hiçbir konuda. şimdi bunları neden yazdığıma gelirsek, her şeyi bir yana bırakabilirim ama sen bugün beni çok kırdın be anne.
dershaneden normalde döndüğüm saatten erken dönmüşüm, farkında değildim. eve girdim suratın beş karış. erken geldin dedin. bir de aramıştım sizi durağa gidiyorum diye, bunu bile yapmıştım. erken geldin dedin. bu iyi bir şey değil mi bile diyemedim, lafı ağzıma tıkadın. "birinin arabasıyla mı geldin?" dedin. 16 yıllık kızınım be anne, hiç mi tanıyamadın? akrabam bile olsa arabasına binmemek için bin dereden su getirdiğimi hiç mi bilmiyorsun? bir yere kadar bu bile kabullenilebilir ama ben sana hayır otobüsle geldim, boştu hatta dediğimde sen bana "doğru söyle, biri mi bıraktı seni?" dedin. yani inanmadın. senin o dayattığın tatsız kurallardan kurtulmak için, bana empoze ettiğin o saçma sapan, tarihi geçmiş düşüncelerden kurtulmak için debeleniyorum, evet. nihayet kendimi buldum. sen de benim üzerimde o istediğin etkiyi bir türlü kuramadın zaten. dedim ya, ben aykırı olandım. senin tüm o matematik sevdana inat yabancı dil seçtim. senin bütün o beynimi kemirmelerine inat ders çalışmadım ama yine de iyi notlar getirdim. çocukluğumu mahvettin, gençliğimi tüketmene izin vermeyeceğim. ama sen her şeye rağmen 16 yıllık kızını tanıyamamışsan benim susup oturmaktan başka elimden bir şey gelmez. her zaman bana verdiğin o garip terbiye yüzünden dalga konusu oldum, dışlandım. sevilmeyen insan oldum. hepsine göğüs gerdim de anne, yapmadığım bir şeyle itham edilmek. bak işte o insana çok fazla koyuyor. bir değil, iki değil. hep bu şüpheciliğin yüzünden sana bu kadar uzağım. bu yüzden sana bir şey anlatmıyorum, anlamıyorsun çünkü. en kötüsü de bir noktaya takılı kalıp o saçma ahlaki yargılarına başlıyorsun. ben sen değilim anne. olmayacağım da. mükemmel evlat da olmayacağım. ben sadece eftal olmak istiyorum. ben sadece eftal olacağım. hani küçükken sorulan beylik bir soru vardır, anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı, diye. ben hep abim derdim, kaçardım polemikten. ama şimdi düşünüyorum da, seni çok sevmeme rağmen babam derdim. babam senin gibi değil çünkü. onun dinlemeden yargılamak gibi bir özelliği yok. bu yüzden babamla daha iyi anlaşıyorum, bu yüzden babama her şeyimi anlatıyorum, bu yüzden birçok çocuğun aksine babamdan çekinmiyorum. şuan gerçek kimliğimi bulduysam, senin etkinden kurtulduysam babam sayesinde hep.
abimi de kendine benzettin. bu yüzden onu daha çok seviyorsun zaten.
ziyanı yok, hep biri daha çok sevilir. o biri sen olabilirdin anne ama yitip giden çocukluğum ve utançla hatırladığım tüm pişmanlıklarım için seni suçlayacağım.
sen bugün beni çok kırdın anne. şüphecisin, bana güvenmiyorsun biliyorum. demek ki ben o güveni verememişim dedim hep. ama bu kadarı da fazla. sınırı aştı. daha fazla söyleyeceğim bir şey yok. kırgınım sadece.
vücudumdaki deliliğe bir dur diyemedim sayın seyirciler. ve beynime nüfuz etmesine izin verdim. fena bir şey değil bu bakmayın öyle ayıplarcasına. bulaşık yıkarken felsefe yapmak benim suçum mu? ama bak ne oldu, nihilizmin köküne ulaştım. yok artık öyle hep banacılık, şimdi paylaşma zamanıdır. potansiyel dediğin nedir ki hayri, hepimiz sorusu olmayan bir cevabın kayıp şıkları değil miyiz özümüzde? hayri, ulan hayri. önce kelime vardı demiş hikmet, hayır önce hikmet vardı. önceden herkesin bir hikmeti vardı. babaannemin de hikmeti vardı. babaannem hikmetti. hala hikmet. sahi, babaannem ne yapıyordur acaba şuan hayri? düşünüyorum diye tanrı cezalandırdı beni. sorgulayanlar için vardır zaten cehennem. körü körüne inanan aptalları da cennete koyar büyük birader. öldükten sonra cennete gideceğini sananlar aptallar. peki gerçekten ölüyor muyuz? ya aslında hiç var olmamışsak? düşünün bir, unuttuğunuz bir şeyi düşünün. düşünemezsiniz. unuttunuz çünkü. artık öyle bir şey yok. peki ya başından beri var olmamışsa? *şüpheci bakışlar* hepimiz yan etkileriz aslında sadece kanserli insanlar değil. hepimiz tanrının yan etkileriyiz. bana tanrıyı kanıtlayın demiyorum. uzunca çok uzunca zamanlardır süregelen bir döngüdür bu. -bana tanrının var olduğunu kanıtla +al sana tanrı fiyuuuv.
tanrı. yanlış bir kelime. sanrıdır bence o. sanarız çünkü sadece. var sayarız. sanmak isteriz. büyük şeyler hayal ediyorum. bence düşünülenin de ötesinde bambaşka bir kumpas dönüyor. kediler, ağaçlar, bulutlar, çöp konteynırları aslında birer hologram. yok ki öyle bir şey. biri de tutup dese ki bana tanrının yok olduğunu kanıtlayın. sanrı. bana hep 2+2'nin 4 ettiği öğretildi, gazlara dokunamayacağımı biliyorum, bir dakikanın 60 saniye olduğunu, vücudumun 4'te3'nün su olduğunu. kahverengi takım elbiseli bir fen öğretmeni çıkıp da demedi ki aslında bizler tanrının hayal ürünüyüz. ölüm nedir biliyor musun? hatta en başından tanrı kimdir? tanrı, küçük bir çocuktur, hayalperesttir, maceraperesttir, dışlanmıştır. diğer çocuklar onu aralarına almamışlardır. o da kendi dünyasını kurmuştur. hepimiz bu küçük çocuğun hayalleriyiz. HER ŞEY bu küçük çocuğun hayalleri. ve ölüme dönecek olursak, kim sıkılmaz ki sürekli aynı şeyi hayal etmekten. küçük çocuk da sıkılır. ve bir bakarsın yok olmuşsun. seni hayal etmeyi bıraktığı anda varlığını kaybedersin. sana dair bütün kayıtları siler parti üyeleri. hiç var olmamışsın gibi, var olmazsın. aslında var olmamışsındır. yanılsama. sanrı. ne büyük delilik.