Parsaparlak güneşli bir gündü. Avuçlarından akan ay ışığına aldırmadan yürüdü Köroğlu. Kierkegaard'ın evinin önünden gelen köpek havlamaları yırttı geçti kulak zarını. Olsundu.
Demezlerdi ki bir zaman varmış ve de yokmuş. Zaman var mıymış? Özden önce gelen zaman mıymış, yoksa öz mü geliyormuş önce zamandan?
Ali Baba'nın bir çiftliği varmış. İçinde tapirden tutun da koala yavrusuna değin her türlü hayvan varmış. Bir gün demişler ki kıyamet kopacak. Nuh gelmiş, Ali Baba'nın çiftliğindeki her hayvandan bir dişi bir erkek olmak üzere birer çift almış ve bir gemiye koymuş. Ali Baba'nın çiftliği bomboş kalmış. Issız çiftlikte yalnızmış Ali Baba. Gün olmuş, devran dönmüş, feveran hiç kopmamış. Kırk Haramiler bile ıssız çiftliğe hiç uğramamış. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler de bir şey olmamış. Ne yollarına bir canlı çıkmış ne de altın. O kadar yalnızlarmış ki; bir o kadar da kalabalık. Ergenliğe girmiş bizim şu Haramiler. Onları toplamış Sister Jude, bir manastıra kapatmış. Kapıyı kapatırken de Open yazısını Close'a çevirmeyi unutmamış. İçeride çok gizli işler dönüyormuş, o kadar gizliymiş ki şeytanın bile aklına gelmemiş bu işler. Şeytan normal hayatına devam ediyormuş içeride. Tavla oynuyor, torunlarına kazak örüyor, su dokuyormuş. Sister Jude toplamış etrafına müdavimleri, salsa yapmışlar. Derken pikap kırılmış, plak bozulmuş, pilavın dibi tutmuş. Üzülmüşler.
Heh işte, varmak istenilen nokta.
Üzülmek.
Yalnız kalmak.
Yok canım.
Ahmet Cemil henüz küçücük bir çocuktu babası vefat ettiğinde. En büyük hayali bir kitap yazmaktı. Bu hayalinin peşinde koşarken yolu nerelere düşmedi ki? Zonguldak'ta bir madendeydi. Veremdi. Büyükada'ya yolladılar tedavi için. Aşkı uğruna bıraktı tedaviyi, kaçtı oradan. Aşkıyla evlendi, aşkı öldü. Sonra en yakın dostu öldü. Mai başlayan gece siyah bitmişti, değil mi? Behçet Necati neredeydi o zaman?
Çok sıkı dostlardı Tezer ve Nilgün. Hayata bakışları aynıydı, aşkları, kavgaları. Sevmezdi Tezer bir yerde konaklamayı, hep kaçmak isterdi, en çok da trenleri severdi. Hayatı bekleme salonu olarak gören Nilgün ise bir gün atıverdi kendini evinin balkonundan, terk etti bekleme salonunu. Ardından yazılar bıraktı bu güzel insanlar. Şiirler, anlatılar.
Ölüm vardı sonra.
Ölüm varılan noktaydı.
Son demekti nokta.
Ayrı bedenlerde aynı ruhu taşıyan iki insan. Aşktı bu. Kavuşulamayan aşka yazılan onlarca şiir vardı bir de. Geceler boyu okunuyordu bu şiirler, en çok da gecelerde. Yalnızlıktı geceler, karanlıktı, bir başınalıktı, boynu büküklüktü. En çok da gecelerde acırdı insanlar kendine, en çok da gecelerde ağlanırdı. Sabaha karşı 2 ile 3 arası kıyılırdı canlara. İntihar sabaha karşı 2 ile 3 arasıydı.
Bekleme salonu pat diye terk edilirdi. Sylvia Plath vardı, büyük bir yazarla evlenmişti. Çocukları vardı, sonra boşandı. Londra'ya taşındı. Bir gece çocuklarının yataklarının baş ucuna süt ve kurabiye bıraktı, kapılarını kilitledi, açık kalan kısımları bantladı; gazdan etkilenmesinler diye. Sonra da gazı açtı ve kafasını fırının içine sokarak gerçekleştirdi intiharını. Ruhsal sorunları vardı.
Her akşam işten çıkıp şıp diye eve damlıyordu Cemal. Bir gün Tomris ona "Sen erkek değil misin a canım, dışarıda biraz gez, dolaş. Hep erkenden eve geliyorsun." dedi. Sonraki gün altıyı çeyrek geçe geldi Cemal, sonraki gün altı buçukta. Altıydı önceden eve geliş saati. Bir gün Tomris balkona çıktı örtü silkelemeye. Aşağı baktı ki ne görsün, Cemal apartmanın girişinde merdivenlere oturmuş saatine bakıyor, zamanının dolmasını bekliyordu. Şahsiyet Rötarı dedi Tomris Uyar buna.
Milena vardı sonra, Kafka'nın büyük aşkı. Kafka'nın yazılarını çevirmesi ricasıyla başlayan mektuplarda yaşanan aşk.
Aşk buydu, kavuşamamaktı.
Kavuşmamaktı.
Kavuşulmamaktı.
Birçok erkekle birlikte oldu Tezer Özlü. Bir erkeğin elini tutmadan kendini güvende hissedemezdi. İçindeki boşluk dolmazdı. Tamam olmazdı. Muhtaçtı.
Cezmi Ersöz vardı, çok aşıktı Nilgün Marmara'ya.
Tomris Uyar sonunda Turgut Uyar ile evlendi.
Nazım'ın da Vera'sı vardı.
Mecnun'un da Leyla'sı.
Aşk, ulaşma çabasıydı.
Aşk bu yazıda konu dışıydı.
Hayırdır?
Ölüm varılan noktaydı.
Üzülmek varmak istenilen nokta.
Ölümlü, üzünçlüydü her şey.
Her şeyde az çok melankoli vardı.
Hazan dediğin gamlı olurdu.
Herkesçe anlaşılmasa da olurdu.
Olsundu.
Ben yazacağımın en iyisini yazmıştım.
Yaşam güzergahtı;
Ölüm varış noktası.
30 Mart 2014 Pazar
23 Mart 2014 Pazar
Dönüşüm
Bir Gregor Samsa değilim dostlar amma ve lakin döndüm.
Nasıl özledim burayı.
Yazmak bir tutku olmuş bende, bırakamıyorum.
Yokluğumda da bıraktım sanmayın, aman ha.
Açıklamakta bir sakınca görmüyorum;
yazmıyordum çünkü YGS çok yakındı.
Ve bilinen üzere sevdiceğim son sınıf, sınava girecekti.
Girdi bitti.
Ben yine burada ucu kötüye dokunan bir şey yazarım diye korktum.
Bana/buna sinir olur diye korktum.
Olacağından değil ya, bir şekilde etki eder diye korktum.
Sonra suçlusu olmayı kaldıramazdım çünkü.
Ben de bu süre için bıraktım yazmayı.
Burada.
Ama Eftal bu, dayanabilir mi?
Dayanamaz tabii ki.
Nitekim dayanamadım da.
Kara gün dostu şu defterler.
Ve gizlili blog.
Ehehehehe.
Ha bir de;
http://www.wattpad.com/story/10869387-bütün
Bu şapşirikko da benim hikaye demeye dilimin varmadığı yazılarım.
Öyle piyasa tarzı, satan şeylerden değil.
Ama ileride bir gün kitap çıkaracak olursam bunlar preview olabilir.
Fikir olsun.
Wattpadde idim.
Tumblrda idim.
Defterimde idim.
Orada idim, burada idim.
Şimdi buradayım.
Twitterın engellenmesi küçük zorluklar çıkarıyor tabii.
DNS bulan üzerime fırlatsın, ciğerim soldu aramaktan.
Tam "Ahha buldum yipii!" dediğim anda bannlandım arkadaşlar.
Çok onur kırıcı bir durumdu.
Üzerine de başka numara bulamadım zaten.
Twitter bağımlısı falan değilim, yani öyleydim sonra kontrol altına aldım.
Hatta sıkıldım bile.
Ama azıcık sosyalliğim vardı, o da gitti yasakla.
Neyse;
Deli saçması tabirinin hiç de sırıtmadığı yazılarımı wattpadde görebilirsiniz.
Ne anlatmak istediğimi ben bile bilmiyorum.
Sadece yazmayı seviyorum işte.
Frekansım değişik.
Blogum daha samimi; bu şekil yazıları burada yazasım gelmiyor.
Fikriyatım üzerine daha çok.
Günlük gibi bir şey.
Şu engelleme kalksa da normal hayata dönsek be.
Yüce rabbım heç gimseyi gısıtlanmış hissettirmesin.
Şakası bir yana bu özgürlüğe açılan bir ateş, bir saldırıdır.
Azıcık mantıklı ve duyarlı olmak gerekir.
Uyanmak gerekir.
Şunun şurasında seçimlere 1 hafta kaldı.
Görelim bakalım eşeğin boku mor mu turuncu mu.
Hadi, au revoir!
Nasıl özledim burayı.
Yazmak bir tutku olmuş bende, bırakamıyorum.
Yokluğumda da bıraktım sanmayın, aman ha.
Açıklamakta bir sakınca görmüyorum;
yazmıyordum çünkü YGS çok yakındı.
Ve bilinen üzere sevdiceğim son sınıf, sınava girecekti.
Girdi bitti.
Ben yine burada ucu kötüye dokunan bir şey yazarım diye korktum.
Bana/buna sinir olur diye korktum.
Olacağından değil ya, bir şekilde etki eder diye korktum.
Sonra suçlusu olmayı kaldıramazdım çünkü.
Ben de bu süre için bıraktım yazmayı.
Burada.
Ama Eftal bu, dayanabilir mi?
Dayanamaz tabii ki.
Nitekim dayanamadım da.
Kara gün dostu şu defterler.
Ve gizlili blog.
Ehehehehe.
Ha bir de;
http://www.wattpad.com/story/10869387-bütün
Bu şapşirikko da benim hikaye demeye dilimin varmadığı yazılarım.
Öyle piyasa tarzı, satan şeylerden değil.
Ama ileride bir gün kitap çıkaracak olursam bunlar preview olabilir.
Fikir olsun.
Wattpadde idim.
Tumblrda idim.
Defterimde idim.
Orada idim, burada idim.
Şimdi buradayım.
Twitterın engellenmesi küçük zorluklar çıkarıyor tabii.
DNS bulan üzerime fırlatsın, ciğerim soldu aramaktan.
Tam "Ahha buldum yipii!" dediğim anda bannlandım arkadaşlar.
Çok onur kırıcı bir durumdu.
Üzerine de başka numara bulamadım zaten.
Twitter bağımlısı falan değilim, yani öyleydim sonra kontrol altına aldım.
Hatta sıkıldım bile.
Ama azıcık sosyalliğim vardı, o da gitti yasakla.
Neyse;
Deli saçması tabirinin hiç de sırıtmadığı yazılarımı wattpadde görebilirsiniz.
Ne anlatmak istediğimi ben bile bilmiyorum.
Sadece yazmayı seviyorum işte.
Frekansım değişik.
Blogum daha samimi; bu şekil yazıları burada yazasım gelmiyor.
Fikriyatım üzerine daha çok.
Günlük gibi bir şey.
Şu engelleme kalksa da normal hayata dönsek be.
Yüce rabbım heç gimseyi gısıtlanmış hissettirmesin.
Şakası bir yana bu özgürlüğe açılan bir ateş, bir saldırıdır.
Azıcık mantıklı ve duyarlı olmak gerekir.
Uyanmak gerekir.
Şunun şurasında seçimlere 1 hafta kaldı.
Görelim bakalım eşeğin boku mor mu turuncu mu.
Hadi, au revoir!
17 Mart 2014 Pazartesi
12 Mart 2014 Çarşamba
*
Güzel ülkemde demokrasi uygulanıyor!
Karşıt fikirler çarpışıyor!
mu demeli?
Hükümetin tekelindeki ağız dalaşı halka da bulaştı!
mı demeli?
Kendimi onca ayıplamama karşın türbandan, dinden kaçar oldum.
Neydi, biz laik bir ülkeydik, demokratik idik.
Genci, yaşlısı, başı açığı, türbanlısı, teisti, ateisti bir idi.
Öyle miydik?
Geçmiş zaman bile sırıtıyor, hiç öyle olduk mu?
Aman kimse bilmesin, aman kimse görmesin diye kuytu köşede namaz kılan var.
İbadetin gizli yapılma durumu bu muydu?
Bir diğer cephede de Allahuekber Vuhuu! nidaları var.
Kandil diye başını kapatıp program yapan bir transseksüel var.
Biraz önce mi ibadet gizli yapılmalı demiştim?
Cihad uğruna can verenlere mi deniliyordu şehit diye?
Peki özgürlük uğruna can verenlere ne deniyor?
Tahmin edeyim, kelle mi?
Bir yanda "köpek ekmek yediği kaba pislemez" mantığıyla hareket edenler,
bir yanda göt kılları,
bir yanda namı diğer bölücüler, çapulcular, anarşikler...
Ulan, ne çapsız adamlarsınız be!
İnsanın içi acıyor fotoğrafları gördükçe.
Hiç mi vicdanınız yok, hiç mi sızlamıyor?
Birazcık empati be.
Koy kendini o biricik evladını kaybeden annenin babanın yerine.
Oğlunun canının o paralar gibi sıfırlandığını düşün bir.
İnsanlık diyorum.
Yok ki insanlık.
Belli bir etikete bürünmeden önce insan olduğunuzu hatırlayın diyorum bir de.
Bu benden değil deyip öteleyeceğinize temelde insan olduğunuzda birleşin.
A kısmı B kısmına, B kısmı A kısmına bağırıyor!
Bu mudur?
Bölücü olduğunu kabullenmiyorsun ama.
Ayrık otlarını yolun bir.
Seçim yakın.
Sonuç ortada.
Gaz kapsüllerinden kör olanlar bir yana;
kumanyalardan kör olanlar var!
Tam isabet!
Kömürüydü, pirinciydi, elektriği olmayan köye çamaşır makinesiydi derken belediye çalışıyor yahu.
Tonla para döküyorsun tabii çalışır.
Hatta öyle çok çalışıyor ki artan parayı da cep harçlığı yapıyor.
Hani bakkala gidersin de üstüne sana kalır ya; o hesap.
Gerçi ekmek almaya gitmek bile ölüm sebebi olmuşken neyin hesabı, o ayrı.
Başbakan olmak da zor lan.
Paraları koyacak yer bulamıyorsun falan.
Yaz erken gelecek bu yıl;
baksanıza şimdiden Mayıs-Haziran havası eser olmuş.
Eee, ben lafa değil icraata bakarım.
Ne demişler; aynası iştir kişinin lafa bakılmaz.
Şah ve mat.
Karşıt fikirler çarpışıyor!
mu demeli?
Hükümetin tekelindeki ağız dalaşı halka da bulaştı!
mı demeli?
Kendimi onca ayıplamama karşın türbandan, dinden kaçar oldum.
Neydi, biz laik bir ülkeydik, demokratik idik.
Genci, yaşlısı, başı açığı, türbanlısı, teisti, ateisti bir idi.
Öyle miydik?
Geçmiş zaman bile sırıtıyor, hiç öyle olduk mu?
Aman kimse bilmesin, aman kimse görmesin diye kuytu köşede namaz kılan var.
İbadetin gizli yapılma durumu bu muydu?
Bir diğer cephede de Allahuekber Vuhuu! nidaları var.
Kandil diye başını kapatıp program yapan bir transseksüel var.
Biraz önce mi ibadet gizli yapılmalı demiştim?
Cihad uğruna can verenlere mi deniliyordu şehit diye?
Peki özgürlük uğruna can verenlere ne deniyor?
Tahmin edeyim, kelle mi?
Bir yanda "köpek ekmek yediği kaba pislemez" mantığıyla hareket edenler,
bir yanda göt kılları,
bir yanda namı diğer bölücüler, çapulcular, anarşikler...
Ulan, ne çapsız adamlarsınız be!
İnsanın içi acıyor fotoğrafları gördükçe.
Hiç mi vicdanınız yok, hiç mi sızlamıyor?
Birazcık empati be.
Koy kendini o biricik evladını kaybeden annenin babanın yerine.
Oğlunun canının o paralar gibi sıfırlandığını düşün bir.
İnsanlık diyorum.
Yok ki insanlık.
Belli bir etikete bürünmeden önce insan olduğunuzu hatırlayın diyorum bir de.
Bu benden değil deyip öteleyeceğinize temelde insan olduğunuzda birleşin.
A kısmı B kısmına, B kısmı A kısmına bağırıyor!
Bu mudur?
Bölücü olduğunu kabullenmiyorsun ama.
Ayrık otlarını yolun bir.
Seçim yakın.
Sonuç ortada.
Gaz kapsüllerinden kör olanlar bir yana;
kumanyalardan kör olanlar var!
Tam isabet!
Kömürüydü, pirinciydi, elektriği olmayan köye çamaşır makinesiydi derken belediye çalışıyor yahu.
Tonla para döküyorsun tabii çalışır.
Hatta öyle çok çalışıyor ki artan parayı da cep harçlığı yapıyor.
Hani bakkala gidersin de üstüne sana kalır ya; o hesap.
Gerçi ekmek almaya gitmek bile ölüm sebebi olmuşken neyin hesabı, o ayrı.
Başbakan olmak da zor lan.
Paraları koyacak yer bulamıyorsun falan.
Yaz erken gelecek bu yıl;
baksanıza şimdiden Mayıs-Haziran havası eser olmuş.
Eee, ben lafa değil icraata bakarım.
Ne demişler; aynası iştir kişinin lafa bakılmaz.
Şah ve mat.
4 Mart 2014 Salı
Karışık
Moral bozukluğuna kesin çözüm diyorum; sevilmek.
Sevildiğini hissetmek.
İnsanız, hepimiz kırılırız.
Evet, boktan bir lise hayatım oldu amma ve lakin güzel dostluklar kurmuşum.
Hele ki dil sınıfı.
Uzunca bir vadede unutmayacağım kesin.
Pınar'ı ele alalım; okula kayıt için geldiğim gün görmüşüz birbirimizi.
Daha doğrusu o beni görmüş, ben hatırlamıyorum.
9. sınıftan itibaren bitmedi birliktelik.
Beraber başladık beraber bitireceğiz liseyi.
Gece kevaşesi işte.
My favourite.
Ecem, Ceren, Sıla, Sude, Gizem, Nil...
Pınar'ı açmışsın bizi kesmişsin olmasın; o kerişgen başı.
Işıl ve Dilara pek tabii.
Sevilen insanlar onlar.
Benim için yaptıklarını çok iyi biliyorum.
Beni sevdiklerini de çok iyi biliyorum.
Diyorum ya, güzel dostluklar kurmuşum en azından.
Hatta Kaan, Ali belki Konuralp bile sayılabilir.
Lise be.
Çocuk başlayıp ergin bitiriyorsun.
Sanki mezuniyet yazımmış gibi oldu.
Ne yazık ki daha var.
Olsundu.
Kötü başladım diyordum; kötü başlamadım aslında.
Bir yere kadar gayet güzeldi de, bir yerde ibre dibe vurdu.
Durakta yakalandım.
Her ne kadar kendimi zorlasam da o ilk darbeyle bir iki damla yaş dökmüş olabilirim.
Ezkaza.
Moral bu, bozuluyor.
Eve döneyim dedim.
Hiç uğraşmayayım.
Keyfi kaçtı bugünün.
Meğersem kaçmamış.
Ben orada beni çağıran melankoliyi dinlemedim de okula geldim ya;
iyi ki gelmişim.
Peh.
Deli eğlendim ama bugün.
Sözün özü;
Ne benim ona ihtiyacım var ne de onun bana.
Neither nor yani.
Milyonuncu kez bıktım diyorum da bırakamıyorum.
Öfkeleniyorum da duruluyorum.
Ama çok üzülüyorum be.
Hak ettiğimden daha çok üzülüyorum.
Ben bile kendime üzülüyorum.
Bu kadar muhtaç mıyım sanki?
Değilmişim.
Neyin hayalinde, neyin umudundaymışım?
Ne bir hayalim var ne de bir umudum, bir beklentim.
Boş yaşıyor idim.
Boşuna yaşıyor idim.
Bir dalgaya kapılmış gidiyor idim.
Ama yetti.
19 gün sonra YGS ve ardından benim maraton başlıyor.
Bu yılı boş geçirdiğimi itiraf ediyorum.
Silkinip kendime gelmenin tam sırası.
Aman ha, azami kararlılık.
3 Mart 2014 Pazartesi
Gök gürültüsünden korkuyorum.
Gri.
Şarkıda da söylendiği gibi "ice blue silver sky fades into grey"
Fight Club nam filmi izledikten/tamamladıktan sonra Hayri'nin soyadının Durden olduğundan kuşkulandım.
İrdal mıydı? Kim bilir?
Yağmurun sesine karışan melodiler.
Gök gürültüsünden korkmak zayıflara mahsus mu?
Gök gürültüsü hiç mi korkunç değil?
Hiç mi?
Tasavvur ediniz efenim; loştan karanlık karanlıktan aydınlık bir odada bir başınıza oturuyorsunuz.
Size en yakın canlı formu buzdolabındaki salatalıklar.
Ufaktan melankolik şarkılar dinliyor ve yağmurun sesini duyuyorsunuz.
Çok yemekten mütevellit üzerinize ve karnınıza bir ağırlık çöreklenmiş.
Bam!
Bir anda gök gürlüyor.
Küçükken masanın altına saklanırdım, gece ise annem ve babamın yatağında ortalarına girer uyurdum.
Bunlar beni gök gürültüsünden, şimşeklerden korur sanırdım.
Şimdi af buyrunuz eşşek gibi kız olmamdan mütevellit ne yatağa sığabiliyorum ne de masanın altına.
Bobi'ye sarılıyorum yalnızca :(
Bir de kış uykusundaki kurbağalar gibi uyuduğumdan sesleri duymuyorum çoğu zaman.
Ama gündüz, nasıl korkunç.
Sokakta yürürken yalnız olmayı severim.
Islanmayı da.
Amma velakin gök gürültüsü beni en çok o zaman korkutuyor.
Öncesinde gelişen şimşek çakması olayını söylemiyorum bile.
Ben korkak bir insanım belki ama bunlar da korkulası şeyler.
Şu an burada yazıyor isem bu yalnızlığımı kırmak içindir.
Güzelim sessizlikte kitap okuyamıyor isem bu sessizlik her an bozulabileceği içindir.
Blogger bir arkadaş demeyelim de bir tanıdığım var.
Sürekli melankolikli, yalnızlı yazılar yazıyor.
Şu an onu okuyamıyor isem, tumblrda değil isem overdose melankolya aldığım içindir.
Ama bu benzersiz lezzete asla hayır diyemiyorum.
Bu yazıda ufaktan, silik bir ifşa/itiraf gizlidir.
Yoldan sapmadan.