4 Temmuz 2013 Perşembe

Çizgilerle Hakan Günday Karakterlerinden Dövmeler-OT

-Dürüst olalım... Dinler ve tanrılar! Hepsi ben ölünceye kadar.
-Çok şey gördüm, beni yüzüstü gömün.
-Belki de tek sorun şuydu; biz ne istediğimizi bilememiştik hiçbir zaman. Ve dolayısıyla her şeyi deniyorduk.
-İnsanlar taşırlar insanları. Kundaktayken, tabuttayken. Hep taşıyacak birileri olur. Bazıları dostluktan, bazıları cepteki paradan, bazıları da içinde bulundukları sistem bir gün onlara da taşınma sırasının geleceğini söylediği için taşırlar insanı...
-Hayat sensin. O kadar. Büyütülecek bir şey değil.
-Plan yok! İşte bütün plan bu.
-Doğduğumdan beri ölüm döşeğindeymiş gibi yaşıyorum.
-İçi ne kadar doldurulursa doldurulsun, yine de hafiftir hayat. Çünkü altı deliktir. Delikse ölümdür!
-Hiçbir yere ait olmayanları iyi tanırım. Her yere aitmiş gibi davranırlar.
-İstanbul. Taksim... Bir zamanlar hayat öyle gerektirdiği için bir hafta boyunca sabahladığım ve banklarında yattığım parka doğru bakıyorum. Birkaç adım atıp gitsem mi o bankları görmeye derken vazgeçiyorum.
-Uyuyan halkların yataktan düşme zamanı gelmişti. Gözkapaklarının jiletlerle kesilmesinin zamanı.
-Ahlak çoğunluğun görüşüdür, toplumsal sözleşmedir,derler. Ve geceleri o çoğunluk yoktur. Ve o sözleşmenin altına bastıkları parmaklarını çok daha başka işlerde kullanırlar.
-Dünya boşa dönüyordu. Kaza yapıp ters dönmüş bir arabanın boşa dönen arka lastiği gibi! Hiçbir işe yaramıyordu. Belki bir palmiye yaprağı bağlansa ilkel bir vantilatör yapılırdı. Ama dünyaya ne bağlanırsa bağlansın, durmadan dönmesi yararlı hale getirilemezdi.
-Bir bulsam bu hayatların müsveddelerindeki el yazısının sahibini! Birileri pişman olmalı beni hayal ettiğine!
-Yanıtı olmayan bir soru olarak geldim dünyaya. Ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum.
-İyi bir gösteriyiz bizi seyredene. Onun için ölüp ölüp doğuyoruz. Gösteri devam etsin diye.
-Yaşama hastalığı... Bir çeşit alerji. Oksijene.
-Ailemin evindeki yatak uyuyabildiğim nadir yerlerden biriydi. Ama ben kan kustum oraya. Bilemezlerdi... Annem bilemezdi dünyanın sonunu doğurduğunu...
-Dünya uydurulmuştur! Caddeler, evler, giysiler... Her şey.
-Hiçbir şey hayatın sonu değildir! Çünkü sen ölürsün, başkaları yaşar!
-Aşık oldukları halde okullarına, işlerine giden, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi davranan insanlardan hep iğrenmişimdir.
-Bugün televizyonda ölenler biz değildik. Ne güzel!
-Sorarlarsa 'Ne iş yaptın bu dünyada?' diye rahatça verebilirim yanıtı; 'Yalnız kaldım. Kalabildim. Altı milyarın arasına doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından...'
-Üç kez tekrarladım şu kelimeleri yüksek sesle, çocukken yaptığım gibi. Üç kez. Yanlış bir iş yaptığım zaman babamın bana kızacağını düşündüğüm günlerde korkumu silmek için söylediğim o sihirli sözleri tekrarladım; Hiçbir şey yok! Hiçbir şey yok. Hiçbir şey yok...
-Yalnızlık kurşun geçirmez. Dostluk, aşk, aile geçirmez. Hiçbir şey geçirmez. Dışarıdan sokmadığı gibi içeriden de çıkartmaz. Cerahat yapar. Antibiyotiğini de kendinde besler. Yeter ki nerede olduğu bulunsun...
-Kendimi defalarca buldum, defalarca kaybettim. Gerçek adımı hatırlamıyorum. Kimliğimi bir çocuğa sattım. Çirkinleşmek için çok uğraştım. İsteyene ruhumu kiraladım. Vücudumdaki dikiş sayısını artık bilmiyorum. Hayatımı diktiler. Oysa yırtmak için çok uğraşmıştım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder